Kayseri’de silahlı bir Akıncı Gençlik kampı hikáyesi
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Laik çevrelerin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi, bir dönem Milli Görüş "gömleği" giymiş siyasilerin "gizli maksatlar" peşinde oldukları şeklindeki şüpheleri sürüyor.
Gül ve Erdoğan her ne kadar değiştiklerini söyleseler de bu çevrelerin kuşkuları giderilemiyor. Kimin haklı çıkacağını elbet zaman gösterecek. Ama gelin sizi, 1980 öncesi, Milli Görüşçü Akıncı Gençler Derneği’nin Kayseri’deki silahlı bir kampına götüreyim; o kampta yaşananların dünü ve bugününü yazayım. Belki "kuşku tartışmalarına" bir nebze katkımız olur!..
Kampın gece nöbetçisi, 17 yaşındaki Kamil Dağaslan’dı; belinde tabancası, elinde av tüfeğiyle çevreyi gözetliyordu.
Kamptaki diğer 16 kişi, gelişigüzel yapılmış çadırlarda uyuyorlardı.
Yaşları 15 ile 18 arasında değişen kamptaki bu gençler, gün boyu beden eğitimi yapıyor; silah atmayı ve patlayıcı madde yapımını öğreniyordu. Kamptaki genç Akıncılar, Kayseri, Nevşehir, Niğde ve Kırşehir’den gelmişlerdi. Çoğunluğu imam hatip öğrencisiydi.
Liderleri, Kayseri Akıncılar Derneği Başkanı Osman Yapar’dı.
Akıncı Gençler Derneği (AK-GENÇ) 1 Mart 1980 tarihinde kuruldu.
Milli Selamet Partisi’nin gençlik örgütüydü.
Derneğin amacı, "sınırsız ve sınıfsız bir İslam devleti kurmaktı".
Süvari müfrezesi anlamına gelen "Seriyye" adlı bir yayın organları vardı.
Akıncılar’ın silahlı kampı sadece Kayseri Yahyalı’da değildi. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde 30 kampı vardı.
Kampların amacı, "ilerideki çetin mücadelede görev alma kabiliyetinde olan din kardeşleri" eğitmekti.
SİLAHLI ÇATIŞMA
Çevredeki köylülerin ihbarını değerlendiren Kayseri Jandarma Alay Komutanlığı askerleri, sabaha karşı Akıncılar kampını kuşattı.
Askerler, "teslim olun" çağrısını yapmaya fırsat bulamadan silahlı direnişle karşılaştı.
Kamp nöbetçisi Kamil Dağaslan, birden karşısında askerleri görünce heyecanlanıp silahını ateşlemişti.
Askerler ateşe karşılık verince Kamil Dağaslan, oracıkta can verdi.
Silah seslerine uyanan kamptaki diğer Akıncı gençler, ne olduğunu anlamadan çatışmanın ortasında kalakaldılar.
Çatışma kısa sürdü. Kampın lideri Osman Yapar, Türkay Gürlek ve Sami Öztürk yaralandı.
Kaçamayacaklarını anlayan Akıncı gençler teslim oldu.
Kampta yapılan aramada, 5 adet tabanca, 14 adet dinamit lokumu ve fitili, 4 av tüfeği, havalı tabanca ve çok sayıda mermi bulundu.
Kampta ele geçirilen afiş ve pankartlarda, "Ya Şeriat, Ya Ölüm", "Her Akıncı Bir Mermi, Kuracağız İslam Devletini" gibi sloganlar yazılıydı.
Kayseri Akıncılar kampında yakalananlar, çıkarıldıkları mahkemece tutuklandılar. 20 gün sonra 12 Eylül 1980 askeri darbesi oldu.
Kayseri’dekiler de dahil, Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki kamplarda yakalanan Akıncılar, Ankara Mamak Askeri Cezaevi’ne kondu.
Tekrar işkenceli sorgulamadan geçirildiler.
Mahkemeleri bir yılı aşkın sürdü. Nihayetinde hepsi tek tek tahliye oldu.
Ve hayatlarını devam ettirmek için yeni bir mücadele içine girdiler.
ŞİMDİ NEREDELER?
- Çatışmada yaralanan Türkay Gürlek, o dönemde Nevşehir İmam Hatip Lisesi 4’üncü sınıf öğrencisiydi. Bugün Nevşehir’de "Gür Vigo Tekstil" adlı şirketin sahibi. Şiir yazıyor. Siyasetle ilgilenmiyor.
- Kayseri İmam Hatip Lisesi 5’inci sınıf öğrencisi Faruk Hasetçi, aynı zamanda boksördü. Cezaevinden çıktıktan sonra boksu bırakmadı. Milli takıma kadar yükseldi. Türkiye’yi yurtdışında temsil etti. Halen Türkiye Boks Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi. Kayseri’deki "FEM Çorapları"nın üç ortağından biri. Hasetçi, Refah Partisi Kayseri İl Yönetim Kurulu üyesiydi; 24 Ocak 1997 tarihinde Kayseri’ye gelen Necmettin Erbakan’ın korumalığını yaptı. Ancak koruma görevi sırasında bazı partililerle birlikte, tek tip güvenlik üniforması giydiği için yargılandı. Bunun üzerine siyasetten soğudu.
- Kayseri Pınarbaşı doğumlu Erdoğan Akan, Akıncılar kampına okuduğu Niğde İmam Hatip Lisesi’nden gelip katılmıştı. Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi. Halen Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı Destek Hizmetleri Daire Başkanı. 2004-2005 yılları Milli Güvenlik Akademisi 57. dönem müdavimiydi; yani askerler tarafından "güvenilirlik" belgesi almıştı. Aynı zamanda tekvando milli hakemi. Bu arada Türkiye Tekvando Federasyonu’na adaylığını koydu; az bir oyla kaçırdı.
- Yusuf İnce, Kırşehir İmam Hatip Lisesi 6’ncı sınıf öğrencisiydi. Bugün Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nda üst düzey görevde.
- Ali Aydemir, Nevşehir İmam Hatip Lisesi 5’inci sınıf öğrencisiydi. Bugün memleketi Nevşehir’de imamlık yapıyor. Ayrıca Diyanet Sendikası Nevşehir Şube Başkanı. Sendikada yardımcısı ise yıllar önce Kayseri Akıncı kampında birlikte olduğu arkadaşı Baki Öncel.
Baki Öncel de, cezaevinden çıktıktan sonra okulunu bitirdi; Nevşehir’de imamlık yapıyor.
- Mustafa Çakır, kampa katıldığında Nevşehir İmam Hatip Lisesi 3’üncü sınıf öğrencisiydi. Şimdi aynı okulda öğretmenlik yapıyor. İslamcı "İlkadım" dergisine makaleler yazıyor.
- Hamza Süs, o dönemde Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisiydi. Cezaevinden çıktıktan sonra okula devam etmedi. İstanbul’da dolmuşçuluk yapıyor.
- Çatışmada yaralanan Sami Öztürk ise bugün halı ticaretiyle uğraşıyor.
23 Ağustos 1980’de Kayseri Akıncılar kampında olanlardan sadece bu isimlere ulaşabildim. Diğerleri nerede ne yapıyor bilemiyorum.
Bildiğim, zamanın, insan hayatlarını bambaşka yerlere savurduğu...
Görünen o ki, zaman, silahlı Akıncıları düzenin içine çekip ılımlılaştırmıştı.
"Sınıfsız ve sınırsız bir İslam devleti" peşinde koşan Akıncılar, zamanla sınırlı bir hayatın içinde sınıf atlama peşine düşmüşlerdi!
Artık sloganları değişmişti: "Yaşasın Yeşil Kapitalizm!"
AKP’NİN VETO ETTİĞİ AKINCILAR
Akıncılar’ın bir bölümü siyasetten kopmadılar.
Ancak siyasi hayat, yıllar içinde onları bambaşka mecralara yönlendirdi:
Akıncıların büyük lideri, Milli Görüş’ün efsanevi dava adamı Tevfik Rıza Çavuş bile zamanla değişti; 1991 yılında DYP’ye katıldı!
Akıncılar’ın dergisi "Seriyye"ye makale yazan Erdem Beyazıt, ANAP listesinden TBMM’ye girdi.
Akıncılar Derneği Ankara Başkanı Ersönmez Yarbay, RP-AKP milletvekilliği yaptı. Son seçimlerde veto edildi, listeye alınmadı.
Akıncılar bugün, merkezi Ankara’da olan Server Vakfı çatısı altında sosyal faaliyetler peşinde koşuyor.
Vakfın başkanlığını ise eski AKP Kahramanmaraş milletvekili M. Ali Bulut yürütüyor.
Son seçimlerde Bulut da veto edildi, milletvekili yapılmadı.
"Kuşku duyulan" Başbakan Erdoğan, Akıncılar’ı listesine almamıştı!
Burada da bir kez daha karşımıza çıkıyor ki, tartışmalarımızı bilgiye dayalı olgularla yapmalıyız.
Çünkü insan tanımadığından korkar.
Çankaya Köşkü’nün ’1915’ sırrı
1915 Ermeni tehcirine ilişkin dünyaya en güzel yanıtı artık Cumhurbaşkanı Abdullah Gül verebilir.
Şöyle ki:
Yazmıştım; Çankaya Köşkü’nün ilk hali olan bağ evinin sahibi Ermeni bir tüccar olan Ohannes Kasapyan (1857-1944) idi.
Ankara keçisi yetiştiricisi ve 1500’e yakın dokuma tezgáhında ürettiklerini Manchester’a ihraç eden Ohannes Kasapyan, 1915 yılında büyük Ermeni göçünde Ankara’yı terk etti.
Ohannes Kasapyan’ın bağ evi, zamanla Çankaya Köşkü’ne dönüştürüldü.
Şimdi Çankaya Köşkü’nde, 1915 yılında Siirt’ten ayrılıp Kayseri’ye göç etmiş bir ailenin torunu olan Abdullah Gül oturuyor.
Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Gül dünyaya şu mesajı vermelidir:
"1915 yılında Anadolu’da büyük olaylar yaşandı. Bu olaylardan sadece Ermeniler değil, tüm Osmanlı tebaası etkilendi. Benim ailem de göç etmek zorunda kaldı. Ermeni kardeşlerimize yapılan soykırım değildir; sadece Birinci Dünya Savaşı koşullarının dayatmalarıdır. Ve bu büyük altüstten, benim ailem de etkilenmiştir."
TEKELİOĞLU’NUN AÇIKLAMASI
AKP İzmir Milletvekili Mehmet Tekelioğlu, Abdullah Gül’ün kız kardeşi Türkan Hanım ile evli. Milletvekili Tekelioğlu, aynı zamanda Gül’ün halasının oğlu.
Sayın Tekelioğlu, geçen hafta yazdığım "Abdullah Gül’ün 600 yıllık soyağacı" başlıklı yazıma bir ekleme yaparak, Abdullah Gül’ün baba soyağacını gönderdi.
Gönderilen soyağacı benim yazdığımdan farklı değildi; sadece daha ayrıntılıydı. Sayın Tekelioğlu, soyağacını Hacı Mehmet Efendi ile başlatıyor ve şöyle sürdürüyordu: Hacı Mehmet-Osman-Ahmet ve Hayrullah.
Kayseri’de Gülükimamoğlu olarak tanınan Hayrullah’ın altı çocuğu vardı: Ahmet Hamdi (eşi Adeviye)- Hamdiye (eşi Ali)- Mehmet (eşi Yüksel)- Mustafa (eşi Ayşe)- Mahmut (eşi Firdevs) ve Ömer (eşi Nimet).
Abdullah Gül, Ahmet Hamdi’nin oğluydu.
Mehmet Tekelioğlu ise Hamidiye Hanım’ın oğluydu.
Sayın Tekelioğlu’nun yazıma ilişkin bir de açıklaması vardı:
Abdullah Gül’ün babası Ahmet Hamdi Gül’ün içgüveysi olduğunu yazmıştım; bu cümle Gül ailesinde üzüntüye yol açmış.
Cumhurbaşkanı Gül’ün babası Ahmet Hamdi Gül ile annesi Adeviye Hanım’ı hiç üzmek istemem.
Düzeltiyorum; Ahmet Hamdi Gül, evlenince Satoğlu apartmanına taşınmıştır ama içgüveysi olmamıştır. Ailesine ve çocuklarına kendi alın teriyle bakmıştır.
Üstadımız Hasan Pulur’a not
SAYIN Hasan Pulur, Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde (29 Ağustos) bizim geçen hafta kaleme aldığımız Abdullah Gül’ün 600 yıllık soyağacını konu etti.
Hayır, benim üzerinde duracağım konu Cumhurbaşkanı Gül’ün soyağacına ilişkin yazdıkları değil.
Sayın Pulur, makalesinin girişinde, rahmetli gazeteci Ömer Sami Coşar’ın arşivciliğinden bahsediyordu: "Arşivciliği rahmetli Ömer Sami Coşar’dan gördük, ikimiz de Milliyet Yazı İşleri’nde çalışıyoruz. (...) Ömer Sami Abi, iyi hoş da, gazeteleri delik deşik ediyor. Elinde makas, sayfalar kevgir gibi, ilgilendiği her haberi, yazıyı kesiyor, saklıyor, zarfa koyuyor. Kim bilir şimdi bu arşiv nerededir?"
Sayın Pulur’un sorusunu "ödev" kabul edip araştırdım...
Gazeteci Ömer Sami Coşar, sara hastasıydı.
19 Mart 1984’te öğleye doğru Taşucu’nda denize girdi, yüzdü; tam denizden çıkarken sara nöbeti geldi, suya düştü ve bacak boyu kadar bir derinlikte boğularak öldü.
Arkasında içi kitap ve dosyalarla dolu bir ev bıraktı.
Kızı Gülsüm Sami ve oğlu Hami Sami Coşar, binlerce kitap ve dosyalardan oluşan kütüphaneyi koyacak yer bulamadılar.
Babalarının ölümünden bir yıl sonra Taşucu’ndaki kütüphaneyi İstanbul’da sahaflık yapan Tunç İnal’ın sahibi olduğu İnal Kitabevi’ne sattılar.
Yine bir meslek büyüğümüz olan Gazeteci Ünal İnanç, bir sohbet sırasında MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas’a, Gazeteci Coşar’ın arşivinin sahaflara düştüğünü söyledi.
Hiram Abas konuyla ilgilendi; basımı yapılmayan kitapların kendi arşivlerinde olmasının iyi olacağını düşündü. Ayrıca dosyalarda özel bilgiler de olabilirdi.
Bir gün İnal Kitabevi’ne dört sivil MİT görevlisi geldi. Rahmetli Coşar’ın kitaplarının bir bölümünü satın aldılar. Satın alan, kurum olarak MİT miydi, yoksa Hiram Abas kendi kütüphanesi için mi almıştı, bilinmiyor.
Bilinen, kütüphanedeki kitapların pek işe yaramadığıdır! Rahmetli Coşar’ın kendine özgü bir arşiv oluşturma tekniği vardı. Örneğin, okuduğu kitaplardan ilgisini çeken sayfaları kesiyor, ilgili dosyaya koyuyordu.
Yani sahafa satılan kitapların çoğunun sayfaları kesikti!..
MİT görevlileri, Coşar’ın dosyalarını sordular.
Ne yazık ki, Taşucu’ndaki dosyalar alım sırasında çöpe atılmıştı!..
Durun, hikáyemiz bitmedi. Olayın bir de ikinci bölümü var:
Gazeteci Coşar’ın arşivinin tamamı, Taşucu’nda değildi.
Sayın Pulur’un gönlü rahat olsun; Gazeteci Coşar’ın Taşucu’na götürmediği bir diğer arşivi bugün oğlu Hami Sami Coşar’ın Acarkent’teki evinin en müstesna köşesinde duruyor.
Sayın Pulur zaman bulabilirse, yakın arkadaşının bu özel arşivini gidip görebilir.
Bu arada: Acarkent’teki galeri için Acarlar Şirketler Topluluğu Yönetim Kurulu Üyesi Funda Acar, belki Coşar’ın arşivindeki fotoğraflardan bir sergi açılması için önayak olur.