Birkaç tavşan kardeş ve Bambi

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Avcılar'daki o sekiz yıllık eğitim okulunun henüz bitmemiş inşaatından içeri girerken gerilere, çok gerilere dönüyorum.

Herhalde 1954 yılıydı.

İzmir'de Rum arkadaşlarımın bir gecede ortadan kaybolduğu o meşum 6-7 Eylül gecesinden iki üç yıl önceydi.

Kahramanlar Semti'nden başlayıp Fuar kenarından Alsancak'ta Gazi İlkokulu'na giden yolu adımladığım o ilk güne gidiyorum.

Annemin beni elimden tutup hayatımdaki ilk öğretmenim Hatice Birkan'a emanet ettiği o ilk güne...

Siyah önlüğümün altındaki kısa pantolonumdan çıkan iki çırpı bacak, beyaz plastik sandaletlerle başlayan eğitim hayatımın ilk günü.

Neler hissetmiştim?

Hafızamdaki çok bulanık hatıralardan ancak birkaç çizgiyi çekip çıkarabiliyorum.

Çekingenlik, utangaçlık ve biraz da korku...

Okulum İzmir'in en iyi ilkokullarından birisiydi.

Ama o bile resmiyetin kasvetli iklimini dağıtamamıştı.

* * *

Şimdi bambaşka bir okul binasından içeri giriyorum.

İşadamı Asım Kocabıyık'ın yaptırdığı sekiz yıllık ilköğretim okulu, bana daha kapıda resmiyetin kasvetli iklimini unutturuyor.

Sanki bir Galleria'ya, bir Atrium'a giriyormuşum gibi hissediyorum kendimi.

Kocabıyık sekiz yıllık eğitime katkı yapmak istemiş.

Böyle durumlarda ne yapılır?

Valilik veya belediye arsa verir. Milli Eğitim de tek tip okul binası projeleri...

Sonunda Anadolu'nun en fukara bölgelerinden, İstanbul'un en zengin semtlerine kadar hiç değişmeyen bir okul peyzajı ortaya çıkar.

Tek tip insanın, tek tip okul binaları...

Asım Bey bu konsepti değiştirmiş.

Önce yurtdışında yaşayan çok ünlü bir Türk mimarı olan Metin Hepgüler'e bir okul binası projesi hazırlatmış.

Metin Hepgüler yurtdışında 166 konkur kazanmış, 7 milyon metrekare üstünde mekan dizayn etmiş bir mimar.

* * *

Binanın en aydınlık bölümlerinden birini anaokulu olarak tasarlamış.

Annesinden ilk defa ayrılacak olan çocuğun, okul binası ile ilk temasının psikolojik iklimini düşünmüş.

Yani bundan yıllarca, çok yıllarca önce benim titreyen cılız bacaklarımı dikkate almış.

O ilk an şokunu atlatabilmek için, anaokulunun hemen kenarına küçücük bir hayvanat bahçesi koymuş.

İçine saldırgan olmayan hayvanlar koymayı planlamış.

Birkaç tavşan kardeş, birkaç sincapçık, belki iki üç bambi...

Hayvanat bahçesinin bir kapısı anaokulunun büyük salonuna açılıyor.

Gerektiğinde birkaç hayvanı içeri alıp, çocukların yanına getirmeyi hayal etmiş.

Oradan ilkokulun ana bölümlerine geçiyoruz.

Kendimi bir anda bir Akmerkez veya Carrousel'in ortasında buluyorum.

Yüksek ve aydınlık mekânlar, yukarıdan aşağı sarkan yeşil yapraklı bitki örtüsü ve insana güneşle temas ettiği duygusu veren geniş cam vitrinler.

Bina müthiş bir kapalı salona açılıyor.

Tribünleri ve normal boyutlardaki basket sahası ile gerçek anlamda bir spor salonu.

Yemekhanenin girişine vitrinler yerleştirilmiş. İçine Türk kültürünün çizgilerini yansıtan eşyalar konacakmış.

Asım Kocabıyık, Beylikdüzü'nde de bir endüstri meslek lisesi yaptırmış.

Onu çizen mimar farklı. Ama o da İstanbul'un önde gelen mimarlarından birisi.

O tamamen farklı bir konsepti okul binasına taşımış.

Tavanlar yine yüksek. Yine binanın ortasında bir Atrium var.

Ama tavanlara çok canlı kırmızı renklerden oluşan metal putreller yerleştirilmiş.

U şeklindeki binanın orta yerinde geniş bir avlu var.

Avlunun kenarlarına, Orta Avrupa şehirlerinin yaya mekânlarında kullanılan ışıklı direkler yerleştirilmiş.

* * *

Gezdiğim iki okuldan ayrılırken ister istemez kafam sorulara takılıyor.

Bir öğrenci için eğitim yaptığı okulun binası çok mu önemlidir?

Sonra ne manasız bir soru diye kendi kendime kızıyorum.

Elbette çok önemli.

Eğitimin estetik çevresi, elbette o duvarların içini dolduran zihniyeti de etkileyecektir.

Birden aklıma Pink Floyd'un ünlü Wall çizgi filmindeki o çekiç kafalı çocuklar geliyor.

Eminim, bu mimari estetik, beyinlerdeki o çekiçlerin etkisini biraz olsun hafifletecektir.

Hem öğrenenin hem öğretenin beynindeki o hiç değişmez, kimse değiştiremez diye bildiğimiz çekiçleri...













Yazarın Tüm Yazıları