Bir yazarlık dersi

BİRİ, bir gazetede ‘Hafızlık Gerekli mi?’ (27 Temmuz 2005) başlıklı yazımı eleştiriyor:

‘Peki ama kendisine ‘hafızlık mesleği’ öğretimi dayatılmamış, dayatılmayan ve dayatılmayacak olan bir köşe yazarının ortaya böyle bir soru atması gerekli mi?’

‘İyi de size ne? İnsanlar çocuklarının uygun yaşlarda serbestçe ‘hafızlık eğitimi’ almasını istiyor ve bu çocuklar Kuran’ı hıfz ediyorsa bundan size ne?’

SIĞ MANTIK

Yazılarımı eleştirenleri yanıtlamak gibi bir adetim yoktur. Başta İslamcı gazeteler olmak üzere hakkımda yayınlanan küfürlü yazıların, iftiraların her ay bir klasörü dolduracak boyutlara vardığını düşünecek olursak, bunlarla uğraşmanın yazma eylemimi engelleyeceği kolayca anlaşılır.

Ben adı geçen yazımı, Diyanet İşleri Başkanı’nın hafızlığın çok erken yaşlarda öğrenildiğini ileri sürerek eğitim düzenini eleştirmesi, yeni bir düzen önermesi üzerine yazmıştım. Bu istek ve dayatmaları kamuyu ve toplumun tamamını ilgilendiriyor.

Adı gereksiz kimse bana ‘Sana ne!’ diye çıkışıyor. Böylesine ilkel mantığa ‘Bana neyse sana ne!’ yanıtı verilebilir ama bir ratenin böylesine sığ mantığını doğrusu kendime yakıştıramam.

YAZMAN ÖZELLİĞİ

Ancak ‘Sana ne!’ çıkışması bir yazarın genel olarak yazma sorunsalıyla ilgili olduğu için bu mantıkla düşünenlere bir yazarlık dersi vermem gerekiyor:

Bir yazara, yazdığı konuda, ‘Sana ne? Başkalarının işine neden karışıyorsun?!’ diye çıkışmak densizliği, yazma eyleminin diyalektiğinden habersiz yazmanlara yaraşır bir özelliktir. Bir de elli yaşını geçip de herhangi bir alanda bir baltaya sap olamamış ratelerin en bilinen nişanesidir.

Başkalarının işine burnunu sokmak, üstüne vazife olmayan işlerden kendisine sorumluluk payı çıkarmak, toplumun ve ‘öteki’nin sorumluluğunu gönüllü yüklenmek, yazarın, aydının, aydın yazarın koşullandırıcı özelliğidir. Yazar sadece kendi ülkesinde değil bütün yeryüzünde her şey ve herkesten her şeye ve herkese karşı sorumludur. Bu nedenle hafızlık öğrenimi konusunda Diyanet İşleri Başkanı kadar sorumlu ve yetkiliyim.

DÜNYAYI SIRTLAMAK

Emil Zola’
nın, Yahudi olduğu için tuzağa düşürülüp suçlanan ve hapse atılan Yüzbaşı Dreyfus’ün savunmasını yüklenip ‘İtham Ediyorum’ adlı bir broşür yayınlaması, bu zavallı mantığa göre, tam anlamıyla, bir ‘Sana ne!’lik durumdur. Ancak, Emil Zola bu işe burnunu sokmayı göze aldığı için çağdaş bir aydın ve yazar sayılmış, daha sonraki kuşaklara örnek olmuştur.

Andre Gide’in Kongo ile ilgilenmesi de başkalarının işine karışmaktır. Jean-Paul Sartre’ın vatana ihanet suçlamasını göze alarak, 121 yoldaşıyla birlikte Fransa’ya karşı FLN’i (Cezayir Kurtuluş Cephesi) desteklemesi de öyle... Başkalarının sorumluluğunu üstlenerek, dünyayı sırtına alarak adam ve yazar olunur. Leş kargalarının erişemeyeceği bir onurdur bu!
Yazarın Tüm Yazıları