Ne telli ne telsiz

Bu haftanın Tempo’sunda yer alan, Alper Mestçi ve Hüseyin Özcan tarafından hazırlanan Serin Duruş köşesi’nin, (Bu arada ‘Serin Duruş’u hazırlayan ekibin şahane internet sitesi shockhaber.com’a ne oldu ya?’ diye sormak ister aç bilaç bünye?..

Özlüyoruz kendilerini; öyle haftada bir kesmiyor yani...) bir bölümü, Cep Telefonlarının Özellikleri başlığını taşıyor:

SORU: Sadece konuşmaya yarayan, başka hiçbir özelliği olmayan telefonların piyasaya çıkması çok yakın. Yaklaşık 30-40 YTL civarında olması beklenen bu telefonların en büyük müşterisi kim olabilir? Birkaç örnekle konuyu açıyoruz.

Örnekler de şöyle:

n Özellik: Kısa mesaj atma.

Olayın Kahramanları: Şenol İpek, Yüksel Ak, Çağla Şikel...

Özet (Özet bölümlerini de alıntılarsak, alıntılar bütün köşeyi kaplayacağı için bizimki özetin özeti olacak.): Malûm, Çağla Şikel’in Şenol İpek’e çektiği ‘Tostumu yedim’ mesajı...

n Özellik: Görüntü kaydetme.

Olayın Kahramanları: Gökhan Demirkol, Gamze Özçelik, Reha Muhtar, tüm medya...

Özet: Malûm, meş’um hadise...

n Özellik: Ses kaydetme.

Olayın Kahramanları: Hülya Avşar, Kaya Çilingiroğlu, Feraye Tanyolaç...

Özet: Malûm, horlama meselesi...

O bir yana da, bu telefonların gönlüne göre çalanı yok mudur; benim ‘mağduriyetim’ de o yönde zır-zırlıyor ya da işte bip-bipliyor...

İlk cep telefonum, televizyon satın aldığımda, yanında promosyon babında verdikleri takozumsu Siemens’di. Sene ‘97...

Bugüne kadar da herhálde hemen her marka ve hattan cep telefonu kullanmışımdır.

532’ler, 542’ler, 535’ler, 537’ler... Ericsson’lar, Samsung’lar, Nokia’lar, şunlar bunlar...

Beher telefonu ortalama üç haftada filan kaybettiğimi düşünüp hesap edin işte...

Sonunda bezdim... Zaten telefon muhabbetinden hazzetmem. Telefon kullanmamaya karar verdim. Becerdim de yani... O şekilde de yaşanabiliyor malûm... Üstelik inanın, daha bile huzurlu yaşanıyor...

Gelin görün ki Hürriyet’te çalışmaya başlarken, Neyyire ile yaptığımız görüşmede onun öne sürdüğü iki koşuldan biri cep telefonu edinmemdi.

El mahkûmdu; edindik... O günden bugüne yaklaşık üç sene...

Gazetenin anlaşmalı olduğu bir yerden, taksitle, nasıl olsa yine kaybederim diye iki adet edindim. Ve onları da ışık hızıyla kaybettim.

Sonra bir Sony Ericsson’um oldu ki iki küsur yıldır birlikteyiz. Ben kendisini Lassie ismiyle anmayı tercih ediyorum.

Cihazı kaybetmek mümkün değil kardeşim. Kaybediyorsunuz, en beklemediğiniz yerlerden geri dönüyor. Nazar değmesin; altı-yedi kez filan oldu bu.

Bir keresinde Allah razı olsun, dünya tatlısı bir taksici beyefendi, beş günlüğüne sekreterliğimi bile yaptı: ‘Bu Ebru Hanım’ın telefonu, arabamda unutmuş. Ben aleti kendisine çarşamba günü ulaştıracağım. Mesajınız varsa ileteyim’ diye...

Telefon, eksiksiz bir arayanlar listesiyle birlikte döndü geldi yine...

Fakat telefon dediğiniz meret, olsa bir türlü olmasa bir türlü...

Uzun süredir İstanbul’da olmadığım için telefon çalmaz oldu. Her gün görüştüğüm belli birkaç kişi ve gazeteden açılan ‘Yazı nerde kaldı?’ telefonları haricinde tık yok.

Geçenlerde evden çıkarken telefonu evde unutmuşum. Bütün gün aklım orda. İşin kötüsü, dönünce cevapsız bir çağrı olmayacağını da biliyorum.

Bu konuda birlikte oturduğum arkadaşlara fena ağlak yapmış olsam gerek ki dönünce ne göreyim... Birileri aramış olsun diye, incelik göstermiş, yanlarından ayrılır ayrılmaz, benim telefonu çaldırmışlar.

Eni konu acıklı bir durum... ‘Bana acımayın, beni sevin!’ makamından ağlayacak gibi oldum.

Benim cihaz, mesaj yolluyor, fotoğraf çekiyor, ses kaydediyor. Ama isterse ütü de yapsın yani, bana ne...

Bir kez telefon edindiniz mi, çaldı mı ayrı angarya, çalmadı mı insanı beter depresyona sokuyor...
Yazarın Tüm Yazıları