Kendimi Sevgi'nin yerine koydum

BAZI olaylar var ki, kendimi oradaki insanların yerine koyup, neler yaşadığını hissetmeye çalışırım.

Mesela, düşmeye başlayan bir uçaktasınız...

O an ölüm korkusu, insanın kimyasında neleri altüst eder, o kimya, sinir sisteminde neleri tetikler?

Bir inanışa göre, uçak daha yere çakılmadan, insan zaten ölmüş olur.

Veya Dumlupınar denizaltısındasınız ve oksijen bitmek üzere.

Acaba ölüm nasıl gelir?

* * *

Dün yine böyle bir havadaydım.

Kafam darmadağın.

Sanki bir Tarantino filmindeyim.

Suriye tarafından gelen bir kum bulutu, köyün üzerine çökmüş.

Tabiat insanın kanını donduracak bir katliam için tertibatını almış, dekorunu hazırlamış.

O kum sisinin içinden, karşıda bir evin cılız ışıkları görünüyor.

Eli silahlı birtakım adamlar, evin kapısından içeri giriyor.

Histerik çığlıklar atarak etrafı tarıyorlar.

Evet, bir Tarantino filmi.

Hatta ondan bile kanlı.

İnsan her filmde kendini birinin yerine koyar.

Bu katliamda kendinizi kimin yerine koyup, hangisinin etine ruhuna bürünüp olayı onun gözüyle seyretmeyi isterdiniz?

Kalaşnikof’lu caninin mi?

Her gün insanlara, "Allah’ın verdiği canı almak hakkı sadece Allah’ındır" diye vaaz eden gencecik, pırıl pırıl imamın mı?

Ölen erkeklerden birinin mi?

Yoksa katillerden birinin mi?

* * *

Bir de uğruna 44 can alınan Sevgi var.

Adı Sevgi. Ben kendimi işte o kızın yerine koyup, onun gözleriyle etrafa bakıyorum.

Yan odadan Kalaşnikof tarakaları geliyor.

Canhıraş feryatlar duyuyorum.

Kaçacak yerim, sığınacak bir deliğim yok.

Gözü dönmüş, vicdanı sönmüş, kanı 60 dereceye çıkmış caniler biraz sonra odaya girecek.

Kulaklarınız sağır olmuş, yan odadan gelen keskin barut kokusu, sıranın birazdan size geleceğini haber veriyor.

Arada geçen süre acaba kaç dakikadır?

O üç beş dakika acaba çok mu hızlı geçmiştir, yoksa yıllar kadar uzun mu sürmüştür bu ölüm ayini.

Katliamın provası yok ki bilesiniz.

Bilen, o acıyı tadan, artık yaşamıyor.

Yaşayansa bilemiyor.

* * *

Bazen de kendimi o canilerden birinin yerine koymaya çalışırım.

Bir insan başka bir insanı nasıl öldürebilir?

O tetik nasıl düşürülür, o bıçak nasıl sallanır, hiç bilemem.

Bırakın insanı, bir hayvan nasıl kesilir, bir kuşa, bir domuza nasıl kurşun atılır, onu da anlayamam.

Kendimi ne bir katilin, ne de bir avcının yerine koyabilirim.

O yüzden katili anlamaya da çalışamam.

Anlayamadığım için de hafifletici neden bulamam.

Töreymiş, tahrikmiş hiç anlamam.

Kendimi bir tek, o yan odadaki zavallı kızın, Sevgi’nin yerine koyabilirim.

* * *

Sevgi acaba ölürken neler hissetmiştir?

Hissedecek zamanı olmuş mudur?

O adamla evlenmek istiyor muydu?

Uğruna 44 kişiyi katledecek kadar onu isteyen öteki adam hakkında ne düşünüyordu?

Belki uğruna öldürüleni de, uğruna öldüreni de istemiyordu.

Belki gönlünde yatan bir başkası vardı.

O yüzden kendimi Sevgi’nin yerine koyuyorum ve düşünüyorum.

Kim bilir belki o katliam gecesinin tek mutlu insanı oydu.

Belki de ölüm, böyle bir bölgede kadın olmaktan çok daha güzel bir şeydi.

Kim bilir, bu ölüm gecesi, belki de Sevgi’nin kurtuluş günüydü.

Belki de Güldünya’nınki gibi onun yüzünde de hafif ama iğneleyici bir tebessüm vardı.
Yazarın Tüm Yazıları