Bond filmlerine yaraşır bir suikast

Şimdilerde, erkekleri pedofiliyle suçlamak pek revaçta.

Öğretmeni, papazı, milletvekilini hedeflerseniz pek mesele yok da, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e çamur atarken biraz temkinli davranmakta fayda var. Yoksa kanıtlamaya fırsatınız kalmadan, tarihin en şık suikastlarından birinin kurbanı olduğunuz bile iddia edilebilir. Tıpkı Bay Aleksander Litvinenko gibi.

Kanatları sarı ve pembe iki kocaman kelebek resminin süslediği, ışıl ışıl cam vitrinli Itsu suşi barının cephesi, artık boydan boya koyu gri bir levhayla kaplı ve önünde tepeden tırnağa kapkara giyinmiş iki İngiliz polisi devriye geziyor. Japonya dışındaki en ünlü Japon lokantalarından Itsu’nun, Londra’nın göbeğindeki, Piccadilly Caddesi numara 167’deki şubesi, 24 Kasım 2006 Cuma akşamı, içerideki masa örtülerine varıncaya dek her şeyi, iki kişinin ancak kaldırabildiği aluminyum sandıklara tıka basa dolduran olay yeri inceleme ekiplerinin işi bittikten sonra, mühürlendi. Daha birkaç gün önce maki, nigiri, saşimi ve modern Japon mutfağının lezzetlerini sıralayan mönünün asılı olduğu yerde, müdür Graham Shear imzalı bir özür mektubu duruyor. "Rusya ve KGB ile ilgili mesele yüzünden yürütülen Scotland Yard soruşturması kapsamında kapalıyız."

Müdürün "mesele" dediği olay, bugüne değin görülmemiş özellikte bir zehirlenme. 1 Kasım günü aniden rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan ve üç hafta içinde son nefesini veren eski Rus gizli servis ajanı Aleksander Litvinenko’nun idrarında, radyoaktif özellikte polonyum 210 bulundu ve Itsu Suşi, ajanın son gittiği yerlerden biri olduğu için soruşturmanın odağında.

ZEHİRLE İŞLENEN CİNAYET

"Su bile zehirdir, önemli olan dozdur" desek de, yiyecek ve içeceklere katılarak insanları öldüren maddelerin sayısı 200’ü bulmaz. Bunların bazıları, doğal bir ölümle karıştırılabilecek ani etkiler gösterir. Örneğin, son James Bond filmi Casino Royal’de, poker oynayan kahramanın içkisine katılan bir madde kalbini durdurmuş, cildinin altına yerleştirilmiş bir mikroçip sayesinde, bağlı bulunduğu İngiliz istihbarat örgütü MI6, maddenin digitalis olduğunu saptayarak ajanını kurtarmıştı. (Sadece 33 gün papalık yapabilen I. John Paul’ün kalp krizini de digitalis zehirlenmesine bağlayan komplo teorisyenleri vardır). Ancak, gerçek hayat hiç böyle değil. Kullanılan madde, alışıla gelmişlerden çok farklıysa, ne olduğu kolay anlaşılamıyor. Litvinenko gibi bir rejim muhalifi Bulgar Georgi Markov’un, 1978’de Londra’daki ani ölümüne, bir KGB ajanının şemsiyesiyle fırlattığı bilyedeki risin’in yol açtığı, otopsiyle ve tamamen rastlantı sonucu ortaya çıkmıştı. (Bkz. S. Atasoy, Labirent, Doğan Kitap, Neredeyse Kusursuz bir Cinayet, sayfa 116). Zehirle öldürülmeye çalışılan kurbanlar arasında şanslı olanlar da var. Örneğin Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Andriyoviç Yuşçenko. Yuşçenko ile Litvinenko arasında ilginç bir ortaklık var. Çünkü, birini yaşama döndürenle, ikincisinin kurtarılamamasından sorumlu tutulan, aynı kişi.

UZAKTAN TANI KOYAN TOKSİKOLOG

Londra’nın St. Mary hastanesi, tıbbın gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Penisilin burada keşfedilmiş, eroin burada sentezlenmiştir. Birkaç yıldır hastanenin ünü, toksikoloji uzmanı John Henry sayesinde farklı bir boyuta taşındı. Hatırlarsanız, Ukrayna başkanlık seçimlerine adaylığını koyan, Rusya muhalifi, Avrupa Birliği ve NATO yanlısı Viktor Yuşçenko, 6 Eylül 2004 gecesi, Ukranya gizli servis üyelerinin de bulunduğu bir ev yemeğinden sonra, aniden fenalaşarak Viyana’daki Rudolfinerhaus kliniğine götürülmüştü. Yuşçenko’nun sararmış, şişmiş ve çiçek bozukları dolu yüzünü televizyon ekranından gören John Henry, bu duruma, Avusturyalı doktorların sandığı gibi bir virüsün değil, dioksin adlı zehirli maddenin yol açtığını ilk söyleyen kişidir.

11 Aralık’ta Avusturyalılar, başkan adayının dioksin ile zehirlendiğini kabul etti. Genç adamın böbreğine, karaciğerine, pankreasına zarar verenlerin ve yüzünü tanınmaz halde getirenlerin kimler olabileceğine dair pek çok komplo teorisi öne sürülmekle birlikte, en revaçta olanı, suikastı eski KGB ajanlarının düzenlediğidir. Yuşçenko, başkan seçildi, ancak kendisini kimin ya da kimlerin öldürmeye kalktığı hálá anlaşılamadı.

John Henry, iki yıl sonra Rusya bağlantılı komplo teorilerine, Aleksander Litvinenko’nun aniden başlayan rahatsızlığıyla yeniden bulaştı. Ancak bu kez pek başarılı olduğu söylenemez. Litvinenko’yu görmeden, karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal ve saç dökülmesine, fare zehri talyumun yol açmış olabileceğini öne sürdü. Hatta bu görüşünü bir basın toplantısında dile getirdi. Bu acelecilik, Litvinenko’nun yatırıldığı ve John Henry’nin uzun yıllar zehir merkezini yönettiği Londra Üniversitesi hastanesinde, üç hafta boyunca talyum zehirlenmesi tedavisi uygulanmasına, gerçek zehrin radyoaktif polonyum 210 olduğunun ise, ancak ölümünden iki gün önce anlaşılabilmesine yol açmıştır.

Elde yeterli ve güvenilir veri bulunmadan yorum yapmaktan kaçınılması gerektiğini, bu spekülasyonların özellikle basınla paylaşılmamasını söyler dururum. John Henry’nin bu davranışının Litvinenko’nun hayatına mal olduğunu iddia etmek acımasızlık olur, ancak polis soruşturmasını yanlış yönlendirdiği ve haftalar boyu polonyum yerine talyum kaynaklarının peşine düşülerek vakit kaybedilmesine neden olduğu kesin.

Eski Rus casusu kim öldürmüş olabilir

Aleksander Litvinenko, Sovyet KGB’sinin uzantısı Rus gizli servisi FSB’de yarbaylığa kadar yükselmiş bir asker. Ülkesinin değişik yerlerindeki terör olaylarını servisin düzenleyip Müslüman Çeçenlerin üzerine attığını, kendisinin de milyarder işadamı Boris Berezovski’yi öldürmekle görevlendirildiğini iddia etmeye başladıktan sonra, Türkiye üzerinden İngiltere’ye kaçmıştı. Londra’da komşusu olan eski Çeçen dışişleri bakanı Ahmet Zakayev’e hayranlığını, ölümünden birkaç gün önce Müslümanlığı kabul ederek kanıtlamaya çalıştı. Güvenlik önlemleri altında yapılan otopsiden sonra özel bir tabutta ailesine teslim edilen cenazesi, 7 Aralık’ta Londra Regent’s Park Camii’nden kaldırılsa da, radyasyon tehlikesi nedeniyle İslami gereklerin yerine getirilmesi mümkün olmadı.

"Rusya’yı Havaya Uçurmak: İçerden Terör" adlı kitabıyla Çeçenleri savunmaya çalışan Litvinenko’nun Putin aleyhtarlığı öylesine ileri boyutlardaydı ki, ölümünden dört ay önceki makalesinde, onu çocuklara düşkün olmakla suçlamıştı. "Kremlin’deki Pedofil" adlı yazısında, Putin’in sokakta karşılaştığı 4-5 yaşındaki bir erkek çocuğun fanilasını kaldırarak karnını öptüğünü gösteren bir fotoğraftan yola çıkmış, onu Rus seri katil Andrey Çikatillo’ya benzetmiş, hatta FSB’nin elinde, Moskova’nın Polyanka Sokağı’ndaki bir dairede çekilmiş, küçük erkek çocuklarla birlikte olduğunu gösterir video kasetlerinin bulunduğunu dahi ileri sürmüştü.

Litvinenko pedofili iddialarına, biri emekli FSB başkanı, diğeri bir gazete editörü iki kişiyi tanık göstermişti. (Başkan, 2005 Nisan’ında bir suikasta kurban gitti, editör bir uçak kazasında öldü). Bütün bunlar, Litvinenko’nun Putin’in bilgisi dahilinde ya da dışında, emekli KGB ya da yeni FSB ajanları tarafından öldürülmüş olabileceği kuşkusunu uyandırsa da, akla yatan başka olasılıklar da var.

Örneğin, İngiltere’ye iltica etmiş ve sıkı bir Putin aleyhtarı milyarder Rus işadamı Boris Berezovski’nin, suçu Putin’in üzerine atabilmek amacıyla, ölüm emrini vermiş olması da mümkün. Nitekim Litvinenko’nun zehirlendiği 1 Kasım 2006’da, üç saate yakın bir süre kaldığı Berezovski’nin Down Sokağı’ndaki ofisinde de polonyum 210 radyoaktivitesinin bulunması, Litvinenko’nun orada zehirlenmiş olabileceğini düşündürüyor. Ancak, Itsu suşi bar da dahil olmak üzere, Londra’nın bir düzine yerinde, Moskova-Londra seferini yapan British Airways uçaklarında, gizli servisten eski bir arkadaşının 25 Ekim tarihinde giriş yaptığı bir otelde, ayrıca Moskova’daki İngiliz büyükelçiliğinde radyasyona rastlanması işleri bir hayli karıştırıyor.

Öte yandan, ölümünden üç gün önce kaleme aldığı "Ölüm meleğinin kanat çırpışlarını duyuyorum. Bacaklarım yeterince hızlı koşamıyor" dediği vasiyetnamesinin yarısı, Putin’e serzenişler içeriyor ve "Tanrı seni affetsin. Sadece bana yaptıkların için değil, sevgili Rusya ve halkımıza yaptıkların için de affetsin" diye bitiyor. Sabit fikir haline dönüşmüş nefreti, ölümünden mutlaka Putin’in sorumlu tutulacağı düşüncesine, bu da, Litvinenko’nun Putin’e zarar verebilmek amacıyla kendisini öldürmesine yol açmış olamaz mı? İngiliz polisi, olayı bir cinayet olarak soruşturuyor ve polonyum 210’un hava yoluyla Rusya’dan getirildiğine neredeyse emin.

POLONYUMLA ÖLÜM

Marie Curie, uranyum cevherinden saflaştırdığı ve anavatanı Polonya’nın adını verdiği polonyum 210’u, dayanılmaz hale gelen bulantı, kusma ve ishallerinin nedeni olabileceğinden hiç kuşkulanmadan cebinde taşır, çekmecelerinde saklar, karanlıktaki mavi-yeşil ışığını hayranlıkla seyrederdi. 1934’te acılar içerisinde ölürken, kemik iliği iş göremez hale gelmiş, kanındaki alyuvarların, akyuvarların ve trombositlerin tamamı yok olmuştu. Tıpkı, laboratuvar tezgahı üzerindeki polonyum kabının bir kaza sonucu patlaması yüzünden, daha sonra lösemiden ölen, kendisi gibi Nobel ödüllü ve kimyacı kızı Irene Joliot-Curie gibi.

Vücudunda 100 insanı öldürebilecek düzeyde polonyum 210 bulunan Litvinenko olayından önce, bu maddenin bireysel bir silah gibi kullanılıp kullanılmadığı bilinmiyor. Ancak Putin’in eski korumalarından "Gölgeler Kralı" Roman Tsepov’un 2004’te aniden ortaya çıkan ve ölümle sonlanan rahatsızlığı radyasyon hastalığının tüm belirtilerini gösterdiğinden, onun da yiyecek ya da içeceğe eklenen radyoaktif bir maddeyle öldürüldüğünü düşündürüyor. Belki de, polonyum 210 ile işlenen cinayetler sanıldığından daha fazladır.

NEREDEN BULDULAR

Aslında polonyum 210, doğada bulunuyor. Havada, suda, toprakta, tütünde, dolayısıyla sigara içenlerin akciğerinde. İstanbul Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’nden Asiye Başsarı ile Ege Üniversitesi’nden Aysun Uğur ve Güngör Yener, 2000 yılında Ege kıyılarından topladıkları midyelerde polonyum 210 düzeylerini incelemiş ve en yüksek düzeye Foça midyelerinde rastlamışlardı.

Polonyum 210, statik elektriği ortadan kaldırabiliyor, bu nedenle yaygın bir kullanım alanı var. Örneğin objektiflerin tozunu silmekte işe yarayan fotoğrafçı fırçalarının vazgeçilmez bir bileşeni. Doğal kaynaklardaki polonyum 210’un düzeyleri pek az olduğundan, uranyum cevherinden bir reaktörde eldesi ve gelişmiş aygıtlarla saflaştırılması gerekiyor. Yaydığı alfa tanecikleri, deriden geçemiyor. Yutulur, solunur ya da enjeksiyonla damar yoluna verilirse DNA’yı parçalamaya ve zincirleri birbirine bağlayarak hücreleri öldürmeye başlıyor. Vücuda girdikten 2-3 saat sonra idrar, tükürük, dışkı, terle atılmaya başlayan polonyum, bu örneklerle temas edenlerin ellerini ağızlarına götürmesiyle onlara da bulaşıyor. Litvinenko’nun 1 Kasım günü bir arada olduğu herkeste (Millenium otelinin 7 barmeni dahil) ve uğradığı her mekanda polonyuma rastlanmasının nedeni de bu olsa gerek.

Satın almak isterseniz, kredi kartınızla internet üzerinden 90 YTL ödemeniz yeterli. Adresinize 0.1 mikrokürilik bir ambalaj gönderiyorlar. Litvinenko’nun öldürülmesinde kullanılan miktar için, 15 bin ambalaj sipariş etmeniz ve 1 milyon dolar ödemeniz gerek. Onu öldürmeye kalkışanlar, büyük bir olasılıkla daha basit bir yola başvurmuş olmalılar. Bir reaktörden çalmak gibi.

Örneğin 1999’da asker üniformalı birisi, Kazakistan’dan Özbekistan’a, üzerinde RA 23-54 yazılı bir cam kapsül ve kurşun folyoyla kaplı metal bir kutu geçirmeye çalışırken yakalandığında, elindeki maddelerin radyoaktif polonyum ve berilyum olduğunu ve bunları çalıştığı Baykonur Uzay Üssü’nden çaldığını itiraf etti. Rusya’nın Los Alamos’u kabul edilen Sarov’daki Rusya Deneysel Fizik Araştırma Merkezi’nden de çok sayıda polonyum 210 içeren metal kutunun çalındığı biliniyor. İngiltere’nin Aldermaston’daki Atom Silahları Kurumu, Litvinenko’nun vücut sıvılarında, Londra’nın değişik yerlerinde ve uçakta bulunan polonyum 210’un "parmakizi"ni, yani içerdiği diğer bileşenlerin birbirine oranlarını belirlemeye çalışıyor. Ön verilere dayanarak, maddenin Rusya’daki bir nükleer santraldan kaynaklanmış olduğu sonucuna vardılar bile.
Yazarın Tüm Yazıları