Adım adım Madrid gezi rehberi
Epey zamandır gitmeyi düşündüğümüz Madrid seyahatini ekim ayının başında gerçekleştirdik. Her yurt dışı seyahati gibi yine güzel anılarla döndük. Yeni yerler görmenin, farklı bir kültür tanımanın mutluluğu, yolculuğun yorgunluğunu aldı. İşte seyahatimizden geriye kalan Madrid...
Akşam üstü saat beşte iniş yaptık, ancak Madrid Havaalanı öyle büyük ki uçak yarım saat taksi yaptıktan sonra körüğe yanaştı. İlk defa böyle bir şey yaşadık. Havaalanına girince ilk koridorun gökkuşağı renkleri yorgunluğumuzu biraz aldı.
Madrid, Barselona Dâhil İndirimli İspanya Turları İçin Tıkla
İndikten sonra yaya olarak da on beş, yirmi dakika yürüdük sanırım nihayet alandan metroya bindik otele doğru yola koyulduk. Madrid havaalanı epey büyük yani.
Diğer Avrupa şehirlerindeki gibi değil burada metro hatları. Daha karışık ve çoğu yerde asansör yok, çıkışları bulmak zor, İngilizce bilen pek yok. Havaalanından ineceğimiz durağa rahatça gittik ama birçok çıkıştan hangisini kullanacağımızı sormamız gerekti. Ancak yine de zorlanmadan metro safhasını hallettik ve Gran Via'daki otelimiz Espa Hotel'e kendimizi attık.
Gran Via adlı cadde şehrin en merkezi yeri. Otelin yeri harika yani. İçi eski ve üç yıldızlı ama bu bizi rahatsız etmedi. Madrid'e gidecek olup merkezi ve orta halli bir otel arayanlara Espa Hotel'i tavsiye ederim. Akşam yemeği için Gran Via üzerinde yürüdük ve All U Can Eat adlı bir restoranda bişeyler yedik, açık büfe 9 € idi. Biraz da gezindik sonra otele döndük.
2. Gün
İşte sarayın labirent bahçeleri:
Madrid diğer Avrupa şehirlerinde olduğu gibi nerdeyse tamamen tarihi dokuyu korumuş harika bir şehir. Turistler için bir cennet, gezecek görecek çok yer var. Binalar öyle şık öyle ihtişamlı ki, gözünüzü alamıyorsunuz. Kimbilir kaç yüzyıllık binaların dimdik, pırıl pırıl ayakta kalmasına, halen aktif şekilde kullanılmasına hayran olmamak elde değil.
Bu da böyle dantel örtülü bir bina, ilginç bir dekorasyon fikri değil mi?
İlk gelişimde panoramik şehir turu ile şehri gezmiş ve otobüsten fotoğraflar çekmiştim. Ama turist olarak gittiğiniz yerde elinizde makina ile yaya gezip sokaklarda kaybolmadıktan sonra o şehri gezmiş olmuyorsunuz. O yüzden Madrid'i ilk defa görüyormuş gibiydim bende. Saray gezimizden sonra atlı polisleri gördük. Kadın polis çok sempatik geldi bize, fotoğraf isteğimizi kırmadı sağolsun.
Biraz daha yürüdük ki karşımıza Almudena katedrali çıktı, içini gezdik. Çok görkemli kocaman bir yapı. Tavan süslemeleri şahaneydi.
Katedral sonrası yürüye yürüye Plaza De Villa Meydanı'na geldik. Burası çok kalabalık, sanki tüm insanlar sokağa dökülmüş. Sıradaki durağımız Mercado De San Miguel adlı yemek çarşısı oldu.
Burası büyük bir pasaj ve içinde deniz ürünleri, hamur işleri, tapaslar ve içkiden tutun çeşit çeşit mezelere ve meyve sebzeye kadar her tür yiyecek içeceği bulabileceğiniz bir mekan. Burada ondan bundan az az yiyerek her şeyin tadına bakabilir ya da bir tabak paella yiyerek karnınızı doyurabilirsiniz. En hoşuma giden istiridye ve şampanya eşliğinde sohbet eden insanlar oldu. Ancak istiridyenin tadına bakamadık, alternatif çok olunca insan ne yiyeceğini bilemiyor. Burası önce gözü sonra karnı doyuruyor. Cidden tüm kalabalık ve keşmekeşe rağmen restoranlardan daha keyifli bir yer diyebilirim. Fiyatlar ise tapaslarda adet başına 1-1,5 € gibi, paellanın tabağı 8€, sushi çeşitleri 1-3 € arası değişiyor. İstiridye, deniz kestanesi, havyar gibi deniz ürünleri ise daha pahalı.
KURTÇUĞA BENZEYEN MEZE
Bütün mezelerin arasında çok ilgimi çeken bu kurtçuk gibi şey oldu. Adı gulas olan ve balıktan yapılmış bir mezeymiş ve insanlar iştahla yiyordu. Çok lezzetli olduğunu düşündüm ama yine de tadına bakamadım :)
Bizim tercihimiz paelladan yana oldu. Bilmeyenler için paella; safranla pişirilen ve içinde deniz ürünleri olan bir çeşit pilav. Geleneksel İspanyol yemeği olan paellanın sebzeli ya da etli çeşitleri de var. Sosisli olanı da var ama biz deniz ürünleriyle yapılanı tercih ettik. Daha önce de yemiş ve çok sevmiştim.
Bu keyifli yemek turunun ardından Plaza Mayor Meydanı'na çıktık. Burası dört tarafı birbirine bakan balkonlu binaların arasında devasa bir meydan. Burası Madrid'in en büyük meydanlarından biri. 1620'de yapılmış bu meydana bakan üç katlı binanın tam 237 balkonu varmış. Yüzyıllardır çeşitli aktiviteler için kullanılan meydan 50 bin kişi kapasiteli. Madrid'in tarihi güzellikleri içinde üst sıralarda yer alan Plaza Mayor' u mutlaka görmenizi tavsiye ederim.
Cafeler ve restoranların çok olduğu bu meydan sürekli kalabalık. Burada küçük bir dükkandan ekmek arası kalamar aldık. Biz de kalamar tabakta gelir ilk defa ekmek arası servis edilene rastladım. Adına calamari sandviç diyorlar. Çıtır çıtır bir sandviç ekmeğinin içinde onlarca kızarmış kalamar vardı, sıcacık ve taptazeydi fiyatı ise çok ucuz sadece 2.70 €. Ekmek arası kalamarı Madrid'de daha önce başka yerlerde görmüştük ancak tok olduğumuz için almamıştık. Meğer en ucuz ve en güzeli buradaymış, aklınızda olsun.
Plaza Mayor'da Matador kılığında bir adamla ve yanında İspanyol giysili bir kadın figürü ile fotoğraf çektirdim, matador harika oldunuz şahane oldunuz filan dese de sarı saçlarla ispanyol kadını pek olmuyor galiba, saçlar dışında elbiseler fena olmadı ne dersiniz :)
Burada en çok gördüğüm şeylerden biri de şarküteriler. Bu şarküterilerde devasa butlar var. Bunlar kurutulmuş et ve bizim pastırma gibi incecik kesiliyor ve ister paketle, ister sandviçin arasında alıp yiyebiliyorsunuz. Biz yemedik ama dıştan gayet güzel görünüyordu.
Çok yorucu geçen bu günün akşamında sadece ayaklarımız değil artık beynimiz iflas etti diyebilirim. Yemeği nerde yiyelim diye düşünmeye bile halimiz kalmadı. Karşımıza geleneksel görünümlü bir restoran çıktı adı La Taurina, içi kalabalıktı ve belli ki eski köklü bir yerdi. Artık bir adım daha atamayacağımız için girdik oturduk. O kadar kalabalıktıki garson siparişi zor aldı. Bu da bize fazladan bir tabak yemek olarak geri geldi. Garson geri göndermeyin hesapta indirim yaparız deyince tamam dedik. Sofrada yemek bol, porsiyonlar dev, biz de yorgunluktan bitik olunca yemekleri bitiremedik, yemekler bizi bitirdi :)
Boğa kuyruğu eti, köpek balığı pane, patates kızartma ve bir de peynir pane geldi. Bu resmen dört kişilik bir yemekti. Serhan, boğa kuyruğu etini çok beğendi. Çok iyi pişirilmiş, dokunur dokunmaz kemiğinden sıyrılan yumuşacık bir etti. Bu yemeği denemenizi tavsiye ederim. Köpek balığı eti ise her ikimize de ekşi geldi, sevmedik. Ancak La Taurina gerçekten güzel bir restorandı, ortamı, dekorasyonu çok hoştu. Daha az kalabalıkta daha az yorgunken gelebilsek daha da şahane olacaktı. Bu restoranda saydığım iki kişilik (daha doğrusu dört kişilik yemek) 28€ tuttu.
Buradan çıkışta akşamı edip günü bitirirken biz de bitmişiz, otele nasıl yürüdük inanın hatırlamıyorum o derece yorgundum. Sanki gözlerim kapalı bir zombi gibi ayaklarımı sürüye sürüye otele vardım. Öyküyü nasıl giydirdik uyuttuk hiç hatırlamıyorum... Madrid gezi notlarının ilk bölümünü burada bitirirken boğa güreşlerini ikinci bölüme bırakıyorum, devamı en kısa sürede blogda :) Sevgilerimle...