Olmaz bu kadar!

GEÇEN hafta bu köşede, Levent Kırca'nın yeni kuracağı televizyon kanalı için verdiği eleman ilanının reklam metnine yer vermiştim.

Haberin Devamı

Birçok okurum mesaj gönderip, nereye başvuracaklarını sordular. Ben de onları başvuru yerine yönlendirdim. Daha sonra da yığınla şikayet mesajı aldım.

Gelen bilgilerden anladığım kadarıyla Levent Kırca, ‘‘kalabalıklarla’’ başa çıkamamış, birçok kişiyi saatlerce kuyrukta bekletmiş, başvuru sürecinde de insanları aşağılamış. Çok ayıp!

Türkiye'de bu zamanda böyle ilan veriyorsan, ‘‘izdiham’’ olacağını tahmin edip önlemini de alacaksın. Hem ‘‘Olacak O Kadar’’ deyip, yıllarca insanların onurlarıyla oynayanlarla alay et, sonra basit bir eleman alımını becereme, insanları aşağıla, onurlarını ayaklar altına al. Olmadı Levent Kırca. Olmaz bu kadar.

Texas City oldu Dallas

INDIANAPOLIS'te spor salonundaki döner panolara ‘‘Turkey Welcomes You’’ reklamı vermek iyi fikir. Taşar'ın biz Türkler'e yaptığı ‘‘acayip kampanya yapıyoruz abi’’ propagandasını bir yana bırakacak olursak yapılan iş teknik olarak doğru ve varolan Türkiye kampanyasının tamamlayıcısı olarak ‘‘Turkey’’ markasını güçlendirir, ‘‘12 Dev Adama’’ ilgi duyan yabancılarda ‘‘Turkey’’e karşı hoşluk ve merak duygusunu arttırır. Eğer ‘‘Turkey’’ bir yabancı için ‘‘hindiden’’ başka bir şeyi çağrıştırmıyorsa döner pano görülmez bile! Şunu da söyleyeyim bir tane ‘‘döner ilan’’ verdik diye kimse haldır haldır koşup ‘‘Beni bekle Türkiye’’ diye üstümüze atlamaz. Ülke tanıtımı uzun soluklu bir iş, abartmayalım!

İKİ hafta önce yazdığım ‘‘Texas City Nereyedur?’’ başlıklı yazımı bazı okurlarım basit bir ‘‘Var-Yok’’ sorusu sanıp, Texas City'nin varolduğunu bana kanıtlamaya çalıştılar. ‘‘Tefenni Nereyedur?’’ diye sorsaydım bu kadar çok mesaj gelir miydi bilmiyorum ama konu ABD'nin bir kasabası olunca mesajların sayısı elliyi geçti. Sorarım size, herhangi bir Amerikalı'ya bile ‘‘Böyle bir şehir var mı?’’ dediğinizde, ‘‘Vardır herhalde’’ diye yanıt aldığınız, Texas City'nin 65 milyon Türk'e ulaşan Turkcell reklamında işi ne? Nitekim benim sorumu doğru anlayan Turkcell Texas City'yi Dallas olarak değiştirdi. Teşekkürler.

KOLAYCA fark edeceğiniz gibi Turkcell ‘‘12 Dev Adamı’’ taaa elin Indianapolis'lerinde desteklediğini duyurduğu reklamda ‘‘Hadi gidini gidini Türkler geliyor’’ çizgisini devam ettiriyor. Hem de Turkcell'in ‘‘görüntülü mesaj’’ hizmetini de işin içine başarıyla katarak. Doğrusu da bu. Beğeniliyorsa, devam edeceksin. Ama kusturana kadar değil tabii ki. Öykü de çok hoş. Küçük cell-o, büyük cell-o, Hidayet'in komik hareketleri, basket topunun ABD'ye doğru izlediği rotadaki belli başlı dünya şehirlerini simgelerle anlatan görüntüler, Türkiye'den gelen üçlük atışları izleyen ‘‘Nauma’’ kılıklı salon görevlisi (zenci diyecem ama mahkemeye verirler falan diye korkuyorum) reklamın akılda kalıcılığını ve beğenilirliği arttıran unsurlar. Hatta bu Turkcell reklamı belirli bir kitlede beynin rasyonel tarafını gıdıkladığı için kendinden çok fazla söz ettiriyor, hakkında konuşuluyor. Örneğin bakın bir okur bu reklamla ilgili ne diyor: ‘‘İstanbul ve İndianapolis'in meridyenleri sıra ile 28,8 doğu ve 86,1 batı. Atışı batıya doğru kullanırsanız top 86+29= 115 derecelik, doğuya kullanırsanız 360-115= 245 derecelik bir açıyı süpürüyor. Yani tercih edilen güzergah %100 den fazla dezavantajlı. Sizce bizi neden yanıltıyorlar? Harun Merter Antalya.’’ Pes ama değil mi? İnsan beyni böyle işte, bir mesaj gönderin dünyayı yerinde oynatsın! (Reklam ajansı: Y&R Reklamevi Rating: * * * *) (Not: Bu fikri bir yarışma kasetinden hatırlıyorum gibi. Ama emin değilim. Emin olursam bir yıldızı geri alırım ona göre.)

GARANTİ'nin ‘‘12 Dev Adam’’ sponsorluğunu duyurduğu ‘‘maskeli’’ reklam, Türkiye'nin kalbinin 12 Dev Adam'la birlikte ‘‘İndianapolis’’te atacağını duygu yoğunluğu yüksek bir şekilde anlatıyor. Geçen duygu Coca-Cola'nın ‘‘kırmız-beyaz’’ reklamının geçirdiği duygu ile hemen hemen aynı. Bu nedenle de Garanti markası reklamdan çok fazla yarar sağlıyor. Burada öykü değişik tabii ki. Üstelik bir de banka şubelerinden alınan ‘‘12 Dev Adam’’ maskeleri var. Reklam fikrini böyle sokağa taşımak mükemmel bir fikir. Üstelik uygulama da mükemmel. Çocuk seçimi, oyunculuk, çok güzel. Reklamın açık hava ve basın ayakları da TV reklamını kampanyaya dönüştürüp etkinliği arttırıyor. Herkesin eline sağlık. Başka ne diyeyim. (Reklam Ajansı: Y&R Reklamevi Rating: * * * * *)

Remiks duygular içindeyim

ORHAN Gencebay'ın ‘‘İdeal Aşk’’ CD'sini aldım. Reklamın mesajını reklam dışında da hedefle buluşturma anlamında CD fikri çok iyi bir fikir. Reklamdaki müzikten yola çıkılarak bestelenen İdeal Aşk hiç de fena olmamış. Hatta ‘‘İdeal Aşk’’la Orhan Gencebay kendini aşmış bile sayılabilir. CD'nin içinde bir de ‘‘Batsın Bu Dünya’’nın remiksi var ki, çok sevdim. Gencebay'ı sevseniz de sevmeseniz de mutlaka bir dinleyin. Ben bu ‘‘remiks’’i dinlerken Orhan Gencebay'lı-Türkan Şoray'lı yeni ideal reklamıyla ilgili ‘‘remiks’’ duygular içine girmedim desem yalan olur. Önce ‘‘Yaaa bu kadar arabesklikte fazla’’ dedim, ama hemen duygularımı toparladım.

Şunu unutmayalım İdeal Kart ‘‘orta ve orta üst sınıfa’’ yönelmiş bir taksit kart. Yeni reklamın huzur evinde geçen öyküsü de, klasik-geleneksel-arabesk çizgiler taşısa de pekala hedeflenen kitlenin hoşuna gidebilir. Orhan Gencebay ve Türkan Şoray'ın birlikte varlığı bile hedeflenen kitlenin İdeal Kart'ı ‘‘reddetmemesi, istemesi’’ için yeterli olacağını tahmin etmek zor değil. Nitekim önceki iki filmin iş yaptığını biliyoruz. Üstelik İdeal Kart, reklamın dışındaki diğer pazarlama etkinliklerini de oldukça iyi beceriyor. Bir de Orhan Gencebay'lı-Türkan Şoray'lı uzun metraj ‘‘İdeal Aşk’’ filmi çekilirse resmen kaymaklı ekmek kadayıfı olur. Tek sorun Dışbank imajıyla İdeal Kart imajının nerede, nasıl örtüşeceği ya da örtüştürüleceği. Onu da yakında çözerler herhalde! İdeal Kart'ın reklam dahil tüm Pazarlama etkinliklerine yıldız veriyorum.

(Reklam Ajansı: Klan/Euro RSCG Rating: * * * * *).

Bu kadar rasyonel davrandığım için de kendimi tebrik ediyorum.


Amerika’yı yeniden keşfetmek

SEÇİM döneminin başladığı 7 Ağustos 2002'den, 28 Ağustos 2002'ye kadar radyolar, televizyonlar ‘‘eşitlik’’ ilkesine ayaklar altına alıp çiğ çiğ çiğnediler. Eşitlik ilkesi şu: Hangi partinin haberini veriyorsan, liderini konuşturuyorsan seçime girecek diğer 22 partiye de aynı süreyi vermelisin. 28 Ağustos 2002 oldu, Yüksek Seçim Kurulu açıkladı: Reklam yasak ve haberde eşit davranmıyorsunuz. RTÜK de açıkladı: Ayağınızı denk alın kapatırım. Hálá bazıları ‘‘eşitlik’’ ilkesini çiğnemeye devam ediyor. Peki bu zamana kadar ki yayınlar ne olacak? İnsanların beyinlerine ‘‘anımsamayın’’ mı diyeceğiz. Yapılacak iş çok basit halbuki. Radyoda ve TV'de geri dönüp kim taraflı ne kadar yayın yapmışsa süresini hesaplayıp diğer partilere de aynı süre yayın yapmalarını sağlayacaksın. Eğer bu yapılmaz ise 3 Kasım 2002 seçimlerine şimdiden gölge düşmüş demektir. ABD'nin RTÜK'ü Federal İletişim Komisyonu, seçim kampanyası sırasında Reagan'ın eski filmlerini yayınladı diye bir yerel kanalı kapatmamıştı. Ne yapmıştı? Yayınlanan film süresi kadar diğer adaya kendini tanıtma süresi vermişti. Bir kere de şu Amerika'yı yeniden keşfetmesek!

1997 yerel seçimleriydi sanırım. Adana belediye başkanlığına aday olan Aytaç Durak basına bir açıklama yaptı ve bir kamuoyu araştırma şirketinin kendisini birinci sırada göstermek için para istediğini açıkladı. Bu araştırma şirketinin adı SONAR'dı. Bu açıklama o zaman geniş olarak gazetelerde yer aldı. Hatta bu konu o yıl Araştırmacılar Derneği'nin etik kuruluna geldi. Nur içinde yatsın, o dönemde dernek başkanı olan, Nezih Neyzi Kurul'da SONAR'cılara öyle bir bağırdı ki, şahitlere göre neredeyse o gün kalpten gitmesine ramak kalmıştı. Bundan beş yıl sonra SONAR yine karşımızda. Anketi AKP'yi birinci gösteriyor, DYP barajı aşamıyor. DYP SONAR'ı mahkemeye veriyor. Çünkü SONAR, Ankara merkezli bir saha şirketini kullandığı seçim araştırmalarında, il ilçe kotasından başka bir şey kullanmıyor, kır dediğimiz Türkiye'nin % 30'unu ölçmüyor, geri dönen anketlerini yeterince denetlemiyor. Ve şirketin önde geleni önce MHP'den, şimdi de AKP'den milletvekili adayı olmaya çalışıyor. Ve biz 1997'deki olayları unutup, bu şirketin araştırmalarına köşemizde yer veriyoruz. Ve biz hálá Araştırmacılar Derneği benzer şirketlerin kamuoyu araştırmalarının adını ve araştırmacıları kirletmelerine izin veriyoruz. Vermeyelim, yoksa kısa bir süre sonra kimse araştırmaya da araştırmacıya da güven duymayacak. Yoksa ‘‘Sür eşeği Niğde'ye’’ durumu mu söz konusu?

TÜSİAD-MÜSİAD paradoksu

RAMSEY'in sahibinin Tayyip Erdoğan'ın çocuklarının yabancı üniversite sponsoru olması bana bir paradoksu, yani bir çeşit çelişkiyi anımsattı. Müslüman (!) pardon ‘‘müstakil’’ kardeşlerimiz ciddi bir dayanışma içindeler gördüğünüz gibi.

Bunun para-doks neresinde diyorsunuz değil mi? Anlatayım.

Şimdiii, TÜSİAD üyeleri Derviş'i istiyorlar. Tamam mı? Tamam. Peki aralarında dayanışan MÜSİAD üyeleri kimi istiyorlar. Tayyip'i. Tamam mı? O da tamam.

TÜSİAD üyelerinin ürettiği malların, ‘‘markaların’’ dağıtımını, satışını Edirne'den Ardahan'a üstelenen bayiler, onların alt bayileri, onların alt bayilerinin bayileri, onların satış noktalarının çoğunluğu kimi istiyorlar peki? Derviş'i mi? Bilemediniz. Sosyolojik, veriler, onların Derviş'i değil, Tayyip'i isteme olasılığının fazla olduğunu söylüyor bize.

Ya MÜSİAD üyelerinin mallarını, markalarını satanlar? Her MÜSİAD üyesinin ‘‘başı bağlı’’ çalıştırmakta ne kadar ısrarcı olduklarını görmüyor musunuz? Tabii ki Tayyip'i! Çünkü MÜSİAD üyelerinin bayileri daha seçilirken ‘‘Müstakil’’ olmalarına ‘‘özen’’ gösteriliyor.

‘‘Eee?’’ diyorsunuz değil mi?

Eee'si şu: Laik, çağdaş, ilerici sermaye, mal üretiyor, marka yaratıyor, daha sonra da malını sattırırken laiklik derdi olmayan, gerici, tutucu sermayeyi besliyor. ‘‘AKP'nin reklamını yapar mısın’’ deyince ‘‘Hayıırrrr’’ diye ‘‘Hünküren’’ reklam ajansları bile aslında her gün ‘‘laiklik derdi olmayan, gerici, tutucu’’ sermayeye çalışıyorlar.

Peki doğrusu ne? Tabii ki TÜSİAD tarafının yaptığı; toptancı, bayi, bakkal, market seçerken ‘‘müstakil mi değil mi’’ bakmamak. Ama ‘‘Müstakiller’’ bakıyor işte! Baktıkça da gelişiyor, büyüyor, serpiliyor % 20 oy oranıyla, % 80'e kafa tutarak Türkiye'yi ‘‘müstakil, müstakil’’ yönetmeye alternatif oluşturuyorlar. Peki ne yapmak lazım? Hiçbirşey. Sadece bilelim diye yazıyorum, sakın yanlış anlamayın...

Yazarın Tüm Yazıları