Çeşme Kalesi kurtuldu darısı Ankara Kalesi’nin başına

EMİNİM ki yoğun siyasi gündemden ve sıcaklardan bunalıp, günde kaç kez, “Buralardan çekip gitsem de deniz kenarında her şeyi unutsam” diye düşünüyorsunuz?

Ama sonra ekonomik durum, çalışma zorunluluğu derken vazgeçiyorsunuz... İnanın benim de durumum sizden farklı değil. Yanlız bir avantajım var, o da Tempo Travel gibi dergilerin çalışmaları için kısa süreli de olsa sağa sola gidip geliyorum. Bildiğiniz üzere de bu gezileri seyahatname şeklinde köşemde ve dergilerde aktarıyorum.
Bu kez rotamı Ege’nin en önemli yerleşim birimlerinden biri olan Çeşme’ye çevirdim. Kendine has yapısı, akvaryum berraklığındaki denizi, ferrahlatan rüzgarı ve lavanta, kekik gibi hoş kokuları ciğerlerinize çekebileceğiniz havasıyla bu şirin ilçemiz şimdilerde önemli bir değişim yaşıyor. Hem merkezinde, hem de Alaçatı, Ilıca gibi komşu beldelerinde... Ancak benim Çeşme’yi anlatmamda Ankara için de önemli mesajlar var. Bir tarafta Çeşme Kalesi, diğer tarafta Ankara Kalesi ve yapılanlarla, yapılması gerekenlerin listesi. Aktarması benden, yorumlaması sizden.
Çeşme ve çevresine yıllardır gidip, görmemiştim. Daha doğrusu bu yöreyi tatil anlayışıma yönelik listemin sonlarına almıştım. Aslında haksız da sayılmazdım. İzmir’in uydukentine dönüşen Çeşme’nin dışarıdan gelen misafirler için fazla seçeneği bulunmuyordu. Daha çok yazlık ev sahiplerinin doluştuğu yerleşimde hatırı sayılır büyüklükte ve sayıda konaklama tesisi de yoktu. Restoranları ise Ege mutfağını sunan birkaç yer ile kumrucuların (İçine birçok malzemenin konduğu sandivç) hegamonyasındaydı. Yani dingin ve tek düze yaşamın egemen olduğu bir yerdi.

YABANCIDAN BANANE BİZ BİZE KALIRIZ DAHA İYİ

Aslında yöre ve İzmir halkının tercihi de bu yöndeydi. Çeşme’de konut olarak kullanılan 150 bin villaya karşın, konaklama tesislerinin yatak kapasitesi çok düşüktü ki bu gün daha sayı yeni yeni 35 bin rakamını buluyor. Hatırlatayım, sırf Kemer’deki yatak kapasitesi 120 binin üzerinde. Hatta 47 oteli olan Belek özel bölgesinin yatak sayısı bile tüm Çeşme’den 15 bin fazlayla 50 bin rakamında... Üstelik Çeşme, bu sayıya da beş ve dört yıldızlı konaklama tesislerinden daha çok pansiyon ve butik otelleriyle ulaşıyor.
Daha çok altı ile 12 odalı konaklama tesisleri var. İlginç bir şey söyleyeyim, koskaca Çeşme’de her şey dahil hizmet sunan sadece iki turistik tesis var. Gerisi oda, kahvaltı ya da yarım pansiyon şeklinde faaliyet gösteriyor. Fiyatlara gelecek olursak da Antalya bölgesinin iki, hatta üç misli rakamlara ulaşıyor. Peki hangisi iyi diye soracak olursanız, ben Çeşme’deki uygulamanın Türk turizmine daha çok katkı sağladığı kanısındayım. Zaten bölgedeki yatırımcı da ucuza gelip, konaklayan, yiyen, içen, eğlenen yabancı turistler ziyaret edeceğine biz bize kalırız zihniyetine sahip. O yüzden Çeşme’de Akdeniz sahillerine göre çok az sayıda yabancı misafir var.

MARİNANIN YAŞAMI BU KADAR ETKİLEYEBİLİR Mİ?

Neyse gelelim esas konumuza. Çeşme son zamanlarda Ankaralı yatırımcıların sayesinde önemli bir değişim yaşıyor. Lüks restoranlar, eğlence merkezleri, beach kulüpler açılıyor, monotonlaşan tatil anlayışı kabuk değiştiriyor. Üstelik açılan iki marina sayesinde yaşam gitgide renkleniyor. İnanın bir marinanın yaşamı bu kadar etkileyeceğini hiç tahmin etmezdim.
Önce Alaçatı Marina faaliyete geçti. Alaçatı Port kapsamında inşa edilen marina sörf keyfiyle beraber mütavazi bir Ege kasabasını ihya etti. Venedik Evleri olarak da adlandırılan konutlar denizle farklı bir şekilde buluştu. Birkaç hafta önce yazmıştım. Teknelerin ev önünde demirlemesi için kanallar açıldı ve dünya projesi olmaya aday semt yaratıldı. Hemen yanında inşa edilen lüks butik oteller ise sörf meraklılarının akınına uğradı.

TAŞ EVLERİ ZEYTİNİ VE ŞARABIYLA ÜNLÜYDÜ

Port Alaçatı Türkiye’de daha önce benzeri görülmemiş, dünyada da az sayıda örneği bulunan bir marina-kent projesi. Ünlü Fransız mimar François Spoerry Güney Fransa’nın en ilgi çekici yerleşimlerinden biri olan Port Grimaud projesinin Alaçatı’ya uyarlamasını yapmış. Ona inanıp, projenin tüm sorumluluğunu üstlenen Mesa gibi başarılı projeleri ile tanınan ünlü Türk mimar Aykut Mutlu ise hayalleri gerçeğe dönüştürmüş. Ege’nin zeytincilik ve şarapçılığıyla ünlü bu güzel kasabasının koruma altına alınmış taş evleri turistik bir cazibe merkezi ki, port projesi ona uygun tasarlanmış..
Gelelim Alaçatı Port Marina’ya. Tekne bahane, keyif ve eğlence şahane bir merkeze dönüşmüş. İçindeki restoranlar, barlar, kafeler her gece tıka basa dolu. Bir yandan denizi, diğer taraftan rıhtımı doldurmuş onlarca yatı seyretmek büyük keyif. Hele hele gündüz saatlerinde yüzlerce sörf meraklısının suyun üzerindeki süzülüşüne tanık olmak tam bir görsel şölen. Biraz yüksekte oturup, koyu izleyin kendinizi kelebek tarlasında hissediyorsunuz.

YERLEŞİMİN SOSYAL VE TİCARİ HAYATINI ETKİLEDİ

Ve gelelim Çeşme Marina’ya. Bir yatırım, kalesiyle meşhur yerleşimin kaderini bu kadar mı değiştirir? Daha birkaç yıl öncesine kadar Çeşme tüm cazibesini Alaçatı’ya kaptırmıştı. Çekirdek çitleyip sahil bandında yürüyenler için yeme içme ve eğlence mekanları vardı ama hiçbirinin albenisi yoktu. İnsanlar yaz akşamlarında gruplar halinde bu bant üzerinde gezinip, erkenden evlerine ve konaklama mekanlarına dönerdi. Türkiye’nin önde gelen yatırım firmalarından biri olan IC İbrahim Çeçen Holding ve marinacılık sektöründe köklü bir geçmişe sahip olan İngiliz Camper&Nicholsons ortaklaşa Çeşme Marina’ya talip oldu ve yedi ay gibi kısa bir sürede hizmete soktu.
Maliyeti 25 milyon doları bulan Çeşme Marina, 500 tekne kapasiteli, yat kulübü, restoranları, barları, kafeleri ve mağazaları olan dev bir yatırım. Şehrin merkezinde yer alması sebebiyle çevresinin sosyal ve ticari hayatına önemli bir itici güç olmuş. Ayrıca Çeşme Kalesi’ne önemli bir değer katmış. Marinada ziyaret edebileceğiniz birbirinden kaliteli restoran ve kafeler, müziğin hayat bulduğu eğlence mekanları, alışverişe imkan tanıyan giyim mağazaları var.

BU İKİ HANIMI ZİYARET ETMEDEN DÖNMEYİN

Eğer yolunuz bu marinaya düşerse birazdan ismini ve özelliklerini vereceğim birkaç mekana mutlaka gidin. Alaçatı’nın efsanevi balıkçısı Port Balık, farklı Ege lezzetlerini tadacağınız Tuval isimli lezzet durağı, Kabuklu deniz mahsulleri sunan Blue Crab restoran, dünya ekmekleri ve pasta seçenekleri ile kahvaltıda farklılığın yaşandığı Furun Kafe aklıma ilk gelenler. Bu arada şarap ve özel lezzetlerin buluşma noktası özel bir mekandan da bahsetmek istiyorum.
Profesyonel iş yaşamını Cartier, Adler gibi dünyaca ünlü firmalarda sürdüren Yeşim Mançe, birikimini şarap pazarlama ve eğitim uzmanı Ankaralı Perran Arıbal’ın bilgisi ile birleştirerek, Wineway Şarap Tadım Barı ve Butiği isimli bir mekan yaratmış. Yerli ve ithal yüzden fazla kaliteli şarabın yanı sıra şampanya, gurme peynir çeşitleri ve havyarın yer aldığı butik bir işletme açmışlar. Bunun yanı sıra enfes kokulu ve kadifemsi tadıyla İpanema single origin kahvesi, farklı ülke demlik çayları da var. Açıkçası Wineway daha önce gördüğüm hiçbir mekana benzemiyor ki sahibelerinin de keyifli sohbetiyle farklılık yaşatıyor.

SURLARLA ÇEVRİLİ HAYAT VE MELİH GÖKÇEK DEZAVANTAJI!

İşte bu marina, başta Çeşme Kalesi olmak üzere tüm yöreye büyük değer katmış. Aklıma geldi, denizimiz olmasa da bizim Ankara Kalesi ve çevresi tıpkı Çeşme’de olduğu gibi önemli bir değişim yaşayamaz mı? Ben, Melih Gökçek gibi bir belediye başkanına sahip Başkent’in bunu başarabileceğini sanmıyorum ama yine de mevcut durumu size aktarayım.
Ankara’nın tamı tamına üç simgesi birden var. Güncelden geçmişe doğru gidecek olursak, bu simgelerden ilki Atakule, ikincisi Anıtkabir, üçüncüsü de hiç şüphesiz Ankara Kalesi... Atakule, Başkent Ankara’nın çağdaş yüzünün fotoğrafı olurken, Anıtkabir, bir şehrin hangi acılardan geçerek, hangi müthiş dehanın üretimiyle oluştuğunun tanığıdır. Peki ya üçüncüsü, yani Ankara Kalesi neyin sembolü?

OLUMSUZLUKLARI GÖRMEZDEN GELİNİYOR

Ankara Kalesi, öncelikle bu şehrin, tarihin en eski çağlarından itibaren var olduğunun, yani geçmişin, ikincisi de, batılı bir başkentin orta yerinde sınırları yüksek surlarla çevrili farklı hayatların var olduğunun işaretidir. Mutlaka kale ile ilgili pek çok yazı ve fotoğraf var ama bunların hemen hepsi, kalenin turistik dokusunda takılıp kalıyor. O yazıların ve fotoğrafların konuları, cicili bicili turizm dergilerinin sayfalarını süslemek için seçiliyor. Oysa gezip görülecek büyük tarihi dokunun olumsuzlukları her nedense görmezden geliniyor..
Aslında Ankara Kalesi, çağdaş Türk Cumhuriyeti’nin en yakın tarihi... Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Kurtuluş mücadelesinin ilk meyveleri kalenin çevresinde yer alan Ulus Semti’nde atıldığı herkesçe malum. İlk Meclis başta olmak üzere, Cumhuriyetimizin ilk yönetim birimleri hep buralara serpiştirilmişti. Kale içi ve çevresi, mücadele yılları ve sonrasında, üst düzey yöneticilere uzun süre ev sahipliği yaptı.

1986 YILINA KADAR ÖNLEM AKLA GELDİ

Zamanla gelişen Ankara, kendine daha modern bölgeler yarattığından, Ulus yavaş yavaş eski cazibesini kaybetti. Surların içinde yer alan güzelim Ankara evleri, yavaş yavaş birer mezbeleliğe dönüşmeye başladı. Köyden kente göç başladıktan sonra da, kale içi tekrar hızlı bir değişim yaşadı. Artık iyice yıkılmaya yüz tutmuş evlerin yeni sakinleri, genellikle Ankara’ya yakın illerden gelen aileler olmaya başladı.
Tarih 1986 yılını gösterirken, kale için artık önlem alınması gerektiğinin bilincine varıldı. Ankara Büyükşehir Belediyesi, “Ulus Tarihi Kent Merkezi Planlama Projesi”ni devreye soktu ve restorasyon işleri başladı. Böylece de Ankara Kalesi, içinde yaşanılacak bir bölgeden çok, gezilen ve eğlenilen bir bölgeye dönüşme yolunda “start” aldı.. Her ne kadar, kale içinde birbiri ardına restoran ve barlar açılsa da, orası yine de pek çok kişinin evi olma özelliğini koruyor. Bence yapılması gereken, bu tarihi dokunun, içindeki yaşamları da yok etmeden daha yaşanılır hale getirmek. Tıpkı Çeşme Kalesi’nde olduğu gibi. Tamam deniz önemli bir faktör ama bir kale ve çevresini yaşanır kılmak için mutlaka suya ihtiyaç yok. Yeter ki ne yaptığını bilen yöneticilerimiz olsun, yeter.
Yazarın Tüm Yazıları