Buenos Aires’e kayıtsız kalmak kimsenin harcı değil

Arjantin desem aklınıza ilk ne gelir?

Futbol mu?
Tango mu?
Yoksa Eva Peron mu?
Kim bilir belki de, otuz yıldan uzun süredir başkanlık sarayının karşısında, ellerinde kayıp yakınlarının fotoğraflarıyla protesto gösterilerini sürdüren Perşembe Anneleri düşer birilerinin aklına.
Birileri çıkıp Jorge Luis Borges diyebilir.
Kiminin gözünde uçsuz bucaksız pampalar ve o pampaların efendileri gaucholar canlanabilir.
Gırtlağına düşkün biri et der de başka şey demez belki.
Belki de Mendoza’nın kırmızı şaraplarından dem vurur birileri.
Uçsuz bucaksız Patagonya’yı listenin başına oturtan da çıkabilir, es geçen de olabilir.
Buenos Aires’e kayıtsız kalmak kimsenin harcı değil

Ülkenin ekonomisi, tarihi, siyasetinden söz eden de çıkar elbette.
Arjantin bütün bunlar ve ötesidir diyen de...
Ve her kimse bunu diyen... Haklıdır... Gerçekten..

İki yıl aradan sonra yeniden Buenos Aires’teyim. Geçen gittiğimde yaz sonuydu, şimdi güz.
Yirmi altı buçuk saatlik yorucu bir yolculuktan sonra, sabaha karşı beşte, ıssız şehri baştan sona kat edip, Puerto Madero’daki otelimize giderken şehrin tüttüğünü görüp şaşırıyoruz..
Sis desen değil, pus desen değil, şehir tütüyor gerçekten. Sadece bulanık sularıyla Rio del Plata değil kaldırımlar, sokaklar, parklar tütüyor. Bu da güzeller güzeli şehre iyiden iyiye büyülü bir hava veriyor.
Faena Oteli’nde konaklayacağız. Şehrin değilse de Puerto Madero’nun, yani limanın en afili otelinde... 1991’de yönetim, şehrin göbeğindeki hantal limanı 4 milyar dolarlık bir yatırımla ıslah etmeye karar verdiğinde, dünyanın en ünlü mimarlarına çağrı yapmış ve limanın yanında yöresinde bulunan siloların da farklı kullanımlar için elden geçirilip dönüştürülmesini istemiş. İşte bizim Faena Otel de Philippe Starck tarafından otel haline dönüştürülmüş eski bir silo. Philippe Starck tangonun rengi olduğu için mi neden bilmem, oteli kan kırmızısı tasarlamış. Kırmızı, kıvrımlı ve kadınsı...
Venedik aynalarla kaplı dolaplar, ampir koltuklar, kırmızı kadife perdelerle döşenmiş odalara girdiği anda insan kendini 19. yüzyıl Paris’inin pek revaçta olan hafifmeşrep salonlardan birine girmiş gibi hissediyor.
Ertesi sabah pırıl pırıl bir güne uyanıyoruz. İlk iş, her sokağına ünlü bir kadının adı verilmiş Puerto Madero limanını gezmek. Aslında nispeten tek boş günümüz bu. Latin Amerika’nın bu en Avrupalı şehrini gezmeye değil, çekmeye geldik çünkü. Tangonun peşine düşmeye, insanın içine girdi mi virüs gibi yerleşen bu dansı yerinde görmeye... Ama tango sırasını beklesin hele, şimdi şehirden söz etmeli...
İki yıl öncesine göre büyük bir değişiklik göze çarpmıyor. Puerto Madero’da yeni bir müze açılmış yalnız. Arjantin’in 2 milyar dolarlık servetiyle en zengin kadını olan Senora Fontelban’ın kişisel koleksiyonunu sergilemek için yaptırdığı bir kültür merkezi. Aynı gün fazla uzakta olmayan Plaza de Mayo ve Colon meydanına gidiyoruz. Paris’teki Opera binasının handiyse küçük bir kopyası olan ünlü Colon tiyatrosunun tadilatı hâlâ bitmemiş ve Plaza Mayo’da her zamanki gibi çadır kurmuş protestocular var. İstediği kadar tarihi askeri darbelerle dolu olsun, burası sesini duyurmak isteyenlerin her daim sokaklara döküldüğü bir Latin Amerika ülkesi.
Akşam yemeğini şehrin en sevdiğim semti Palermo’da yemeye karar veriyoruz. Ve Palermo Holywood’a gidiyoruz.
Son ekonomik krize kadar fazla gözde bir semt olmayan Palermo, kriz sonrası fiyatlarının ucuzluğu nedeniyle öyle çekici olmuş ki, başta sanatçılar olmak üzere orta sınıf Buenos Aires’liler yaşadıkları mahalleleri terk edip buraya yerleşmiş ve bunun sonucu olarak da mahalle kısa zamanda müthiş popüler olmuş. Oldukça büyük olan Palermo; Viejo, Soho ve Holywood olmak üzere üçe ayrılıyor ve sanatçı atölyeleri, tasarımcı butikleri, kafeleri, gece kulüpleri, lokantalarıyla geleni kendine hayran bırakıyor. İki katlı avlulu evler kriz sonrası on bin dolar gibi komik fiyatlara Amerikalılar tarafından satın alınmış. Şimdi dört yüz bin dolar ettiği söylenen bu evlerin en büyük alıcısı gene Amerikalılarmış. Ama orada ev sahibi olan Türkler de yok değil. Kimi tangonun peşine düşmüş kimi yatırım aracı olarak görmüş. Çalıştığı işten bunalıp kendini Buenos Aires’e atanların sayısı azımsanmayacak oranda. Gece yemekte tanıştığım Banu da işte onlardan biri. Baktım kimse beni düşünmüyor, o zaman ben kendimi düşüneyim dedim ve istifayı basıp kendimi buraya attım diye anlatıyor gelişini.
Zaten Buenos Aires’e kayıtsız kalmak kimsenin harcı değil. Şehir bir şekilde kanınıza giriyor ve içinize yerleşiyor.
Bir milonga’ya gidip etkilenmemek, bir tango seyredip omuz silkmek ne mümkün?
Carlos Gardel’in yanık sesini duyup da tüyleri diken diken olmayan, Piazzola’yı dinleyip de boğazı tıkanmayan olabilir mi zaten?

Şehri gezme rehberi

Arjantin dünyanın en güvenli ülkesi değil belki, ama sokaklarında şiddet de kol gezmiyor. Boca gibi, akşam olunca gidilmemesi gerekilen mahallelerden uzak durulur ve Palermo ya da Recoleta gibi şık semtlerde dolaşılırsa, gece gündüz rahatça gezilebilir. Yıldızlı otellerle birlikte, şehrin hemen her semtinde yer alan küçük butik oteller de ideal. Örneğin biz, Faena Oteli’nin ardından, her odası ayrı bir konseptte düzenlenmiş Lega di Mitico otelinde konakladık ve çok memnun kaldık. Bir diğer seçenek ise ev kiralamak. Haftalık ya da günlük kiralanan evler çok ucuza geliyor. Bu iş ile uğraşan şirketlere internetten ulaşabilirsiniz. Araba kiralamak zor ve pahalı. Ancak taksiler sudan ucuz ve bol. İsteniyorsa elbette metroya da binilebilir ama otobüslerden uzak durmakta fayda var. Her biri ayrı renkte ve ayrı hatta çalışan otobüs sistemi, bir turist için fazlasıyla karışık.

3 SAATTE URUGUAY

Latin Amerika’nın ilk ve tek çağdaş sanat müzesi Balba mutlaka gezilmeli. Bir de Portoni kahvesine gidilmeli. Bizim Markiz’in karşılığı sayılabilecek bu kafe, Arjantin kültür hayatını koklamak için bulunmaz fırsat. Milonga tecrübesi yaşamadan dönmek olur mu, olmaz. Cathedral, en iyi milonga adreslerinden biri. Arjantin zenginlerinin çiftliklerinin bulunduğu, polo maçlarının yapıldığı ünlü Estancia, şehrin hemen yanı başında. Çiftliklerde konaklayabilirsiniz. Bouquet Bus’a binilip 3 saatlik bir feribot seferiyle Uruguay’ın başkenti Montevideo’ya ulaşılabilirsiniz.

ETSEVERLER İÇİN CENNET

Boca gibi turistik ama görülmese de olmaz bölgeleri bir çırpıda aradan çıkarmakta, sonra her sokağı ayrı güzel semtlere yoğunlaşmakta fayda var. Unutmayın ki, hayat Buenos Aires’te geç başlıyor ve geç bitiyor. Akşam yemeğine saat 10’dan önce oturulmuyor, Şehir öğle saatlerinde ıssızlaşıyor. Bir etsever için cennet olan Arjantin, bir etyemez için cehennem. Lokantaların tümünde sadece et yemekleri var.
Yazarın Tüm Yazıları