Gittik Gördük Çöktük (GGÇ)

Tatilci aileler için çeşitli gözlemler ve dersi alınmış olduğu düşünülen tecrübeler içeren yazı dizisi...

Haberin Devamı

Sabırla seyrola.

 

***

 

Yurtdışında tatile çıkan Türk ailesinin çeşitli dertleri vardır. (mıştır...)

 

Herkese, her şeye yabancıdır, hiç çaktırmaz; ama yine de tırsar.

 

Geldiği ülkedeki insanların halleri, yaşam tarzları, yemekleri, dertleri kendininkilerden çoook farklıdır, tabi dumura uğrar.

 

Onlara baktıkça insan anlıyor ki, bizler stresten çabuk ölüyoruz.

 

Dünyanın diğer ucunda yaşayan insanlar, bizim takıldığımız detaylara hiç mi hiç takılmıyorlar.

Haberin Devamı

 

İlerliyorlar.

 

Örnek mi?

 

Mesela orada bir annenin:

 

“Aman çocuğumun üstü lekeli, pasaklı derler. Yerlerde sürünüyor üşütür... Tozları yuttu, hasta olur...” vs gibi bir derdi yok.

 

Çocuk da hasta olsa bile dünyanın sonu gelmiyor gibi.

 

Koca dünyada sanki bir tek bizim çocukları klima çarpıyor, bir tek bizimkiler hastalanıyor iyi mi! J

 

Onlar bizim gibi fenalık geçirmeyip haydeee geziyorlar; anne-baba, 3 çocuk, 2 köpek ve ellerinde 1 bavul!

 

Nasıl yani???

 

Biz 1 bavulla seyahate çıkamayız!

 

Biz bir bavulla anca sokağa çıkarız.

 

Dert/tasa/endişe yok; eğlence var, gezip görmece, öğrenmece var!

 

Haberin Devamı

Bizde daha çok alışveriş hastalığı var.

 

“Müzeye gidelim mi?” dedin mi, surat asma hali var.

 

Neyse.

 

İşte biz de -yani Tokbaş ailesi olarak- bu “yabancıları” seyreden, gözlemleyen, deneyim/öğrenim meraklısı “mazo”(!) aile olarak düşündük taşındık ve “Biz de yapabiliriz!” dedik.

 

Özendik, hazırlandık.

 

Anne, baba, 2 çocuk olarak çok uğraştık; 2 bavul 2 puset olarak toparlandık.

 

Daha sonra puset sayımız da teke düştü.

 

Nasıl gururluyuz, başardık!

 

Şimdi sıkı durun istikamet veriyorum:

 

İstanbul-Paris-Brüksel-Münih-Montreal-Ottowa-Montreal-Münih-Brüksel-Paris-İstanbul...

 

Yok yanlış yazmadım.

 

Kafayı yemişiz biz!

 

Ama çok geç anladık. J

 

Amaç:

 

Gines Rekorlar kitabına geçmiş Montreal Jazz Festivali’ ne ve oradan da Ottowa’ daki Blues Festivali’ ne kadar uzanmak.

Haberin Devamı

 

Çoluk çocuk evet,

 

Ve de geçerken Eurodisney’ i aradan çıkartıp uzun zamandır görmediğimiz can arkadaşlarımıza da sürpriz yapmak...

 

***

 

O sabah tam yola çıkmaya hazırlanıyoruz ki oğlumuz gözünü 40 derece ateşle açıyor!

 

Dana na naaa!

 

Koş doktora Yonca koş!

 

Uçuşa 3 saat kala teşhis belli: her çocuğun gereksiz zamanda ortaya çıkankankası; Orta Kulak İltihabı!

 

Acilen antibiyotiğe başlıyoruz, pembe kalpol içiyoruz.

 

İlaçları ve eşyaları sırtlandığımız gibi koş koş atlıyoruz uçağa.

 

Aaaa o da ne?

 

Yerimizi önceden ayırtmadığımız için arada derede sıkış tepiş oturacağız.

 

Olsun, azimliyiz!

 

Oturduk.

 

Çocuk ateş içinde yanıyor, ağlıyor, burnu akıyor, gözü akıyor!

Haberin Devamı

 

İnanın içimden avaz avaz ağlamak geliyor; ama yok yiğidiz, çaktırmıyoruz.

 

Uçak kalkıyor ve trajikomedi esas yeni başlıyor.

 

Oğlumuz; kusuyor, ağlıyor, tepiyor, vuruyor, oturamıyoruz, yürüyemiyoruz, çıkamıyoruz, inemiyoruz, hani inanın eğer uçak dursa, gerçekten hemen, en müsait bir yerde, ilk ben ineceğim.

 

Hatta kendimi atabilsem atıvereceğim.

 

Ne mümkün!

 

İnsanlar önce yardımcı olmaya çalışıyor; ama sonra aralarında kulak tıpası bile isteyeni oluyor.

 

Eşimle sinirlerimiz bozuldukça ikimizi de gülme krizi tutuyor.

 

Bizim de gözlerimizden yaşlar geliyor.

 

Bir iş açtık ki başımıza, ne desek boş.

 

Gülüyoruz kahkahayla.

 

Derken koltukta bir nem, bir de garip bir koku var tam çözemediğim ve çözmeyi de çok dilemediğim,

Haberin Devamı

 

Pantolonumda da bir ıslaklık ve ben “Bu da nedir yahu?” derken bir anlıyorum ki, kakalar oğluşumun paçalarından akarak önce koltuğa, oradan da pantolonuma doğru resmi geçit yapıyor!

 

Adam antibiyotiği alınca ishal olmuş!

 

O uçağın “hell-a”sında geçirilen her biri 25 dakikalık cinnetlerin peşinden, bir ara sakinleşme oluyor ve ben tam kendime: “Kızım Yonca, ha gayret 1.5 saat daha!” diye hesaplarken ekranda:

 

“Varılacak yere kalan mesafe: 3 saat 45 dakika” yazınca başlıyorum Ferdi Tayfur misali koridorda çömelip yanık bir uzun hava attırmaya:

 

Kendim ettiiim kendim bulduuum

Kaşındım ben kaşındımmm

Oturrrsana be kadın evindeee

Ah be Kadın

Belanı mı aradın

Aha bulduuun

Aha bulduuun

Na na na naaaaa

Na na na naaaaa

(Dön Başa)

 

40 derece ateşle binilen ilk uçaktan toplam 7 saat 20 dakika sonra Paris'e indiğimizde: “Olacak bu iş!” diye hala gaz veriyordum kendime.

 

Ben de kesin anormallik var da, eşim de normal değilmiş, sanırım bunu da anladık bu seyahatte! J O da hala “Yaparız!” diyor.

 

“Anı” diyoruz “Bunlar da anı!”

 

Gidiyoruz otele, yıkanıyoruz, paklanıyoruz ve çıkıyoruz gecenin köründe sokaklara.

 

Çocuklarımız pusetlerde uykuda,

 

Biz de karı-koca sokaklarda, Paris ayaklarımızın altında.

 

Başbaşa dolanıyoruz oradan oraya.

 

Umurumuzda mı dünya?

 

Bundan güzel anı mı olur hayatta...

 

“Bu biiir!” diyorum.

 

Yonca, yaz bunu da bir kenara!

 

Yonca

“Arkasıyarıncı”

 

Yazarın Tüm Yazıları