Dublin'de viski susuz içilir

İrlanda'nın başkentinde edebiyatın, viskinin ve siyah biranın peşinde koşturup durdum.

Edebiyat konusunda aklıma takılan sorulara yanıt bulamadım ama viskinin ipek gibi yumuşak tadına hayran oldum. Hele siyah biranın damağıma sıvazlanan acı tadını bir türlü unutamadım.

Dublin'de gündüzleri sokak sokak dolaştım. Geceleri ise kırmızı suratlı İrlandalılarla kadeh tokuşturdum. Her geçen gün, ‘donuk zarafetin’ giderek renklendiğini gördüm. Dublin'i tanıdıkça onu biraz daha sarıp sarmaladım. Ama sorumun yanıtını bir türlü bulamadım: ‘Neden dünyanın en önde gelen yazın adamları bu kentten çıkmıştı?..’ Kime sorduysam bilemedi. Örneğin İngiliz dili ve edebiyatı uzmanlarından Murat Seçkin, ‘Onlar büyük eserlerini Dublin dışında yazdılar’ demekle yetindi. Dublin Yazarlar Müzesi'nde de herhangi bir ipucuna rastlamadım.

Kenti gezerken kendi kendimi soru yağmuruna tutuyordum: Çağdaş dünya edebiyatının en önemli yazarı James Joyce, romanlarını yazarken benim duyduğum çan seslerini duymuş muydu acaba? Çünkü bu kilise, tam 300 yıldan beri çanlarını çalıp duruyordu. Veya yazmaktan bunalıp St. Stephan Parkı'nda, at kestanelerinin gölgesinde, benim oturduğum banka oturup geleni geçeni seyretmiş miydi?.. Güzel söz avcısı Oscar Wilde, Dublin Üniversitesi'ne benim girdiğim kapıdan mı giriyordu? İrlanda'nın kaderini değiştirebilecek bir ulusal birlik yaratabilmek için kendini edebiyata ve tiyatroya adayan Yeats, Abbey Tiyatrosu'ndaki oyunu yönetmeye gelirken, köşedeki bara uğrayıp, benim gibi simsiyah Guinness birasından yuvarlıyor muydu?

Drakula ile bütün dünyanın uykusunu kaçıran Bram Stoker, Transilvanyalı vampiri Dublin Şatosu'nun karanlık koridorlarında mı kurgulamıştı? Bahçesinde oturduğum Trinity Kolej'in sırrı neydi ki, öğrencilerinin birçoğunu bütün dünya tanıyordu. Örneğin İrlandalı milliyetçilerin gözünde bir kahraman olan şair, yazar, besteci Thomas Moore, benim oturduğum okul bahçesinde gezinirken, bir gün Byron'ın el yazmalarını yakmak zorunda kalacağını biliyor muydu? Trinity Kolej'in bir başka ünlü öğrencisi de Samuel Beckett'ti. Liffey Irmağı kıyısındaki yolda yürürken hep Beckett'i düşündüm. Çünkü o da Fransızca dersi vermek için Trinity Kolej'e aynı yoldan geliyordu ve belki de ‘Godot'yu Beklerken’i bu yolda kurgulamıştı.

VİSKİNİN ATASI KİM?

Sekiz yaşında içki içmeye başlayan, IRA'nın kuryeliğini yapan, öldürmeye teşebbüsten 14 yıl hapis yatan isyankar yazar Brendan Behan, İveagh Parkı'ndaki bankların üstünde az mı sabahlamıştı. Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Bernard Shaw da bu kentin sokaklarından çıkmıştı. O'Connel caddesinde bir aşağı bir yukarı yürürken, Shaw'ın düşündüren cümlelerinden birkaçını anımsamaya çalıştım.

Sorumun yanıtını hiçbir yerde bulamadım. Bunun üzerine başka bir soru daha sordum: ‘Dublin olmasaydı, edebiyat dünyasının bugünkü çehresi nasıl olurdu?..’ Sorularıma yanıt ararken kenti sokak sokak gezdim. Ve ‘Benim Kentlerim’ listesinin baş köşelerinden birine yerleştirdim.

Ben Dublin'e aslında İrlanda viskisini tatmaya gelmiştim. Onu anlatmak fırsatını ancak bu paragraftan itibaren bulabildim: Viskiyi önce İskoçlar mı, yoksa İrlandalılar mı damıtmıştı?.. Bu soru, iki ülke arasında bitmez tükenmez bir tartışmaya neden oldu. Doğal olarak her iki ülke de, viskiyi ilk damıtma şerefini kendisine mal ediyordu. Ama dünyanın ruhsatlı en eski damıtımevinin Kuzey İrlanda'da, 1608 yılında yapılan Old Bushmills olması, ibreyi İrlanda'ya çeviriyordu.

Dublin'de kaldığım süre içinde ve günün çeşitli saatlerinde, İrlanda'nın ünlü viskisi Tullamore Dew'ün tadına baktım. Tat açıklamasına geçmeden önce, İrlanda'da bizim gibi ‘vakti kerahat’ yani ‘içki zamanı’ diye bir kavram olmadığını belirtmemde yarar var. İrlandalılar için günün her saatinde içki içilebiliyordu. ‘Şişenin dibini’ bulmadan da kimse evine gitmiyordu. Onun için Heinrich Böll'ün dediği gibi, İrlandalılar sabah 07.00 ile 10.00 arasında tüm soruları tek kelime ile, ‘sorry’ diyerek yanıtlıyorlardı. Böylesine içki sever bir milletti.

KADINIMSI BİR VİSKİ

Ünlü viski yazarı Michael Jackson İrlanda viskisi için, ‘tadını tarif etmek çok zor’ tabirini kullanıyordu. Gerçekten de Tullamore'un tadını anlatmak zordu. Burbon ve şeri fıçılarında üç yıl dinlenen viskiyi tattıktan sonra, not defterime ilk izlenimlerim için şu cümleleri yazmıştım: ‘Dolgun, gövdeli, bal çağrışımları olan, tatlı limonu anımsatan ince bir tadı var. Kadınımsı bir viski. Yumuşak, çiçeksi aromalar hissediliyor. Tadı damakta uzun süre kalıyor...’

Viskide is kokusunu ve is tadını sevmeyenler için, İrlanda viskileri daha çekici olabilirdi. İrlandalılar arpayı turba ateşi yerine, fırınlarda, kömür ateşi ile kurutuyorlardı. Onun için is kokusu olmuyordu. İrlandalılar tahıl viskisi yapımında, İskoçyalılardan farklı olarak çavdar ve yulaf da kullanıyorlardı. Ayrıca viskiyi üç kere damıtıyorlardı. İrlandalılar bu ekstra damıtmanın, viskinin tadını daha da güzelleştirdiğini öne sürmelerine karşılık, İskoçlar İrlandalıların iki kere damıtmakla adam gibi viski yapamadıklarını, onun için üçüncü damıtmaya gerek duyduklarını söylüyorlardı.

Publara gittiğimde dikkatimi çeken şey, müşterilerin içecekleri viskiyi markalarıyla istemeleri oldu. Bizim gibi, 'bana bir duble viski ver' diyerek barmenin insafına sığınmıyorlardı. Bu da onların, ne kadar bilinçli bir içki tüketicisi olduklarının kanıtıydı. Viski markalarını doğru telaffuz edemediğim için, ilk günlerde içki ısmarlamakta zorlandım. Veya yanlış viskiler içtim. Ama sonraları dilim açıldı.

SİYAH RENKLİ SULU EKMEK

İrlandalılar viskiyi genellikle sek veya bir buzla içiyorlardı. Viskiye su koyma konusu publarda oldukça hassas bir konuydu. Bir İrlanda atasözü bu işin ciddiyetini şöyle açıklıyordu: ‘Bir erkeği çıldırtmak istemiyorsan, karısına sarkıntılık etme ve viskisine sakın su koyma...’ İrlandalılar bir de viskilerinin yanında, siyah bira içmeyi çok seviyorlardı. Viskinin midede başlattığı yangını, kararında soğutulmuş bira ile söndürmeye çalışıyorlardı.

Dublin gezginlerinin ziyaret ettiği mekanların başında, Guinness biralarının fabrikası bulunuyordu. Karamelize oluncaya kadar kavrulan arpadan damıtıldığı için siyah renkli olan biranın ilk yapım tarihi, 1759 tarihine kadar dayanıyordu. Zaman içinde İrlanda'nın ulusal birası olarak kabul edilen Guinness, ülkenin en önemli ihraç ürünlerinin başında yer alıyordu.

Kentin büyük bir bölümünü kaplayan damıtımevi, uzun yıllar Dublinlilerin önemli bir ekmek kapısı olmuştu. Binalardan bir tanesi müzeye dönüştürülmüş, burada biranın tarihçesi sergilenmeye başlamıştı. Alt katları gezdikten sonra teras katına çıktım. Burada tüm kenti gören panoramik bir bar vardı. Barmenden üstü köpüklü bir Guinness istedim. Onu yavaş yavaş yudumlayarak Dublin'i seyrettim. Kentin kuşbakışı daha güzel göründüğüne karar verdim.

REKORLAR KİTABI

Bu arada Guinness Rekorlar Kitabı'nın öyküsünü de bu gezim sırasında öğrendim. Bütün dünyadaki tüm garip rekorların yer aldığı bu kitap, ilk önceleri publarda çıkan kavgaların önüne geçmek için yayınlanmaya başlamıştı. Publarda içkiye inat karışınca, ortam tatsızlaşmaya başlıyordu. Herkes kendi doğrusunda ısrarcı olunca da bardaklar, şişeler havalarda uçuşuyordu. Bunun üzerine Guinness firması, içinde publarda en çok tartışılan konuların doğru yanıtlarının bulunduğu bir kitapçık yayınlamaya karar verdi. Bu kitabın gerçekten de faydası oldu. Sarhoşların başvuru kaynağı bir süre sonra, tüm dünya rekorlarının yer aldığı ünlü bir kitaba dönüşüverdi.

Viskisinin ve birasının tadı tüm dünyada dillere destan olan İrlanda'nın mutfağı konusunda aynı şeyleri söylemek mümkün değildi. Çorba, et ve sebze suyu sofraların baş köşesinde yer alıyordu. Patates ise ülkenin kutsal gıdasıydı. Onun sayesinde birçok kıtlığa karşı koyabilmişlerdi. Ada devleti olduğu için, deniz mahsulleri de önemli gıda maddeleri arasında yer alıyordu.

Ben orada bulunduğum süre içinde genellikle balık yedim. En çok da rezene soslu somon balığını sevdim. Kolesterol korkusundan, istiridye ve diğer kabuklulara pek rağbet etmedim. Dublin'de yediğim en lezzetli yemek, İrlandalıların milli yemeği ‘İrish Stew’ oldu. Kuzu etiyle pişen yemeğin ana maddesini patates oluşturuyordu. ‘Patates yahnisi’ diyebileceğimiz bu yemek, basit malzemelerle ne kadar lezzetli yemek pişirileceğinin en iyi örneklerinden biriydi.

İki haftadan beri anlatmaya çalıştığım Dublin'de, sorumun yanıtını bulamadım ama lezzetli viskiler ve biralar tatma fırsatını yakaladım. Bu kentin kış aylarında gri, yağmurlu ve soğuk havası ile ziyaretçilerine kendini pek sevdireceğini tahmin etmiyorum. Dublin'in gerçek yüzü bu kasvetli havalarda ortaya çıksa da, sizlere yaz güneşinin ısıttığı ve aydınlattığı yaz günlerinde gitmenizi öneriyorum.
Yazarın Tüm Yazıları