Bahtsız bedevi Bodrum’da

Dünden devam notu: Bu satırların arkadaş kurbanı yazarı, canı cankuşu Ayça’nın (Şen) dolduruşuna gelip Bodrum yollarına dökülür. Bin saatlik rötarlı bir yolculuğun ardından sabaha karşı Bodrum’a vasıl olur.

Haberin Devamı

Ayça’yı zarif bir üslupla uyardım: ‘Yanılıp da beni öğlenden önce uyandırma, akıllı ol, Memo’yu anasız koma. Derini yüzer, etini de çipuralara yem yaparım valla.’

Öğlen gibi havuzun kenarına çöktük. Otel, nece olduğuna vakıf olamadığımız bir dilde konuşan sarışın turist kaynıyor.

Danimarkalılarmış... Diamond of Bodrum en çok Danimarkalı turist ağırlıyormuş.

Benden kurtulmak isteyen okurun gözü aydın zira Danimarka’ya iltica etmeye karar verdim. Bunların memleketinde hoş bir uygulama varmış. Devletin adetiymiş, her Danimarkalı’ya, senede iki kere tatil yapması için ödeme yaparmış! İsterseniz bir daha okuyunuz, iyice sindiriniz: Devlet, vatandaşına yılda iki kez yurtdışında tatil yapması için para ÖDÜYOR!

Bunlar da o bütçeyle dört kez tatile çıkabilmek için, özellikle bizim gibi nispeten ucuz ülkeleri tercih ediyorlarmış. Karı koca çalışan, hesabını bilen bir Danimarkalı çift olduğunuzu düşünün! Yılda devlet parasıyla sekiz kez yurtdışına tatile gidiyorsunuz. Aştı mı tahayyülünüzü? Eh, iki ettik demektir.

Haberin Devamı

Neyse... Otelde Danimarkalı ve yerli turist haricinde kimi şöhretlerimiz de mevcuttu. Hazırsanız -ki ben değildim, gafil yakalandım- açıklıyorum: Yeliz Yeşilmen ve Tolga Han!

Ben Yeliz Yeşilmen Hanımefendi’yi görünce hafif tertip dumura uğradım: ‘Abi hani bunlar karavanla yolda çalışa çalışa Antalya’ya gidiyorlardı Tuğba Özay’la? Kadın beş yıldızlı otelde ense yapıyor?’

Dört gün mola almışlarmış... O kadar olurmuş... Yazıkmış...

Akşamüstüne doğru, Ayça, Memo’ya yedek mayo almak için odaya çıktı. Çıkış o çıkış. Gitti gelmez Nazo Gelin oldu kadın. (Ki sabahleyin kendilerinin beni ‘Gitti gelmez Sado-Mazo Gelin’ diye çağırmışlığı var bir de utanmadan!)

Ben aşağıda bunları beklerken bir de ne göreyim? Tam yanımdaki hamakta Yeliz Yeşilmen Hanımefendi, iki magazinci arkadaşa dert yanıyor.

Geçenlerde bir yerde DJ’lik mi ne yapmış. Bol bol kendi şarkılarını çalmış. (Hanımefendinin bir albümü olduğunu o anda hatırladık. Oysa bunu unutabilmek için epey uğraşmıştık.) Mekánın kalabalık rekoru iki bin kişiyken, onun çaldığı gece dört bin kişilik bir izdiham yaşandığı için kapılar kapatılmış. Fakat bunlar hiç duyurulmuyormuş. Zira efen’im, medya sadece sansasyonu olan insanları haber yapıyormuş. Onun gibi seviyeli işler yapan ve sadece işiyle anılan insanlara hiç destek verilmiyormuş!

Haberin Devamı

O noktada artık tahammülüm tükendi ve Ayça’nın balkonuna doğru höykürdüm. Duşunu muşunu almış, giyinmiş etmiş bir şekilde balkona çıkıp; ‘Aaa, sen daha giyinmedin mi oğlum?’ demez mi! Unutmuş beni kadın iyi mi! Şuursuz kanka kadrom hayli kalabalıktır ama Ayça bu konuda aşmış bir ablamız; üzerine tanımam yani.

Akşam, otelin içinde açılan kebapçı Hacıdan’ın açılışına katıldık. Bir yanda -tabii ki- Hıncal Uluç, bir yanda Ali Şen, nasıl birbirlerini görmezlikten geliyorlar, onu seyrettik.

Ertesi gün yine öğlene kadar zor sabretmiş gündüz insanı Ayça’nın telefonuyla uyanıp havuza indik. Havuz kenarında mal gibi durduk. Akşamüstü de dönmek üzere yola çıktık.

Haberin Devamı

Havaalanındaki bin metrelik kuyrukta hırtın biriyle kavga etmeyi de ihmal etmedik.

Velhasıl, iki günün yarısı yolda, yarısı da otelde geçti.

Ayça’nın araba mı tutsak, tüple mi dalsak, Gümüşlük’e mi gitsek, balık mı yesek önerileri, tabii ki hiçbir şey yapmamamızla neticelendi.

Arada bir de Dant Kupası izlengeci sıfatıyla Bodrum’da bulunan Kanat’la telefonla konuşup günün o saatinde bu kez hangi koyda demirlemiş olan teknede, nasıl sinirden azade bir şekilde yayılmakta olduğunun ballandırılmış haberlerini alıp hasetten duble buhrana girdik. İyi oldu, tüy dikti.

Böyle efen’im... Bodrum’a gittik. Ayça’nın suratından çok Yeliz Yeşilmen’in suratını gördük. Baştan tanışalım: Bendeniz bahtsız bedevi...

Şaşırdık mı? Hayır...

Yazarın Tüm Yazıları