Herkesin konuştuğu lokantaya gitmek farz oldu, gittim

Gusto dergisinin ocak sayısında kısa süre önce Gümüşsuyu’nda açılan ve şimdiden İstanbul’un afili lokantalarından biri haline gelen Topaz ile ilgili yazıyı okuduğumda uzun sürecek Güney Amerika yolculuğuna çıkmadan Topaz’a gitmenin şart olduğunu düşündüm.

Şarttı çünkü kiminle karşılaşsam Topaz’a gidip gitmediğimi, gittiysem nasıl bulduğumu soruyor, henüz gitmediğimi söylediğimde de hele bir git de öyle konuşalım dercesine başını sallıyordu.

Kimine göre mekan müthiş, yemekler vasattı.

Kimine göre yemekler müthiş, mekan vasat.

Kimi her ay değişen yabancı şeflerin kuş kondurmadığını söylüyordu.

Kimi bu fırsatı bulunmaz nimet belliyordu.

Mekan Kaya’nın mekanıydı.

Yani Nişantaşı ve Reina içinde yer alan Niş’lerin sahibinin.

Kaya’yı tanırım. Bir işe soyunduysa mükemmel bir iş yapmak adına soyunduğunu bilirim.

Ama aynı adres için karşıma bunca farklı fikir çıkınca ne yalan, mükemmel bir yer açayım derken galiba ipin ucunu kaçırdı diye düşünmedim değil..

Millet konuştu ben dinledim, dinledikçe merak ettim ama son haftaların kargaşası ve onu izleyen hastalıklar silsilesi içinde vakit bulup Topaz’a gidemedim.

Sonra elime Gusto geçti.

Gusto dergisinin müdavimleri bilir: Her ay Ahmet Örs ve Esin Sungur yanlarında çoğu zaman Teoman Hünal, o buralarda değilse başka bir lezzet avcısı, İstanbul lokantalarından birine giderler. Her biri farklı bir yemek ve yemeğe eşlik edecek bir içki seçer. Sonra edindikleri izlenimleri başta yemek olmak üzere servisin kalitesinden ödedikleri hesaba varıncaya dek Gusto dergisi okurlarıyla paylaşırlar.

Üçünün kim olduğunu bilmeyen yoktur ama olur da tanımayan bir iki kişi kalmışsa diye söylemeden geçmeyeyim: Hepsi de ömürlerini ve gönüllerini bu işe yatırmış, bir yeri överken olsun yererken olsun neden övüp yerdiklerini dilleri bükülmeden söyleyen taam erbabıdırlar,

Bu ay Topaz’a gitmişler:

Ahmet Örs, İstanbul’un bu yeni lokantası için şöyle bir benzetme yapmış : Bazen bir konsere giderim, solist çıkar çalmaya başlar ve nerede yanlış notaya basacak kaygısıyla ellerim terler, strese girerim. Bazen de bir solist çıkar daha ilk notadan itibaren rahatlar gevşerim, kaptırır kendimi giderim. Yemek de öyledir, mekanla yemek arasında o uyum oluşursa, yemek de mükemmel geçer, ne gerilinir ne strese girilir.

Bu benzetmeden de anlaşılacağı üzere yemeklerini nerede yanlışlık olacak gerginliği eşliğinde yemişler.

Ama yazının bütünü okunduğunda da fazla da bir eleştirileri yok sanki.

Teoman barın yerinin şimdi olduğu gibi arkada değil muazzam manzaraya açılan camın önünde olması gerektiğini, grisini servisi yapıldığı halde masaya zeytinyağı gelmediğini, ev yapımı ekmeklerin parmak ısırttırmadığını üstelik ekmekler geldiğinde ortalarda gözükmeyen tereyağı gibi eksikliklerin canını sıktığını, böylesine iddialı mekanlarda buna benzer aksaklıkların olmaması gerektiğini söylüyor. Yerden göğe haklı.

Esin Hanım’ın itirazı daha çok puf böreğine. Lezzetli buluyor ama puf böreği diye gelen böreği bildiğimiz puf böreğinden çok kıymalı çöreğe benzetiyor.

Ahmet Örs’e gelince başlangıç olarak gelen kömür ateşinde patlıcana sarılı barbun terin’inden memnun kalmamış. İtirazı yediği yemeğin lezzetinden çok terin olarak sunulmasında. Çünkü terin bilindiği gibi uluslararası bir terim. Yapılan yemek çok lezzetli bile olsa bu teknikle pişirilmemişse -ki durum o- Ahmet Bey haklı olarak sinirlenmiş.

Ana yemek olarak gelen ördeği lezzetli, Esin Hanım’ın ana yemek olarak istediği ayvalı tavuğa eşlik eden falafeli ise kuru bulmuş.

Bir de iskorpit çorbasının fazla kaçan domates sosu var. Burada da hepsi hemfikir.

Bunun dışında fazla eleştirileri yok.

Üç kişilik gruptan Teoman Hünal ve Ahmet Örs’ü bizzat tanırım.

Her ikisinin de iş yeme içmeye geldiğinde kolay beğenmeyen, çıtalarını dünya ölçütleriyle belirleyen insanlar olduğunu bilirim. Onlar bile kusur olarak bunları buldularsa damak zevklerinden pek emin olmadığım başkalarının mekan güzel ancak yemekler vasat demelerini anlayabilmiş değilim.

Artık farz oldu: Gidip denemeliyim.

Annem kuzuya 9 kuşkonmaza 7 verdi babam ıstakozu tek geçti: 10

Annemin yaş günü.

Ne yapsak ne etsek nereye gitsek, içinden çıkamıyoruz.

Sarp’ın evine de bana da gelemezler çünkü babam merdiven çıkamıyor, gündüz için bir program yapsak herkesin işi var, akşam desek geç kalmadan dönmek gerek, ayrıca köprü çilesi çekmesinler diye sürekli karşı yakadaki adresleri düşünüyor ama orada da bizim garip isteklerimizi karşılayacak bir yer bulamıyoruz.

Nereye nereye derken aklıma cankurtaran simidi gibi Topaz düştü.

Tek dert köprü.

Yeni, bilmedikleri bir yer.

Serde bir taşla iki kuş vurmak da var.

Bundan iyisi düşünülebilir mi?

Hemen yer ayırttım.

Saat sekiz bardaydım.

Topaz yüz kişilik büyük bir lokanta.

Ön cephe yere kadar cam. O camların arkasında da canım İstanbul var.

Manzara o kadar güzel ki sanki onun önüne bir şey geçsin istenmemiş. O yüzden dekor hayli sade. Kolonlara ve duvarlara ahşap giydirilmiş. Tavandan sarkan aydınlatmalar bir Türk’ün tasarımı ama Danimarka’dan getirtilmiş. Ve o opalin aydınlatmalar mekanın özelliğini belirlemiş: Bar kısmı, tavan ortası tıpkı o lambalar gibi köşeli.

Masalarda beyaz örtüler...

Lokanta gibi bir lokanta yani.

Barda bir yandan annemleri bekliyor bir yandan içkilerimizi içiyoruz. Sarp’la ikimiz viski, Mus her zamanki gibi votka.

O an karar verdim.

Bıraksam Sarp dışında herkes bildiği bir yemeği seçecek ve mönünün iddialı yemekleri güme gidecek.

Kararım karar: Hepimiz tıpkı Gusto ekibinin yaptığı gibi farklı yemekler deneyecek ve yediklerimize not vereceğiz.

Masaya geçtik.

Annem iyi aşçıdır, başlangıç olarak kuşkonmaz, ardından kuzu istedi.

Babam dalgıç ve balıkçıdır. Denizden babam çıksa yerim cinsinden. Önünü arkasını bırak, iyi bir ıstakoz yeter dedi.

Mus klasikten şaşmaz ama verilen dersi de unutmaz: Çikolata soslu bıldırcın, ardından da mantarlı risotto söyledi.

Sarp her zaman uçarıdır, av eti denedi.

Bana gelince hepsinden tadacağım ya, ben şarabı seçtim: Chianti Classico Peppoli 2003.

Annem kuzuya 9, kuşkonmaza 7 verdi.

Babam ıstakozu tek geçti: 10

Bıldırcın filetonun kendi mükemmel, yanında gelen mercimek iyi; çikolata sos fanteziydi: 8

Risotto 4.5’tan 5’le sınıfı geçti.

Benim kara horozlu Chiantim ise gerçekten iyiydi. Topaz’a gelince...

Topaz, bizim de tattığımız yemeklerin yaratıcısı olan konuk aşçı Laura Sanchez’e rağmen bilinen anlamda bir şef lokantası değil. Yani önünüze gelen yemeklere yarı şaşkınlık bolca hayranlıkla baktığınız, arada yollanan atıştırmalıklara bayıldığınız, adı mutfakla özdeşleşen şeflerin yıldızlarını kaybetmektense intihar etmeyi seçtikleri lokantalardan değil.

Topaz, İstanbul Gümüşsuyu’nda iki ay önce açılmış, her ay değilse de her sezon yabancı diyarlardan gelen şefleri konuk eden, onların mönülerini kendi mönüsüne ekleyen, bizlere farklı tatlar sunmayı hedefleyen çok güzel bir lokanta.

Manzara olağanüstü.

Yemekler lezzetli.

Pahalı.

Nokta.
Yazarın Tüm Yazıları