100 yıl önce burada...
‘Çanakkale Zaferi’nin 100’üncü yıldönümü geldi çattı. Bölgeyi herkes gezmek istiyor ancak bunu çok iyi planlamak lazım.
Aradan 100 sene geçmiş. Ama halen bir uğultu var savaş meydanında... Mart ayının soğuk denizinde, ısıran rüzgârında, koyu gölgelerin dolaştığı tepelerinde... Birbirine 6 metre kadar yaklaşan siperlerde dikilirken, Arıburnu üzerinden Anzak Koyu’na bakarken, Büyük Anafartalar Köyü’nün meydanında köylülerle konuşurken, Kilitbahir Kalesi üzerinden ‘boğaz’ın girişini seyrederken o uğultu gitmiyor kulaklarınızdan. Burası Gelibolu Yarımadası... Burası her karışına kan, ter ve gözyaşı sinmiş bir acı toprak... Burası gencecik yaşında vurulup düşmüş on binlerce insan için son durak, ebedi istirahatgâh... Havada halen savaş çığlıkları asılı. Yüzbinlerce, milyonlarca ağzın yıllar boyunca kıpır kıpır okuduğu dualar da... Burası Gelibolu Yarımadası. Aradan 100 sene geçmiş... Ama geçmemiş o uğultu.
Çanakkale Savaşı, tarihçiler için yoğun bir faaliyet alanı. Savaşa giden yol, Türk tarafının kazandığı zaferin sonuçları, ödenen bedeller... Trajedisiyle, yıkımıyla tüm savaşlara benzeyen bir savaş ama bir yandan da benzersiz... Onu tarihteki diğer acılı anlardan bir çırpıda ayıran birkaç cümle Anzak Koyu’nun bağrındaki bir anıta kazınmış duruyor. Savaşın kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’ün 1934’te Anzak askerlerinin annelerine yazdığı mektuptan cümleler bunlar... Bir devlet adamının, bir askerin söyleyip söyleyebileceği en büyük cümleler:
“Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Türk, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, İngiliz, Fransız... Bu sözlerle kalbi yanmayan bir tek insan var mıdır? Ya da her köşesinde mezar taşları dolu yarımadada gözleri yaşarmadan dolaşan tek bir ziyaretçi? Zaten dolaşmayı imkânsız kılan da bu duygululuk hali. Çanakkale Zaferi’nin yaşandığı savaş alanlarını dolaşmak zor ve zahmetli. Ayrıca iyi de plan yapmayı gerektiriyor.
EN AZ İKİ GÜN, DİNLENEREK
Birinci kural: Çanakkale’yi hakkınca gezmek için en az iki gün ayırmalı. Ne yönden gelirseniz gelin, bölgeye öğlen vaktinden önce erişmek mümkün olmadığından ilk günü çok isabetli kullanamayacağınızı da akılda tutun. Yarımadaya 20 dakikalık bir feribot mesafesindeki Çanakkale şehir merkezindeki ve savaş alanlarının hemen dibindeki Eceabat’taki oteller (hatta Seddülbahir Köyü’ndeki pansiyonlar) konaklamak için son derece elverişli. Bir ya da iki gecenizi buralarda geçirip günübirlik bir telaşa düşmeden dolaşın.
İkinci kural: Burayı normal bir ziyaret mekânı ya da büyücek bir antik kent gibi düşünmeyin. Dev bir alana, Çanakkale Boğazı’nın iki tarafına yayılmış bir savaştan bahsediyoruz. Savaş sadece Conkbayırı’ndan, Nusrat mayın gemisinden ya da Anzak Koyu’ndan ibaret değil. Hepsi ayrı yerde onlarca şehitlik, abide, siper, koy, tepe, sırt bulunuyor. Bunların arasında soluksuz dolaşmak olmaz. Mola vererek, dinlenerek, düşünerek gezmeli. Sindirmeli...
Bir de Çanakkale uzmanı rehberlerden bir öneri: “Savaş alanlarını rahat rahat gezmek isteyenler, orada olmak için 18 Mart’ı (İtilaf Devletleri’nin 19 Şubat’ta başladığı deniz saldırısının kesin olarak püskürtüldüğü ve denizde zaferin ilan edildiği günün anması) tercih etmesin” diyorlar. Nedeni o gün devlet bürokrasisinin ve yurdun dört yanından (hatta yurtdışından gelen) binlerce ziyaretçinin alanları hıncahınç doldurması.
İHMAL EDİLEN NOKTA
Sebati Karakurt’la beraber biz savaşın yüzüncü yıldönümünden 10 gün önce oradaydık. Mart ayının zalim soğuğu muhtemelen 100 yıl önce nasılsa bugün de aynı şekilde insanın içine işliyor. Ama arada bir başka muazzam fark var. O günlerde on binlerce insan her karış toprağın üzerinde kıyasıya savaşıyordu. Bizim payımıza düşense sessizlikti. Yarımadada yalnızdık. Alanları arşınladığımız günler boyunca yanımızdan geçen araçlar bir elin parmaklarını geçmedi. Biz, mezarların bakımını yapan görevliler, birkaç ziyaretçi, birkaç köylü, hepsi bu...
Bu sayede rahat dolaştık. Yanımızda o bölgeyi çok iyi bilen rehber Hakan Özel’in olması işleri daha da kolaylaştırdı. Özel, alanların en az ikiye ayrılıp dolaşılmasını öneriyor. Biz ilk gün Kilitbahir tarafından başladık. Kilitbahir Kalesi, Namazgâh, Rumeli Hamidiye ve Rumeli Mecidiye tabyalarını dolaştıktan sonra Seyit Onbaşı’nın 18 Mart’ta top mermisini inanılmaz bir şekilde sırtlayıp İttifak Devletleri’nin gemisini batırdığı noktada durakladık. Burada durup denize bakmaktan daha iyisi Kilitbahir’in üzerindeki tepeye çıkmak. Orada ‘boğaz’ın girişi ayaklarınızın altında. Seyit Onbaşı’nın durduğu noktayı da Nusrat’ın mayınları nereye döşediğini de zırhlı gemilerin ‘boğaz’a girmek için Türkleri nerelerde zorladığını da güllelerin nereye düştüğünü de anlıyorsunuz. Bütün bir savaş planı gözünüzün önüne geliyor. Hatta bir başka savaşın, uzaklardaki Truva’nın hatıralarına bile bakabiliyorsunuz o noktadan.
Kilitbahir’den Seddülbahir’e geçeceksiniz. Çanakkale’nin ilk şehitlerinden başlayarak 25 Nisan’daki çıkarma koylarına uğrayacak, savaşın en dehşetli noktalarıyla tanışacaksınız. Bu bölgede genel eğilim dev Şehitler Abidesi’ni ziyaret etmek, diğer şehitlikler ve anıtlar biraz ihmal ediliyor. Ama esas ihmal edilen nokta Alçıtepe mevkii. En az Conkbayırı kadar kilit bir nokta olan bu alan savaşın kaderinin belirlendiği yerlerden. Oraya bir rehber aracılığıyla ulaşın ve dört bir yanınıza bakın. Savaşın nasıl geliştiğini anlayacaksınız.
SÜNGÜ TAK YERE YAT
İkinci gün Conkbayırı’na, Anzak Koyu’na, Arıburnu tabyasına, Kanlısırt’a ve bu bölgelerdeki siperlere ait. Atatürk’ün taktik dehasını burada saniye saniye yaşayacaksınız. Efsanevi “Süngü tak yere yat” emri burada, aralarında bir taş atımı mesafe bile bulunmayan siperler burada, savaşın kazanıldığı, Anzak askerlerinin taarruza geçip püskürtüldüğü sırt burada. Uğultu da burada... Conkbayırı’ndan Anzak Koyu’na doğru aşağıya indiğinizde sizi içine çeken o uğultu... Ancak Atatürk’ün sözleriyle yatışan uğultu: “Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz...”
REHBER HAKAN ÖZEL ÖNERİYOR
Gelibolu Tarihi Alanı’nı görmeye gelenlerin burayı anlayabilmesi için hem Türk hem de yabancı askerlerin kabristanlarını gezmesi lazım.
Yarımadanın en ucunda bulunan Seddülbahir Kalesi ve Çanakkale Sehitler Abidesi ziyareti programın olmazsa olmazları arasında. Yahya Çavuş ve arkadaşlarının istirahatgâhı ve Helles anıtı görülmeli.
Conkbayırı tarafında Kanlısırt’taki yabancı ve Türk askerlerinin siperleri görülmeli ve 57. Alay Şehitliği ziyaret edilmeli.
Son olarak Anafartalar destanının yazıldığı Conkbayırı Atatürk Anıtı ve Gözlem Yeri coğrafyayı anlamak ve bu savaşın bizlere nelere mal olduğunu hissedebilmek için ideal bir nokta.