O yıllarda 'Facebook' mu vardı ki?

Ata yadigârıydı… Bayramlar, seyranlar, ziyaretler, sohbetler! Kendisi gelemezse mektubu gelir, özlem yiter gider…

Haberin Devamı

O yıllarda, kadife kâğıtlara işliyorduk kelimeleri özenle… Ve özenle süslüyorduk kartpostalları! Bir sanat eseri yarattığımızı bilmeden bir sanat eseri yaratıyorduk ve hiç tahmin etmiyorduk, gelecekte müzelik olacaklarını!

Ve o yıllarda, sanırım en sevdiğim şeydi mektuplaşmak. Amerikan kaynaklı kültür sömürgeciliğinin üretimi çizgi filmlerden, kahraman Amerikan askerlerinin Uzakdoğu’da verdiği “kahramanlık” savaşlarını işleyen sinema filmlerinden ve bol dövüş soslu atari oyunlarından arta kalan zamanlarda onlarla meşgul olurdum. Mektupların hiçbir zaman şiddet içermediğini anladığım yıllardı. Çünkü bizdendi mektup. Bizim sözcüklerimizle yaşar, bizim duygumuzla coşar, bizim özlemimizi, sevgimizi, hasretimizi anlatırdı. En azından bir koleksiyon yapabileceğim mektuplara, kartpostallara, pullara sahiptim.

Haberin Devamı

Çınarcık’ta oturuyorduk. Çınarcık’ın buğulu sonbaharlarında denize pus yağar. Bu anlarda hüzünlüdür oralar… Çürük kelebek kanatlarının küflü martı çığlıklarına karıştığı anları sadece ve sadece Çınarcık yaşar! İşte tam bu sırada mektup başlar.

En sevdiğim mektup arkadaşımdı dayımın kızı Mukaddes. Yani benim çocukluk deyimimle Mastika. O, Samsun’un soğuğa bakan heybetli dağlarının eteklerindeki muhteşem bir ovada yaşıyordu ve ilk çocukluğumun anılarını taşıyordu. Sincapları, serçeleri, keklikleri ve birbirinden güzel çiçekleri anlatıyordu bana. Köy okulunda öğrendiklerini de işliyordu kâğıtlara. Kuru boyalarla kuğulu göller, kulübeler, kuşlar çiziyordu mektubun boşlukta kalan kısımlarına!

Uzun zaman oldu ondan mektup almayalı… Tabii diğer mektup arkadaşlarımdan da! Israrla gönderdiğim 23 Nisan tebrik kartlarına, Kurban ve Ramazan Bayramı kartpostallarına da cevap alamaz oldum. Cevap bir cep telefonu mesajıyla geliyordu, kalıplaşmıştı ve oldukça kısaydı:

Haberin Devamı

“Herkese iyi bayramlar…”

Oysa bir olur muydu bu sözcükler, el emeği göz nuru bir mektupla?


Kalem, kâğıt, zarf, kelime, mektup, harf, damga, mühür, pul…

Kâğıdı harflerle bezeyip, parmak izlerini tarihe yadigâr bıraka bıraka, zarfı dudağa götürüp mühürleyerek özenlice katlamakla bir olur muydu hiç bir cep telefonu mesajı?

Olmazdı tabii, olmazdı! Ama artık insanların birbirinden koptuğu, özlemeyi unuttuğu, özenle seçtiğimiz sözcüklerin yerini İngilizce-Türkçe karması sömürge bir dilin aldığı bir çağda yaşıyoruz! Kulağımıza müzik çalarımızın kulaklıklarını takıp her geçen gün yalnızlaşan, çevremizde neler olup bittiğini fark etmeyen ve her şeyi “facebook” üzerinden yaşayan bireyler olarak bizler, gerçekte nereye aitiz ve acaba dünyanın bu hâlini gerçekten seviyor muyuz? Bilmiyorum. Sadece, resim öğretmenimizin bize yaptırdığı birbirinden güzel kartpostal örneklerini, zarf süslemelerini ve rengârenk kâğıtları nasıl da itinayla koruduğumuzu hatırladıkça şimdiyi yadırgıyorum… Yadırgıyorum çünkü Türkçe öğretmenimizin dilimize ne kadar önem vermemiz gerektiğini vakur bir tebessümle anlatışını ve aynı adamın büyük bir kararlılıkla “Eğer otobüste yaşlı birini görüp yer vermezseniz, size hakkımı helâl etmem!” sözlerini de unutamıyorum! Çünkü bu sözler kadar gerçekti mektup. Bu sözler gibi oktu ve saplanırdı!

Haberin Devamı

Eğer dilini yaralarsan oka hedefsindir çünkü! Ve çünkü gerçeği yitirmeye başlamışsındır ve değer görmezsin kendinden sonrakilere, kendinden önce kalanların sana bıraktıklarını… Oysa şimdi sonbaharı hatırlatıyor bana mektup! Yaprağın ağacı terk ettiği ve bile bile ölüme, çürümeye uçtuğu anları! Yaprak ağacın dibine düşer, toprağa karışır, ölür; ama inatla ağacı besler, bereketlendirir. Bir sonraki bahar daha gür, daha diri ve daha gerçek bir yaprak dünyaya gelir. Ağacın yaprağı beklediği gibi ben de mektubu bekliyorum; bereketlenmek ve yeşermek için gün sayıyorum.

Dipçe: Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bir ricamız olacak. Lütfen yılın bir gününü “Dünya mektuplaşma günü” seçelim de, bari insanlar o günü bayram belleyip birbirlerine mektup göndersinler! Teşekkürler…

Haberin Devamı

Yitik Ülke Yayınları'ndan çıkan “90’lar Kitabı Çocuk mu Genç mi?” ilk baskısının üzerinden hatırı sayılır bir süre geçmesine rağmen, hâlâ yoğun ilgi görmeye devam ediyor. Kadir Aydemir’in öncülüğünde yayına hazırlanan kitapta 90’lı yıllara ait birbirinden güzel öyküler, anılar ve anlatılar bulmak mümkün… Ben de bir 90’lar çocuğu olarak, o dönemde yaşadığım güzel anıları “Facebook’ta mektubu yâd edenler ‘beğen’sin” adlı yazımla kitapta yer almıştım. Eski anıların yeni kitaplarda bulunması ne güzel… Umarım, bu yayınların devamı gelir.

Yazarın Tüm Yazıları