GeriSeyahat Alaçatı’nın sonbaharına tango yaraşır
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Alaçatı’nın sonbaharına tango yaraşır

Alaçatı’nın sonbaharına tango yaraşır

Gölgeler uzuyor, akşamlar üşütüyor. Takvimler kışı gösterdi gösterecek. Günler iyice kısaldı, güneşin kıymetini bilmek lazım… İbre Ege’ye döndü. İki günlüğüne Alaçatı’ya gittim. Sırrı Duraçlı’nın sonbaharı tangoyla uğurlamasına tanık oldum.

Alaçatı’nın artık kalabalık olmayan sokaklarında yürüyorum. Birkaç kişi daha var etrafta; bazen de hiç kimse. Kediler miyavlıyor, begonviller fuşya ışıklarla selamlıyor, kulağıma çalınan klasik müzik iç sesime karışıyor. Sıcak mı sıcak; ama terletmiyor. Meydandaki kafede oturuyorum, saatler geçiyor. Sonra yürüyorum, biraz ileride karşıma çıkıyorlar. Sanki Buenos Aires, sanki bir İspanya kentindeyim. Tango yapan orta yaşlı bir çift, laptop’tan yayılan Carlos Gardel eşliğinde, gezime biraz masal katıyorlar…

UZATMALI SONBAHARIN TADINI ÇIKARALIM

Bu sene upuzun bir sonbahar yaşıyoruz. Güneş hâlâ belli saatlerde yakıyor, deniz hâlâ bazı kıyılarda davetkâr. Çiftçiler için harika bir durum değil belki, biz gezginler hoşnutuz. Küresel ısınma, mevsimlerin kayması, doğal felaketlere daha açık hale geliyor olmamız apayrı kaygılar. Güneşi görünce, neredeyse bir gömlek ve bir incecik montla gezilere çıkınca, uzun uzun açık havada oturunca, elimde değil, çocuk tarafımla coşuyorum…
Tüm kasım boyunca denize ve göle girdim. Seferihisar’da suyun tadına doyamadım. Hem de sadece turistlerle dopdolu bir plajda güneşin tadını çıkartarak… Halfeti’de baraj gölüne atladım, buz gibi suda yüzmek enfesti. Ayvalık’ta tekneyle açılıp denizin tadına baktım; doyamadım.
Tüm sonbahar günlerinin tadını doya doya çıkarttım. Sabahın erken saatlerinden güneş batışına kadar yürüdüm. Hep sokaklar, hep çarşılar, hep parklardaydım. Bütün gezilerimden eve dönerken de çok mutluydum. Ama en çok Alaçatı’da mutlu oldum…

SOKAKLAR GERÇEK GEZGİNLERE EMANET

Bir tarafta artık kurumuş çiçekler, öte yanda takvimlere inat yeni açanlar çarpıyor gözüme. Otellerin bazıları kapanmış, kapılar kilitli. Bazı kafeler de çoktan kış tatilinde. Nerede o yaz ortası cıvıltısı? O et ete, insan trafiğinden karşıdan karşıya geçememecesine kalabalık? Lokantaların çoğunda sandalyeleri ters çevirmiş, sıkı sıkı bağlamışlar, naylonlarla kapatmışlar. Oh be, Alaçatı’nın insansız manzarası mükemmel. Feminen bir sahne dekoru havasında, buram buram renk, uyum, zevk her yer. Eşiklerde oturun, tüm sokaklarını arşınlayın, açık her dükkâna dalın. Alaçatı, gerçek bir yer şimdi. Fransa’nın güneyi mi desem, biraz daha İspanya mı, bilemedim. Ama sanki Güney Avrupa’da yaşayan bir sahil kenti tadında, klasında, ihtişamında.
İki saat kadar süren bu yürüme-kahve içme-eşiklerde oturma-çiçeklerle konuşma faslından sonra, ayaklarım beni balık mezatına götürdü. Balıkların türlerine göre ayrılıp, gruplanıp, tartılmalarını; açık arttırmaya çıkmalarını keyifle seyrettim. Hele kedilerin ‘hak alma’ faslı yok mu; gezinin şovuydu. Savaşmadan sırayla her biri karnını doyurdu.
Aşağı, denize indim. Sörfçüler doldurmuş okulları yine. Hiç de azımsanamayacak sayıdalar. Taa Avustralya’dan, Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelenlerle, üniversiteli Türklerle, hafta sonu tatilcisi bankacı, mimar, işsiz ya da genç emeklilerle tanıştım. Havadan memnundular. Yazdan daha rahat sörf yaptıklarından bahsettiler. Bir de uygun fiyatlardan. “Kışın da geliyoruz. Fırtına, sel yoksa Alaçatı’da her mevsim sörf yapılabilir” dediler.
Yok, bu spor bana göre değil. Ben biraz seyrederim, yan plajda yüzerim, sonra da günler boyu yürürüm. Dağları aşarım, sakız ağaçlarının tekrar yetiştirildiği tarlaları bulurum, lavanta bahçelerine giderim. Tüm Alaçatı’yı iki ayağımla keşfeder, Ilıca’da Dost Pide’de o efsanevi pidelerden ortaya karışık yer, yürüyerek Alaçatı’ya dönerim. Artık akşamdır. Güzel bir yemek, ardından Hacı Memiş Mahallesi’ndeki Dutlu Kahve’de çay ve kahve zamanı. Civar dükkânları kapatıp gelenlerle selamlaşma, bir “iyi ki geldik” hali, biraz “bu günlerde kim kimle Alaçatı’da görüldü” dedikoduları. İşte gece oldu bile, bir gün bitti bile…

Sessiz sokaklarda gençlik enerjisi

Meydanda otururken, Sırrı Abi’ye rastladım. Sırrı Duraçlı, bence Alaçatı’da tanınabilecek en ilginç simalardan. Yaşı çoktan kemale ermiş ama ruhu genç. Yılın 6 ayı Alaçatı’da antikacı işletiyor. Geri kalan sürede Buenos Aires’te yaşıyor. Arjantin’de tango öğretmenliği yapıyor. “Bak çok güzel tabelalar yapmaya başladım, tam Buenos Aires stili” diye anlattı heyecanla: “Uğrasana, hem de dans partnerlerimden birisi İzmir’den gelecek. Biraz tango yapacağız bugün.”
“Olur abi, görüşürüz” deyip kendimi yine sokaklara bıraktım. Restorasyonu tamamlanmış Merkez Camii’ni gezdim. Kilise olarak inşa edilmiş; restorasyonu çok akıllıca yapılmış; bayıldım.
Kedileri sevdim, içimi ısıtan güneşe şükrettim. Yeni evli bir çift, gelinlikli fotoğraf çektirmeye Alaçatı’ya gelmiş. Mekân seçiyorlar; biraz onların hayat dolu enerjisini izledim. Derken bir sokağın başından geçerken, kulağıma hafiften bir tango çalınır gibi oldu. İçli bir şey. Ben diyeyim Oscar Larroca, siz deyin Carlos Gardel. Sesi takip ettim; bu acı-tatlı şarkı, günün havasına acayip uymuştu. Bu sakin sonbahar, hatta neredeyse kış öğleden sonrasının umulmadık ılık havasında, uyuşuk kedilerin gerindikleri begonvilli sokaklara yayılan bir tango…
Arnavutkaldırımı sokakları aştım, sesin kaynağına vardım.
Sırrı Abi, dans kostümlerini çoktan giymiş. Siyah yelek ve fularıyla pek havalı. Partneri Feyhan Hanım’la, dükkânın önünde dans ediyor. Dönmeler, eğilmeler, mimikler ve jestlerle bir tango gösterisinin içindeyim… Birkaç İngiliz turist ve yan komşunun oğlundan başka seyirci yok. Büyülenmiş gibi izliyoruz hep birlikte. Bu anın bitmemesini dileyerek…

False