Ertuğrul Özkök kimi tercih eder

BENİM gibi "Kafasına göre takılanlar" için hava hoş...

Sezer’miş, Demirel’miş, Gül’müş, Özkan’mış, Erdoğan’mış, Bir’miş, Ecevit’miş, Çiller’miş...

Hiç ama hiç fark etmiyor...

"Uçak" her daim haram. "Çankaya" her daim yasak bölge. "Konut" her daim girilmez bölge. "Pastırma" her daim lüks yiyecek. "Genelkurmay" her daim "dokunma yanarsın" havasında. "Huber Köşkü" her daim uzak.

Ancak...

"Muvafıklar" açısından durum böyle mi?

Onlar için "her dönem ayrı bir bela".

* * *

Adına "AKP dönemi" diyebileceğimiz bu dönemin yarattığı kendine özgü "bela" ise şudur:

"Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan arasındaki müthiş dehşet dengesinin arasında kalmak."

Öyle ya...

Bir tarafta, "Geliyor! Geliyor! Yüzde 47’yi peşine takmış da geliyor" diye selamlanan Başbakan Erdoğan var...

Diğer tarafta ise "Milletin evladı milletin başında. Çankaya artık bizimdir" falan diye selamlanan Abdullah Gül var.

Ne yapılacak? Ne edilecek? Hangi uçakta çekilen fotoğrafta tebessüm abartılacak? Hangi tarafa abanılacak? Bir tarafa abanılınca öbür taraf nasıl idare edilecek?

İşte son dönemde ortaya çıkan bu "dehşet dengesi", bilumum muvafıklarımızı tarifsiz kederlere gark ediyor, perişan kılıyor.

Ya da bana öyle geliyor.

Bu nedenle...

Geçen gün pek nesnel olma iddiası taşımayan "muvafıklar sırat köprüsünde" ya da "dehşet dengesini kim nasıl idare ediyor" şeklinde başlıklarla da sunulabilecek bir analiz attırmıştım.

O analizde...

Bazı ünlü "muvafıklarımız"ın karşı karşıya kaldıkları "Gül mü? Erdoğan mı?" şeklindeki yaman ikileme dikkat çekmiştim.

Tabii ki Sabah Gazetesi’nin başındaki ismin, yani Ergun Babahan’ın "kahrolası dilemması"nı da es geçmemiştim.

* * *

Ergun Bey,
sağ olsun, bu analizi eksik bulmuş olacak ki...

Dün köşesinden bana, "Ey Ahmet Hakan! Atladığın bir isim daha var. Sor bakalım Ertuğrul Özkök’e... O kimi tercih eder? Cumhurbaşkanı Gül’ü mü, yoksa Maliye Bakanı Unakıtan’ı mı?" diye bir soru tevcih etmiş.

"Hay hay Ergun Bey... Sizi mi kıracağım?" diyerek...

Hemen Ertuğrul Özkök ile bir temas kurdum.

Soruyu şöyle formüle ettim:

"Ertuğrul Bey... Ertuğrul Bey... Elçiye zeval olmaz. Ergun Babahan size sormamı istemiş. Söyleyin bakalım: Sizin için Maliye Nazırımız Kemal Abimiz mi tercihe şayandır? Yoksa cumhurumuzun başı Cumhur Abdullah Bey mi?"

Dudaklarına kondurduğu ironik kıvrımdan bir hınzırlık yapmaya hazırlandığını düşündürten Ertuğrul Özkök, bir anlık duraksamanın ardından ehli keyiflere özgü kayıtsızlıkla, zararsız bir havai fişek patlattı:

"Ben ’arta kalan zaman’ı tercih ederim."

Ancak...

Sanırım bu kadar "artistik" bir yanıtın Ergun Bey’i tam olarak kesmeyeceğini düşünmüş olacak ki...

Bir de Çek yazar Yaroslav Haşek’in o ünlü "anti-kahraman"ı "Aslan Asker Şvayk"tan bir "anekdot" anlattı:

"Şvayk’a soruyorlar: ’Söyle bakalım... Sen nasıl işersin? Sıcak mı? Soğuk mu?’ Zavallı Şvayk, hangi yanıtı verse öldürülecek. Şvayk da bunun üzerine ’Ben ılık işerim’ diyor."

Bilmiyorum...

Ergun Babahan tatmin oldu mu?

Üç kamusal talep

HÜLYA İÇİN TOPLU ŞAKA: Fazıl’ın "Giderim" açıklaması, 342 köşe yazısına konu olunca Hülya Avşar, "Ulan ben niye kekliğe bir taş atmıyorum? Belki hepsi birden sazana geliverir" içgüdüsüyle, "Çekip gideceğim buralardan" diye bir açıklama yapmış. Bence ulusça bu krizi bir fırsata çevirebiliriz. Hep beraber, "Haydi git! Yolun açık olsun! Güle güle sana" diye bir kampanya düzenleyip "Avşar kızı"na "kötü bir şaka" yapabiliriz diye düşünüyorum.

METİN UCA’YA TOPLU MEKTUP: "Politik hiciv yapıyorum / Başıma bela alıyorum" diye hepimizi ezen... Ancak politik hiciv adı altında sadece "AKP’ye çakan"... AKP dışındaki görünür ya da görünmez iktidar odaklarına karşı bırakın herhangi bir başkaldırıyı en küçük kaş çatmasını bile gerçekleştirmeyen "sevgili" Metin Uca’ya hep beraber mektup yazalım. Hadi mektubun ilk cümlesi de benden olsun: "Sevgili Metin Kardeş! ’Tüh’ adlı kitabını okuduk. Diyoruz ki... Şu eleştiri oklarını biraz da başına bela getirecek odaklara fırlatsan da bütün kamuoyu cüretine hayran kalsak."

AYSUN’A ÖVGÜ: Ne Müjde’nin her program çıkınından çıkardığı haber olması garanti skandal cümleleri, ne Çiğdem’in "Ben de aldatıldım" ifşaatı, ne de Pınar’ın "Bunca yıllık yazarım / Daha yeni tanınıyorum" şeklindeki açıklaması... Bence bu programın en sade, en doğal, en hesapsız kitapsız kızı Aysun’dur... Geçen programda Tamer Karadağlı ile öyle içten bir şekilde kafa buldu ki... Onun "Fedai" adlı dizideki gülünesi triplerini öyle doğrudan, öyle stratejisiz bir şekilde gündeme getirdi ki... Bence kamusal bir övgüyü hak etti.
Yazarın Tüm Yazıları