Oyun kuralım derken

ANLADIĞIMIZ kadarıyla sorun giderek ciddileşecek. Hangi noktaya kadar gidecek, bilemiyoruz.

Haberin Devamı

Ama Türkiye ile İsrail arasında, özellikle Türkiye’den kaynaklanan sertleşmenin, “Dünyanın bu bölgesinde kimin sözü daha çok geçer?” kavgasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Başbakan Erdoğan’ın bu ay sonunda Başkan Obama ile yapacağı görüşmeyi bekleyelim.


Kamera önünde mi, tutanaklı mı yoksa Erdoğan’ın pek sevdiği gibi “iki kişi arasında sır kalacak türden” bir görüşme mi olur, onu da görürüz. Ama Başkan Obama’nın bu krizle ilgili tavrının “belirleyici” olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

İyi de 15 gün sonra geri adım atmaya mecbur kalabileceğiniz bir krizi başlatmanın mantığı ne?

Gerçekten Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri özellikle İsrail’in geçen yıl aralık ayında yaptığı Gazze saldırısı nedeniyle gerginleştirmek gerekiyor idiyse, Başbakan Erdoğan’ın birkaç hafta önce New York’taki Musevi örgütleriyle “can ciğer kuzu sarması” olması neyin nesiydi?

Haberin Devamı

Daha önce de yazdık. Mesele Gazze’ye atılan “fosfor bombaları”na tepki göstermek ise, o bombaları atan İsrail savaş gemileriyle bundan birkaç hafta önce müşterek askeri tatbikat yapıp da fosfor bombasıyla ilgisi olmayan İsrail Hava Kuvvetleri’ni boykot etme hangi tutarlılığın sonucu?

Ortada mantıklı bir politikadan çok en basit ifadeyle bir “ego kavgası” varmış gibi görünüyor. Onun da külahı hazır:

Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı olup görevi Ali Babacan’dan devraldığı gün, “üç ayaklı bir dış politika güdeceğini” söylemişti. Bunlardan ilki “Ülkenin özgürlük ve güvenlik dengesini sağlamak. İkincisi bölge ve çevre havzasıyla ilgili vizyon. Komşularla sıfır problem ve komşularla maksimum çıkar ilişkisi” olacaktı. Üçüncüsü ise “Edilgen bir barış anlayışı” yerine “Etkin barış ve düzen kurucu bir anlayışı dış politikamızda egemen kılmak”tı.

Resme bakınca Davutoğlu’nun İsrail’le aramızda yarattığı sorunun “Komşularla sıfır problem” ayağından vazgeçip “düzen kuruculuğa soyunma” hevesiyle ilgili olduğu savunulabilir.

Buna Başbakan Erdoğan’ın geçenlerde El Arabiya televizyonuna “Anadolu Kartalı” tatbikatından İsrail’i dışlamanın gerekçesi olarak “Türk halkının tatbikata İsrail’in katılmasını istemediğini” ileri sürmesi ve kendisinin “halkın vicdanına sözcülük ettiğini” söylemesi de eklenebilir.

Haberin Devamı

O zaman akla “politikada popülizme hiçbir zaman itibar etmeyeceğini” bir değil belki bin defa söyleyen Tayyip Erdoğan’la şimdi “halkın çağrısı” yönünde dış politikayı savunan Tayyip Erdoğan’ı nasıl bağdaştırabileceğimiz sorusu gelir.

Bu noktada Liberal Demokrat Parti Lideri Cem Toker’in “Türkiye’yi geçmişte yönetenler Başbakan’ın bugünkü zihniyetiyle hareket etselerdi Ecevit Kıbrıs’ın tamamını, Özal Kerkük ve Musul’u, Demirel Şam’ı, diğerleri Ege adalarının tümünü almaya kalkmaz mıydı?” sorusuna da yanıt bulmak gerekmez mi?

 

Yazarın Tüm Yazıları