Hayat güzelmiş... Mişş...Namus mühim (m)işşş...

İsmi bende saklı kalsın; hak edilmiş lákabıyla Büyük Şef, Şile’ye taşındığından beri ciddi bir eksiklik hissiyle yaşıyorum.

Bundan birkaç yıl evvel Şef’in, Cihangir’de kapısı herkese, her zaman açık olan, pek şenlikli bir dairesi vardı.

Şef, bereketli sofrasına şahane misafirperverliğini katardı ki zaten en başta sohbetin tadına doyum olmazdı.

Masasının etrafında, başka yerde normalde bir araya gelmesi mümkün olmayan, binbir farklı çeşit insan toplaşırdı.

Büyük Şef, enteresan tecrübelerden gelmiş, hayatın binbir çemberinden geçmiştir.

İnsan gibi insan, adam gibi adamdır.

Şef’in evinde şahit olduğum bir hadise, bugün gibi hafızamda ki... Benim için çok hakikatli, çok acıklı bir illüminasyon anıdır.

Daha önce de bir kez rastlamış olduğum eşcinsel bir çift, o akşam ofur ofur bir kederdeydi.

Sebebi, içlerinden birinin evlenmek üzere olmasıydı. Bu gay arkadaşlardan birisi, doğulu bir aşiretin evladıydı. Hayatını okumak için geldiği İstanbul’da sürdürüyordu.

Ve cinselliğini tabii ki, özellikle de ailesinden gizli-saklı yaşıyordu.

Fakat işte, yaş kemale ermişti. Aile, kendisine uygun buldukları bir kız beğenmişti. Tıpış tıpış memlekete gidilecek ve evlenilecekti.

O günün üzerinden birkaç hafta geçtikten sonra Şef’in evinde bu çifte yine rastladım. Bir neşe, pür neşe...

Zira tehlike atlatılmıştı. Küçük bir operasyon sayesinde, evlilik mevzuu rafa kalkmıştı. Aşiret mensubu gay arkadaş, nasılını anlattı:

Memlekete gitmişti. Araştırmış taraştırmış, kızın gönlünün senelerdir bir başkasında olduğunu öğrenmişti.

Ailesine haberi büyük bir öfke nöbeti eşliğinde vermişti. Kızın o oğlanla sokaklarda el ele dolaştığını söylemişti.

Nasıldı yani; oğullarına bula bula yollu bir kaltağı mı layık görmüşlerdi?!

Sümme haşaydı. Kız ‘defolu’ çıkmıştı. Gereğine bakılacaktı. Mevzu kapanmıştı.

O hikáyesini bitirmiş, kahkahalarla gülerken Şef ayağa kalktı. Kireç gibi bir suratla kapıya ilerledi, ardına kadar açtı ve sinkaf eşliğinde, ‘Bir daha bu eve ayak basmayı düşünmeyin bile!’ diye bağırdı.

Şapkam olsa, saygıyla çıkarırdım. Olmadığı için kalkıp boynuna sarıldım.

Bugün, Cuma günü Kelebek’te yayınlanan Ayna’dan dolayı Alişan aradı.

Cennet Mahallesi’nde canlandırdığı gay rolünün üzerine yapıştığını, bu yüzden bir sonraki projede esaslı bir sevişme ya da tecavüz sahnesi canlandırmayı düşündüğünü söylemişti ya...

Onunla ilgili... Şaka yaptığını söyledi: ‘Ailem bana karşı tavır aldı ama ben o rolü oynadığıma yine de pişman değilim ki...’

‘Ne güzel’ dedim. Kırk yıldır ikrah getirmiş olduğumuz şu gay rolü canlandırmak delikanlıyı bozar muhabbetini onun kadar genç bir sanatçının ağzında daha da hazin durduğunu düşündüğümü söyledim.

Kaldı ki bırakın oyunculuk iddiasında olan insanların kendine takım elbise ceketi beğenir gibi rol yerine ‘imaj’ beğenmesini...

Her şeyin başında, insanların cinsel tercihlerinden karakter tahlili yapılması teranesi kabak tadı verdi.

Bal gibi de sahtekár hayatlar sürülüyor üstelik.

Cinselliğini ne yazık ki açık açık yaşayamayan eşcinsel bir adam yüzünden, Allah bilir o sevgilisiyle elele tutuşan kızcağızın başına neler geldi.

Namus kurtarmak için tecavüze uğrayan kızlar, mütecavizle evlendiriliyor bu ülkede.

İnsanlar, pavyonlarda masalarında ‘Sen bana Rock Hudson mı dedin?!’ diye cinayet işliyor.

Travestiler iş bulamadıkları için fuhuş yollarında telef oluyor.

O travestilerle ilişkiye giren kerli ferli adamlar, aile babaları, bu sayede kendilerini daha da erkek hissediyor.

Bu arada, çok şükür ve umarız ki adam gibi bir rötuş çekilmek üzere ertelenmiş olan TCK’da, hakikaten sakil, evlere şenlik, abesle iştigál bir müstehcenlik maddesi bulunuyor.

Çocukları ve kimin ne haddineyse cümlemizin arını hayasını, bağrı açık (!) sanat eserlerinden ‘korumayı’ hedefleyen...

Ne diyeceksiniz? Namus mühim mesele bizim memlekette.

Ve namus belásına çatır çatır ölünüyor ama maalesef yalandan ölünmüyor.

Yeni JR mı yemezler

Dallas’ın, sinema filmi olarak çekilmesi söz konusu ya... Bir gün gazetelerde Catherine Zeta Jones’un yeni Pamela olacağını, hemen ertesi gün ise Catherine Zeta Jones’un böyle bir şey olmadığına dair beyanatını filan okuyoruz.

Tahminen, bu filmin çekim hikayeleri de Dallas’a rahmet okutacak kadar uzun bir dizi şeklinde huzura gelecek...

Naçizane, şu ‘yeni versiyon’lara oldum bittim akıl sır erdirmeye muvaffak olamamışımdır.

Yeni Hababamlar’dan tutun, taş gibi kadrosuna rağmen yeni Ocean’s Eleven’a kadar, izlediğim hiçbir yeni versiyonun, orijinalini aratmaktan, daha da özletmekten başka bir şeye hizmet ettiğine, şahsen şahit olmadım.

Siz Larry Hagman’ın şapkasını dolduracak yeni bir JR tahayyül edebiliyor musunuz?

Adam, başlıbaşına bir fenomen...

İngiliz The Independent gazetesi, bu vesileyle, dizinin o zamanki kadrosunun bugün neler yaptığını araştırmış meselá; okumuşsunuzdur.

JR Ewing rolündeki Larry Hagman, yıllarca süren alkol bağımlılığının ardından yaşadığı karaciğer nakli ameliyatı sırasında vasiyetini yazmış, bir daha ameliyat olmak istemiyormuş.

Vasiyet: Ölümünün ardından bedeninin bir kereste rendesinden geçirilip parçalarının bir buğday tarlasına serpilmesini ve ailesinin bu tarladan toplanan buğdaylardan yapılmış bir keki ölüm yıldönümünde yemesini istiyor!

Ben o projede JR olmayı kabul eden aktöre var ya, kek derim, başka bir şey demem.

Ve yani, Larry Hagman’ın bedeniyle gübrelenmiş kekten başkasını da yemem.
Yazarın Tüm Yazıları