Çankaya’ya Gül...

Başbakan Tayyip Erdoğan, kendisine verilen yetkiyi, günün şartları dikkate alındığında en akıllıca kullanarak, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü Ak Parti’nin Cumhurbaşkanlığı adayı olarak ikna etti.

Haberin Devamı

Türkiye’nin geldiği noktada, en “optimal” aday ismi Abdullah Gül’den başkası olamazdı. Yani, bir sürü faktörü bir araya getirip hesap yaptığınızda, “en olabilir” yani “optimal” isim Abdullah Gül’ünkü.

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini, yazılı kurallar dışına çıkarıp tek bir isim üzerinde odaklarsanız, yani “Tayyip Erdoğan olmasın” noktasında kilitlerseniz, Deniz Baykal’ın yaptığı gibi, işi, “Sen olma, başka herkes kabulüm olacak. Memleket için bu fedakarlığı yap” söylemine çevirirseniz, yüzbinlerce kişiyi Ankara’ya yığıp “Tayyip Erdoğan’a hayır” mitingi düzenlerseniz, Genelkurmay Başkanı’nın satır aralarından anlam çıkartmaya bel bağlarsanız, o da satır aralarını Tayyip Erdoğan üzerine zımnen odaklaştırırsa, Abdullah Gül ismine sadece razı olmaya mecbur kalmazsınız, bunun “iyi” ve “doğru” bir tercih olduğuna hükmetmek durumunda da kalırsınız.

Niçin?

Haberin Devamı

İşte Tayyip Erdoğan olmadı. Ak Parti açısından bakıldığında, Cumhurbaşkanı seçimini izleyecek olan genel seçimlere dinamik ve karizmatik genel başkanlarıyla girmek daha tercihe şayan değil mi?

Ak Parti’de başka isim yok muydu?

Var. Ama, unutmayın, aylar önceden Tayyip Erdoğan kendisini ve kamuoyunu şu sözlerle bağlamadı mı?

  1. Cumhurbaşkanı’nı bu Meclis seçecek;
  2. Seçilecek cumhurbaşkanı bu Meclis’in içinden olacak.

Ak Parti’nin parlamentodaki cumhurbaşkanı seçecek güvenli çoğunluğu olduğuna göre, seçilecek cumhurbaşkanının da, Tayyip Erdoğan olmasa bile, bir Ak Partili olacağı belli değil miydi?

Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan hariç, Ak Parti’nin en “nüfuzlu” ismi değil mi? Hangi Ak Parti milletvekili, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e oranla ön alabilir? Tayyip Erdoğan olmayacak ise, Abdullah Gül’den doğal bir başka bir isim niçin olsun?

Ama, onun da eşi başörtülü. Evet, öyle. Ve, yine ama:

  1. Türkiye’de cumhurbaşkanı seçimini düzenleyen hangi kural, seçilecek kişinin eşinin başörtülü olması ya da olmamasını hükme bağlıyor?
  2. Daha önemlisi: Türkiye Cumhurbaşkanı seçiyor; “First Lady” seçmiyor.

Bırakın da, Türkiye’ye Cumhurbaşkanı olabilecek insan, eşini seçebilsin! Artık, ona da karışılamasın. Onlar, başkalarının giyimine müdahale etmedikleri sürece. Ki, Gül çiftinin insan ilişkilerinde insancıl ve kıvamlı hoşgörülü kişiliklerini, kendilerini tanıyan herkes biliyor.

Bu arada, tek kelime yabancı dil bilmeden, ömründe Türkiye’nin dışına bir kez –o da galiba Arnavutluk- çıkmış birisini Çankaya’ya oturturken, söz konusu edilmeyen kriterlere ek kriterler getirmenin bir anlamı yok.

 

Haberin Devamı

***           ***        ***

 

Peki ya, Abdullah Gül’ün “devlet tecrübesi” ve algılaması?

Dört yıldır Dışişleri Bakanı. Türkiye’nin dünyaya açılan yüzü, dört yıldır o idi. Dünyadaki belli başlı tüm kayda değer uluslararası şahsiyetler ile, bazıları kişisel dostluk ölçülerine varacak şekilde, bire bir ilişki kurdu.

Unutmayalım, Abdullah Gül, bu ülkede Başbakanlık da yaptı. 1990’larda Devlet Bakanlığı da. Yirmi yıla yaklaşan bir parlamenterlik tecrübesine sahip. Dışişleri Bakanı sıfatının yanında Başbakan Yardımcısı sıfatını da taşıyor ve “Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanı” unvanını da bulunduruyordu.

Türkiye’de hem Başbakan hem de Dışişleri Bakanlığı yapmış ve üstelik Türkiye’nin “en laik kültür”e sahip kurumlarının başında sayılan Dışişleri’nde personeli ile son derece uyumlu çalışmış ve sevilen bir şahsiyetin, Cumhurbaşkanlığı’na tırmanmasında garipsenecek ve şaşırtıcı ne olabilir?

Haberin Devamı

Bir yabancıya “Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olamaz” savını ileri sürseniz, o da “Niçin; sizde Başbakanlık ve yüksek profilli bir Dışişleri Bakanlığı yapmış bir insan Cumhurbaşkanı olamiyor mu?” dese, bu, “kakafonik” bir “diyalog” gibi gözükmez mi?

Abdullah Gül, sevecen, insanlarla ilişkide “yumuşak” gözüken kişiliğiyle, siyasi kariyerinde hiçbir vakit “kavgacı” imajvermemesiyle, bugünün Türkiye’sinde yani TBMM’nin Cumhurbaşkanı seçeceği ve seçecek çoğunluğun Ak Parti tarafından oluşturulmuş bulunduğu şartlarda, Çankaya için ileri sürülen “kucaklayıcı” görüntüye de sahip.

 

***            ***        ***

 

Bütün bunların ötesinde, “Çankaya’daki Gül”ün düzgün bir profil vereceğine kuşkum yok. Cüzdan sicili tertemiz, aile ilişkisi örnek, Anadolu’nun ortasından, Kayseri’den gelen ve bu kimliğini hiçbir vakit kaybetmemiş, buna karşılık Türkiye’nin Batı ve Doğu ile irtibatlı “kültürel kodları”na mevcut Ak Partililer arasında belki en fazlasıyla sahip, dış dünyanın bir çok veçhesini gayet iyi kavramış, kişiliğinin en çarpıcı özelliği “tevazu” olan bir Abdullah Gül’ün Çankaya’ya pekala uygun düşeceğinden emin olabilirsiniz.

Haberin Devamı

Tayyip Erdoğan’ın çok yakını ve “kader yoldaşı” denmiyor mu ona? Ak Partili değil mi?

Tayyip Erdoğan dediğiniz, bu ülkenin Başbakanı. İkisi bir arada, Türkiye’nin “hukuk devleti” olması anlamına gelecek, AB mücadelesinin başını çektiler. “Kopenhag kriterleri”ne uyulması için onca reform hamlesini birlikte sürüklediler. Hukuk içinde kalırlarsa –ki, kalmaları gerek ve kalmamaları için bir sebep yok- “Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül” manzarasında da bir anormallik olmaz.

Kaldı ki, Abdullah Gül, şahsiyet sahibi bir insandır. Tayyip Erdoğan’ın “emir eri” değil, “çok yakın siyasi mücadele arkadaşı”dır ki, böyle olmasında da bir anormallik aranamaz.

Haberin Devamı

Türkiye, parti kökenli cumhurbaşkanlarına, darbelerin getirdiği Cemal Gürsel ile Kenan Evren ve henüz darbe atmosferinden çıkılmadığı süre içinde Çankaya’ya çıkan Cevdet Sunay ile Fahri Korutürk istisna edilirse, zaten alışık.

Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in kurucu dev ismiydi. İsmet İnönü, tek parti döneminin CHP lideri Cumhurbaşkanı. Celal Bayar, DP’li, Turgut Özal ANAP’lı ve Süleyman Demirel AP-DYP’li idi.

Bir de Ahmet Necdet Sezer var ki, onu da 28 Şubat sürecinin çıkış kapısında bir “uzlaşma ismi” olarak istisnalar arasına kaydedebiliriz.

Abdullah Gül’ün muhtemel Cumhurbaşkanlığı, bugün geldiğimiz noktada “en optimali”dir. 2007 yılındayız. Türkiye’nin, uluslararası sahnede etkili ve faal bir ülke olma şansı ve AB ufukları, bu isim tercihi ile, düne kıyasla, bugün, daha parlak gözüküyor.

Rahatladık. Türkiye’nin normalleşmesi yönünde büyük adım atıldı...

Yazarın Tüm Yazıları