Bayram yazı(m)sı

Benim gibi kronolojisi şaşkın, zaman mefhumu yitik biri, üstüne bir de ‘ekçi’ olmayagörsün, durum iyiden iyiye sarpa sarabiliyor.

Gazetelerin ekleri erken basıldığı için bizim takvimimiz biraz önden koşuyor biliyorsunuz.

Sizin okuduğunuz yazıları, biz genelde iki, hatta bazen özel durumlardan dolayı program daha da öne çekilmiş olursa, üç-dört gün evvelden yazıyoruz.

Duyargalarım, ‘özel günler’ söz konusuysa, zaten ‘biraz’ nasırlıdır.

Birkaç hafta önce bir arkadaşa, hani olur a işler de erken biterse hesabına, cuma gecesi için randevu verdim.

‘Çok zarifsin de... Emin misin?’ diye sordu; ‘Ben geceyarısına kadar annemlerle birlikte olmaya söz verdim. Sonra da bilmem kimlerin partisine gideceğim.’

Bir lahza durakladı ve garip bir ifadeyle suratıma baktı: ‘İstersen sen de gel?..’

Hafiften de acırmış gibi bir hállerde yani...

Hissediyorum; anlam veremiyorum: ‘Ne işim var senin annenlerde canım, saçmalama?..’

Meğer o cuma, yılbaşı gecesiymiş! Biliyordum da silmişim bir şekilde. Ben zannediyorum ki ‘cumalardan bir cuma işte...’

‘A, yok be, gelemem o zaman; yılbaşıysa benim de bilmem kimlerle buluşmam lázım’ dedim.

Önce bir tertip; ‘A ne güzel!’ diye benim adıma sevindi.

Neden sonra kendini toparlama gereği duydu ve ‘E yani, háliyle’ dedi.

Öylesi ‘özel gün’lerde birilerinin çöpsüz üzüm misali kalakalmasına belli ki yüreği dayanmıyor...

Bugün oturmuş yüz küsur sanatçının katılımıyla Güney Asya depremzedeleri yararına gerçekleştirilen ve ne yazık ki büyük bir hayalkırıklığıyla sonuçlanan konser üzerine bir yazı döşenmiştim.

Biraz -demeyelim, eni konu- bet bir terennüm tutturmuş olsam gerek.

Benim ekrana yanlışlıkla gözü değen bir arkadaş uyarma gereği hissetti:

‘Perşembe, bayramın ilk günü. Yine sen bilirsin ama biraz daha aydınlık bir şeyler yazsan?’

‘Tabii ya’ dedim, ‘tabii ya... Doğru ya; bayram...’

Sonra dosyayı sildim, bayram başlığı altında yeni bir dosya açtım ve bembeyaz ekrana mel mel bakmaya başladım.

Nedir?..

Hayatım boyunca geceden yeni kırmızı pabuçlarıma sarılıp uyuduğum bir bayram anım olmadı benim.

Çocukken bile kırmızı rugan pabuçları sevmedim.

Kesinlikle giymezdim; hatta o zamanlar giyeni de sevmezdim...

Tamam, biz de bayramda annesi tarafından süslenip püslenen çocuklardık. Valide Sultan, bu konuda gereği neyse yerine getirirdi.

Ve ben genellikle o günün en az yarısını, niyeyse illa etek giymek zorunda kaldığım ve annem saçımı topuz mopuz yaptığı için beş karış suratla geçirirdim.

Dedemin gül ve yasemin kokulu evinde, kıçımda kot pantolonumla ve yeğenim Engin’le koşuşturduğumuz aleláde bir günü, bayram günlerine tercih ederdim.

Engin’i 18 yaşında kaybettik. Trafik kazasında...

Ben galiba ondan sonra hiçbir zaman, o en sıkıldığı anda bile içi gülen çocuk olamadım.

Sonra dedeler de göçtü. Hem anne hem de baba tarafından sülalenin toplaştığı bayramlar, puslu birer anıya dönüştü.

Yine de her bayram, gurbette yalnız düştüklerimde bile, ‘çöpsüz üzüm’ olmadığımı düşünüp, Allahım’a şükrettim.

Bu yıl da şükrediyorum ya nedense bir yanımla şükretmeye bile utanıyorum.

Şimdi, bu, nasıl bir bayram yazısı oldu, bana sormayın.

Ben yazmış olabilirim ama hiçbir fikrim yok.

Zihin bir kez kitlenmeyegörsün, sabite bağlıyor.

Benim aklım hálá, pazar günü düzenlenen konserde.

Kurbanlıklarınızın derilerini mesela THY’ye bağışlayıp, hayırlı insan olmak adına senelik kotanızı doldurduğunuzu düşünüp, rahatlayacak mısınız?

Bunu yapabilecek misiniz?..

Onca kara üzüm gözlü çocuk kırılıyor Asya’nın bir yerinde. Onlar da insan evladı ve saçma gelebilir ama artık bunu bile kullanacağım yani; büyük bir çoğunluğu din kardeşiniz?..

Güney Asya’da salkımından dökülmüş on binlerce üzüm gözlü çöpsüz üzüm, açlıkla ve hastalıkla boğuşuyor.

Hani unutmayı tercih ediyor olabilirsiniz ama yine de aklınızda bulunsun.

Kurban Bayramı’nız kutlu, naçiz muharrireniz size kurban olsun.

Ve bu pek ‘aydınlık’ bir muhabbet olmadı, olamadıysa kusura kalmayın; o da benim hıyarlığım olsun.
Yazarın Tüm Yazıları