Çözüm ama nasıl?

KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile görüşmek üzere Başkanlık Sarayı’na gider gitmez ilk duyduğumuz şey, Eroğlu Hükümeti’nin halk üzerinde uyguladığı baskıydı. Bu Pazar günü yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkilemek için halka gözdağı verildiğini söylüyorlardı.

Bir köyde iki kadının Talat’a sarılmaya hazırlanırken televizyon kameralarını görünce evlerine kaçıp kapıyı yüzüne kapatmaları örneğinden, miting meydanlarına gizli kameralar yerleştirildiği iddialarına kadar çeşitli hikayeler anlatılıyor.
Kamuoyu yoklamalarında kararsızların sayısının yüzde 18 oranında çıkması da aynı nedene bağlanıyor. “Halk anketçilere gerçek düşüncesini açıklamaktan korkuyor” deniyor.
Tabii diğer kanadın da anlattıkları var.
Eroğlu ve onu destekleyenler ise Türkiye’den resmen müdahale olmamasına rağmen, bazı medya ve siyaset erbabının köy köy dolaşıp, AKP’nin Talat’a destek verdiği iddiasını yaydıklarını anlatıyorlar.
İddiaların hepsi doğru mu? Bilemiyorum ama seçim kampanyası bu kez geçen seferlere göre çekişmeli geçiyor. Kıran kırana bile denebilir.
         
SEÇİMLERE iki gün kala sonuçlarla ilgili tahminlerde bulunmayacağım. Ama bu süreçte ilginç gelişmelere dikkat çekmek istiyorum.
İlk dikkatimi çeken şey, adayların çözüm müzakerelerine devam konusundaki tavırları oldu. Herkes çözüm istiyor, ama üslupta ayrılıyorlar.
Ziyaret ettiğimiz eski Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş bile, müzakerelerin sürdürülmesi gerektiğini söylüyor.
Örneğin, Başbakan Derviş Eroğlu, Kıbrıs Türk halkının iki devletli çözüme daha yakın olduğuna inansa da, “Müzakereler devam ederken tanınmayı gündeme getirmek doğru değil” diyor. 
Yani, bugün gelinen süreçte kim seçilirse seçilsin, görüşmeler devam edecek. Çünkü masadan kalkan taraf olmanın, tarihi sorumluluğunun herkes farkında.
Kıbrıs’ta müzakereler o noktaya ulaştı ki ne Türk ne de herhangi bir Rum lider masayı bırakıp gidebilir kolay kolay.
    
BU seçim sürecinde ortaya çıkan bir başka gerçek de Kıbrıs Türk toplumunun çözüm konusundaki inancının Avrupa’nın tavrı nedeniyle büyük bir yara almış olması.
Annan Planı öncesinde, meydanlarda Avrupa Birliği bayraklarını taşıyan kalabalıklar yok artık.
Kıbrıs Türkleri Avrupa Birliği’nin kendisine büyük haksızlık yaptığına inanıyor.
Bu da toplumda adaletsizlik duygusunun derinleşmesine neden oldu. 
Avrupa’nın izolasyonların kaldırılması konusundaki sözlerini tutmaması, şimdi tam da seçimler öncesinde bu konuyu Parlamento gündemine alması da kuşkuyla karşılanıyor.
Bugün KKTC’de halktaki çözüme olan inancının zayıflamasında Avrupa Birliği tek sorumlu değil.
Çözüm istediğini söyleyip de çözüme hiç katkı yapmayan iki büyük gücün rolünü de dikkatle değerlendirmek gerekiyor.
Biri, Ada’nın garantörlerinden olan İngiltere. Çözüm için gerekli dengenin sağlanması konusunda hiç ama hiç ağırlık koymadı. Annan Planı’nın reddinden sonra BM Genel Sekreteri’nin yazdığı raporun açıklanmasını engelleyenlere göz yuman ABD’nin, çeşitli gerekçelerle Kıbrıs’ta çözümü Brüksel’e terk etmesi de süreci olumsuz etkileyen nedenlerden biri. 
      
BUGÜN KKTC’de adayların ikisi de ne Avrupa, ne de ABD’den destek gelmesini istiyor. Çünkü oralardan gelen her açıklamanın, çözüm çağrısının halkta olumsuz etki yarattığının farkındalar. Hillary Clinton’ın Talat’a destek telefonu bile arzulanan etkiyi doğurmamış gördüğüm kadarıyla.
Kıbrıs Türk halkı, her zaman dünyaya açık bir halk olmuştur. Bugün dışarıdan gelen her açıklamayı “müdahale”, verilen her iyi haberi “boş laf” diye yorumluyorsa, işlerin bu noktaya varmasında derin bir “haksızlığa uğramışlık” duygusunun bulunduğu artık görülmelidir.
Yazarın Tüm Yazıları