Kaleydoskop içine hapsolmuş kanatsız bir melek

Ata Demirer’in sahne gösterilerinin reklam sloganıdır hani: Tek kişilik dev kadro...

Bu tabir, Cem Adrian için de pekálá kullanılabilir ve hatta ona daha bir cuk oturabilir.

Cem Adrian, bir mucize gibi geldi huzura. Ve her mucize gibi, kendisi son derece kompleks, sofistike bir varlık olmasına rağmen, ilk etapta insanın zihnine düşürdüğü soru, hayli salakça: ‘Böyle bir şey olabilir mi?’

Cem Adrian karşısında zira, insan, gayri ihtiyari hafiften salaklaşıyor.

Budur yani sorumuz: Cem Adrian nedir, nasıl bir şeydir?

O insansa biz neyiz, biz insansak o ne?

Onunla ilgili ilk geniş haberi kaleme alan Emel’in (Armutçu), bundan birkaç ay önce, Cem Ardian’ın ne mene bir ‘tür’ olduğunu anlatırken yüzünde beliren ifadeyi düşünüyorum da...

Zaten had safhada serin bir ablamızdır; aklına mukayyet olabildiği için tebrik etmek lázımmış meğer. O zamanlar bilmiyorduk.

Ben onun kadar serinkanlı olmadığım için, Cem Adrian’ın bu aralar müzik kanallarında klibi dönen çıkış şarkısı Ben Bu Şarkıyı Sana Yazdım ile aynı adı taşıyan albümünü dinlediğimde, ‘Tut aklını kaçmasın’ hállerine düştüm.

NORMAL İNSAN SESİNİN ÜÇ KATI

O günden beri albümü sayısız defa dinledim. Hálá ağzı hayretten beş karış açık bir hayranlık içindeyim, hálá salak gibiyim.

Cem Adrian’ın ismini hálá duymamış, hakkında çıkmış haberleri okumamış olanlar varsa diye... Tarifi Emel’in yazısını anarak yapalım:

‘Cem Adrian, ‘dünyaya bin yılda bir gelebilir’, bastan koloratür sopranoya kadar uzanan bir oktav yelpazesine sahip sesiyle önümüzdeki günlerden itibaren çok duyulacak bir isim olacak. Daha açık anlatmak gerekirse; aynı parçada, ardı ardına bas, bariton, tenor, alto, soprano, koloratür soprano seslerini çıkarabiliyor. Sesini ayrıca pek çok enstrümana dönüştürebiliyor. Fazıl Say’a göre bile anlatması zor: Cem erkek sesi, Cem kadın sesi, Cem çocuk sesi... Louis Armstrong, Ray Charles, Mariah Carey, Björk, Ruhi Su, Maria Callas, trompet, sürdinli trompet, viyola, ağız mızıkası, Anadolu gırtlağı, Arap gırtlağı, zenci gırtlağı... Ana evreninde pop ama aynı zamanda caz, rock, klásik, etnik, tekno. Hepsi bir kişi: Cem Adrian.’

Cem Adrian, Fazıl Say’ın da iteklemesiyle doktora gidip 6,75 oktavlık ses perdesinin kerametini sormuş. Sonuç: Normal bir insanınkinin üç katı uzunluğunda ses telleri...

GERİSİNİ HERHALDE TARİH YAZACAK

1980, Edirne doğumlu Cem Adrian, müziğe küçük yaşlarda amatör olarak başlamış. Altı yıl boyunca Edirne’de yerel bir radyoda DJ ve program yapımcısı olarak çalışmış. Sonra bir şekilde Fazıl Say ile tanışmış ve gerisini herhálde tarih yazacak.

Zira Fazıl Say’la tanışma hikáyesi bile işin içinde ilahi güçlerin parmağı olduğunu düşündürüyor:

Müzik camiasına bir yerinden bulaşabilmek için Edirne’den kalkıp İstanbul’a geliyor. Bir dönem biri DJ, biri dansçı iki arkadaşıyla Mistika adlı bir grup kurup Ritz Carlton, Q Jazz Bar, Safran gibi mekánlarda sahneye çıkıyor. Bu arada bir yandan yaptığı demoları plak şirketlerine yollayıp mütemadiyen refüze ediliyor, bir yandan da gündüzleri Etiler’deki kafelerde para karşılığında kahve falı bakıyor.

Bir gün devamlı müşterisi olan müzisyen bir kadına dinlemesi için demosunu veriyor. O müzisyen, demoyu Fazıl Say’a ulaştırıyor. Akşamında Cem Adrian’ın telefonu çalıyor. Arayan: ‘Merhaba, ben Fazıl...’

Üç gün sonra Adrian, Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’ne özel öğrenci statüsünde kabul ediliyor.

Ben Bu Şarkıyı Sana Yazdım’da yer alan şarkılar, Edirne’de, radyoda çalışırken, kendine uyarladığı sample’ların üzerine, çoğunlukla kendi bestelerini seslendirdiği ve yine kendi yaptığı vokallerle ve taklit ettiği enstrümanlarla zenginleştirdiği tek kanal kayıtların derlemesinden oluşuyor.

Had safhada ‘amatör’ bir iş yani. Gelin görün ki tam da bu yüzden, insan daha da fena afallıyor.

BEDENİNİ DE ŞEKİLDEN ŞEKLE SOKUYOR

Ben Bu Şarkıyı Sana Yazdım’ın klibini Devrin Usta yönetmiş. Çekimler eski Kanal 6 Stüdyoları’nda gerçekleşmiş, postprodüksiyon ise İmaj Stüdyoları’nda...

Rüya gibi bir klip... Cem Adrian, rengárenk, efsunlu bir atmosferde, bedenini de sesi gibi şekilden şekile sokuyor.

Ne kadar salakça bir cümle kurmak üzereyim bilemiyorum ama salaklaşma meselesine daha önce değinmiş olduğum için gönül rahatlığıyla söyleyebilirim:

Cem Adrian, klipte, kaleydoskop içine hapsolmuş kanatsız bir melek gibi...

Tek kişilik dev koro ya, klibin çekimlerinde de pek çok alanda emek vermiş Cem Adrian: Klibin konseptinin belirlenmesi, renklerin ve desenlerin seçimi...

Kostümünün kumaşını kendisi seçmecesine, tasarımını yapmacasına, dikilirken işin başında dikilmecesine: Tepeden tırnağa Cem Adrian.

Milliyet’ten Elif Korap’a verdiği röportajda, soyadının anlamını şöyle açıklamıştı vaktiyle:

‘Kendi seçimim. Eğer bir soydan söz ediyorsak bu, geldiğim yer olmalı diye düşündüm. Edirneli olduğum için de Adrianapolis’e gönderme yaptım. Adrianapolis’in Adrian’ını aldım. İbrahim Tatlıses’lerin döneminden olsaydım Cem Çokses olurdum herhálde.’

Nüktedan da bir kardeşimiz anlayacağınız ama biz yine de ‘Allah talihini benzetmesin’ diyelim yani; şakası bile hoş değil!

Fazıl Say, birlikte sahneye çıktıkları ilk konserde onu tanıtırken; ‘İleride Cem Adrian’ın ilk konserinde ben de vardım diye anlatırsınız’ demişti ya...

Ben de derim ki ilerki yıllarda muhtemelen çok daha profesyonel işlerle, dünyanın çok farklı yerlerinde karşınıza çıkacak olan Cem Adrian’ın albümünü alın.

İleride, Cem Adrian’ın ilk albümünün ilk basımı bende var diye torunlarınıza gösterirsiniz.

Şahsen, müziğin ve memleketin selámeti açısından, hani ihtiyacı falan da yok ama seve seve kendi ses tellerimi, Cem Adrian’ın ses tellerine ekleştirilsin diye bağışlayabilirim.

Kulaklarım, ömrümün geri kalanını mutlu mesut idame ettirmem için kafi gelir.

Biz susalım, o söylesin, biz dinleyelim.
Yazarın Tüm Yazıları