Özdemir İnce: Aydının el feneri



Özdemir İNCE
Haberin Devamı

Neredeyse toplumun her katmanında 'Aydın'ın Görev ve Sorumlulukları' konusunda değişik yanılsamalar (illusions) var. Bunlardan biri aydının geleneksel tanımından kaynaklanan yanılsama: Aydın, halkı aydınlatmakla görevlidir!

Emile Zola'nın Dreyfus Olayı'na müdahale etmek için kaleme aldığı 'İtham Ediyorum' adlı broşürün ebelik ettiği bu aydın tipi, zaman içinde, ülkelerin uygarlık ve kültür düzeyine göre değişim geçirdi. 'Aydın, halkı aydınlatmakla görevlidir!' yönergesine ülkemizde bir katkı bile yapıldı: 'Aydın, halkı anlamak için onun ayağına gitmelidir!'

Aydınlatma misyon ve işlevini politik mesaj ve eylemle destekleyen Zola'cı aydın geleneği, Sartre ile sona erdi. Dostoyevski ile Sartre'ın tanımını yaptığı, yeryüzünde olup-biten her şeye karşı sorumlu olan aydın türüne gönül yakınlığı duymamak mümkün değil. Ancak 'halk tapıncı' kadar 'aydın tapıncı' da tehlikeli. Çünkü, ne halk tam anlamıyla bir başıbozuk sürüsü, ne de aydın 'başıbozuklar mahallesinin bekçisi'...

*

1919-1938 döneminde kısa bir süre uyanık kalan toplumumuzun daldığı Asháb-ı Kehf uykusunun sorumlusu, kuşkusuz, 'Fareli Köyün Kavalcısı Aydın' değil. Aydın, ister 'Geleneksel Aydın', ister Gramsci'nin sınıf kökenli 'Organik Aydın'ı olsun, elbette toplumunu, sınıfını tanımak ve anlamak zorunda. Ancak, sadece Türk halkı değil, hiçbir halk, 'aydın'ı kendinden saymaz. Háttá sevmez. Ama başı sıkıştıkça, yaşadığı bunalımın faturasını ona göndermekten zevk alır. Belki kendi katman ve sınıfından olan 'organik aydın'ına sınıfı biraz güven duyar. Bu nedenle, aydın ile halk arasında iletişim eksikliği bizim topluma özgü bir durum değil, evrensel.

Türk aydını da evrensel aydın gibi tekil değil, çoğul: Laik aydın var, sünnî-müslüman aydın var, alevî aydın var. Bu nedenle, laik aydın, kendinden beklenmemesi gereken bir şey yapıp, din kurumuyla ittifak yapsaydı, hiçbir şey değişmezdi. Sadece toplumsal denge bozulurdu. Referansları ayrı olan Laik aydın ile Müslüman aydın benzeşirlerse, şu 'gözde' çoğulculuktan söz edilebilir mi? Bunu farkeden Rasim Özdenören, haklı olarak, 'Böylece, Batılı aydın tipi ile Müslüman aydın tipinin farklı kürsülerden konuştukları ve farklı söylemler geliştirdikleri de ortaya çıkıyor', diyor. (Yeni Şafak, 29 Mart 2001) Diyalogdan çok önce, karşılıklı tahammül önemli!

*

Régis Debray'ye göre henüz tarihin sonu gelmedi, ama politika gurusu aydınların sonu geldi. Buna karşın L'Express dergisinden Claude Allègre, politikacının ilham kaynağı olan aydının ölmediğini, ama bir mutasyon, bir değişim (metamorfoz) geçirdiğini düşünüyor. Yeni aydın tipine örnek olarak Milton Friedman, Robert Solow ve James Tobin gibi ekonomistleri; Michel Crozier, Alain Touraine ve François Dubet gibi sosyologları; Jürgen Habermas gibi filozofları ve eylemleriyle ülkelerinde ağırlıklarını hissettiren hukukçuları gösteriyor.

Benim de aklıma Noam Chomsky, Michel Foucault, Edward W.Said ve Edgar Morin gibi adlar geliyor. Adlara ve mesleklere şöyle bir bakınca, edebiyatçı ağırlıklı geleneksel aydın tipi yerini ekonomist, sosyolog, filozof ve hukukçu uzmanlara bırakıyor. Duygu evreninden düşünce ağırlıklı bir evrene doğru kayış söz konusu.

*

Tarihi günü gününe yaşayan politikacının perspektif geliştirmeye zamanı yok. Neredeyse düşünmeye bile vakti yok.Peki politikacının yararlanacağı düşünceyi kim üretecek? Aydın bilimadamları! Bununla birlikte, Michel Foucault'ya göre, aydının başkalarına ne yapmaları gerektiğini söylemeye hakkı yoktur, çünkü kitleler kendileri için neyin iyi olduğunun bilincindedir. (Böylece aydın 'mahalle bekçisi' olmaktan kurtuluyor.)

*

Geleneksel aydının muhatabı da büyük oranda politikacı idi. Halk doğrudan muhatap değildi. Yeni bilimadamı aydının muhatabı da halk değil. Yeni aydın, sadece mesaj üretmiyor, aynı zamanda başka uzmanların anlayıp yorumlayacağı bilgiyi de üretiyor. Ve bu bilgi, politikacıyı ve 'kendisi için neyin iyi olduğunu bilen' öteki kullanıcıları sabırla bekliyor.

Savaş gibi hayatî bunalımların dışında, halk olarak adlandığımız heterojen kitle ile aydının aynı amaç ve gündelik kaygıları paylaştıkları pek görülmez. Halk, statükodan uzaklaşmaktan tedirgin olur; arzu ettiği ve kendi lehine olmasını dilediği değişikliklerin statüko ortamında gerçekleşmesini ister. 'Aydın' ise statükonun tartışıldığı yerde ve onu tartışmak için söz alır. Durum böyle iken aydını her şeyden sorumlu toplum çobanına dönüştürmek yanılsama olmuyor mu?

Yazarın Tüm Yazıları