Lunatiğin güncesi

Kimileri kendini şartlamaya bağlı bir zırvalık olduğunu iddia edebilir. Öyleyse bile, ben bu konuda kendimi bayağı sağlam şartlıyorum demektir.

Hezeyanlarının tezahürleri zaten bellisiz, gel-git tabiatlı bünye, ne zaman bendine sığamayacak derecede galeyana gelse... Ne zaman içimdeki devinim haddinden fazla kudursa, ne zaman en abuğundan bir duygusal kabarma yaşasam aynı şey...

Kafayı kaldırıp da onun o yaşlı, somurtkan suratıyla yüzyüze gelmediğim vaki değildir: ‘Biliyordum namussuz!’

Sanırım ben lunatik denilen tiplerdenim. Halet-i ruhiyesi ayın seyrine fena hálde endeksli tiplerden yani. Daha doğrusu dolunayda hafif tertip delirenlerden. Ayakta zaatürre atlatırcasına, kliniğe kapatılmadan etmeden delilik krizi geçirenlerden... (Ergenliğini 80’lerde heba etmiş olanlar, daha ziyade I Like Chopin şarkısıyla tanınan Gazebo’nun Lunatic’ini de hatırlayacaktır! Hadi hep birlikte terennüm ediyoruz...)

Hakikaten böyle bir şey var mıdır yok mudur bilmiyorum.

Ancak, dolunay dönemlerinde dişlerimin kamaştığını, hatta dişlerimin -cılkını çıkartmazsak hakkı kalır- uzamaya başladığını hissettiğimi adım gibi biliyorum.

Geçtiğimiz hafta, Dolunay Hazretleri, ‘87 Haziran’ından bu yana dünyaya en yakın noktadan gösterdi suretini malûmunuz.

Ay’ın neden böyle tabak ötesi tepsi kıvamındagöründüğünü açıklayan haberler, hemen hemen bütün basın-yayın organlarında yer aldı.

Kendileri bir kez daha bu kadar yakın temasa 21 Haziran 2016’da gelecekmiş. Ben, ölmez de sağ kalır düşüncesiyle, şimdiden kendimi ve çevremi korumak adına bir önlem paketi geliştirmeye karar verdim.

Kendimi eve kapatmakla yetinmeyeceğim, aynı zamanda bir deli gömleğiyle kendimi yatağa bağlayıp o hafta geçene kadar televizyon seyredeceğim.

(Herhálde 2016’ya kadar TV kumandasını kullanmaya olanak tanıyan yeni model bir deli gömleği piyasaya sürülür?)

Diyeceksiniz ki ‘Manyak mısın, belanı mı arıyorsun, televizyon her türlü çıldırma temayülünü her türlü uyarıcıdan beter tetikler!’

O da doğru yani. Bilemiyorum belki sakinleştirici müzikler filan dinlerim sırf...

Neyse işte...

Geçen hafta canım burnumda dolandım durdum. Şahsıma dair cümlelerin içinden normal kelimesinin geçtiğine zaten pek sık rastlanmaz ama?.. Bu seferki garip ötesi bir durum.

Konuşmaktan ziyade hırladığım ve hem kendimi hem çevremi hırpaladığım bir haftaydı.

Kafayı çıtırdatmak tek başına kesmedi, üstüne bir de bileği çatlattık.

Cuma gecesi bileği ‘hafif’ zedelemişim.

Cumartesi sabahı baktım ki guttan öte fil hastalığına tutulmuş birinin hálini andırıyor belim bilek cenahı.

Bu konularda hafif köylü tabiatına sahip olduğum ve acı toleransımın da hayli yüksek olmasından dolayı ilaç-merhem babında ‘geçince geçer’ kullandığım için doktora moktora da göstermeden üç gün boyunca o ayağın üzerinde gezindim bir de salak gibi.

Bugün artık acı, tolerans molerans tanımaz kıvama varınca, lutfedip revire gittim. ‘Röntgen görmeden bir şey yapamayız. Muhtemelen kemiği çatlatmışsınız’ dediler.

Şimdi bu yazıyı bir an önce postalamam lázım. Zira hastane yollarına düşmek üzereyim.

Müstehaktır, değil mi? Eskilerin demiş olduğu gibi: ‘Akılsız başın cezasını ayaklar çeker.’

Buna da şükür diyelim. En azından çömleği ya da kafayı kırmadan atlattık.

2016’ya Allah kerim...
Yazarın Tüm Yazıları