Aydınların sorumluluğu üzerine

BİR ülkenin halini ve geleceğini o ülkenin aydınları ve önderleri inşa eder. Ülke yönetiminde idareciler ve devlet adamları kadar, aydın ve entelektüellerin de sorumlulukları vardır.

Yöneticiler karar alma ve icra etme sürecinde söz ve sorumluluk sahibi iken, aydınların yol gösterme ve doğruları haykırma gibi ayrı bir sorumluluk alanları vardır.

Onlar da eğer görevlerini bihakkın yerine getirmiyorlarsa, bir toplumu felakete götüren sebeplerden en az yöneticiler kadar pay sahibidirler. Dolayısıyla, sorumluluk idrak ve bilincinin mutlaka kamu görevliliğiyle ve işgal edilen mevkiyle sınırlı olması düşünülemez.

Bu çeşit dar bir anlayış ancak ‘bürokrat aydın’ tipinin sınırladığı ölçüler için söz konusudur. Halbuki çağımızda ‘aydın sorumluluğu’ denilen kavram; dünya, ülke, toplum ve millet meseleleriyle yakından ilgilenmeyi ve bu konuda yakın bir hassasiyet içinde olmayı gerekli kılmaktadır.

* * *

Bir ülke, her şeyden önce ‘insan yetiştirme ortamı’nı en iyi şartlarda oluşturmak zorundadır. Bu da kaliteli bir eğitimle olur. Yeni yetişen nesillerin yetiştirilmesinde eğitimin belirleyici rolünü göz ardı etmek düşünülemez. Eğitim, bir milletin beka ve yükselme davasının adıdır. Güçlü bir eğitim için de güçlü bir ekonomi gerekir.

İktisadi hayat şartlarının aileleri yakından etkilediği, yükseköğrenimin sadece iş ve geçim yolu temin etme garantisi olarak görüldüğü ortamlarda, gerçek manada aydın yetiştirmek çok zor bir olaydır. Hasbi ve idealist aydınların üreteceği yeni düşünce sentezleri, toplumlara ve ülke yönetimine ışık tutacak, imal-i fikir süzgecinden geçirilerek oluşturulan yeni proje ve yorumlar, yöneticilere rehber olacaktır.

İyi yetişmiş aydınlara ve idealist ilim adamlarına sahip olan ülkeler, zor ve sıkıntılı dönemlerini seviyeli insan potansiyelleri sayesinde sühuletle (kolaylıkla) atlatabilme imkánına sahip olmuşlardır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu harekátını yönlendiren ve destekleyen aydınların çoğu, ondan birkaç yıl önce başlatılan hızlı ve yaygın okullaşma ve eğitim hamleleri sonunda yetişen insanlardan oluşmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın ve Japonya’nın on-on beş yıl içinde sağladığı hızlı kalkınmada da aynı etkenlerin katkısı vardır. Bir zamanlar Soomi (Bataklık Ülkesi) diye adlandırılan Finlandiya’nın 20-30 yıl içerisinde kendisini toparlayıp bugün bir enerji devi haline gelmesinde o ülkenin aydın önderlerinin oynadığı rol hafızalardan silinmemiştir.

* * *

Bir ülkeyi bir avuç insanla batırmak da, yüceltmek de mümkündür. Dünya tarihi bu ‘bir avuç insan’ın meydana getirdiği çöküş ve yükseliş örnekleriyle doludur. Onun içindir ki insan malzememizi en iyi kalitede oluşturabilecek yolları ve yöntemleri arayıp bulmaktan başka çaremiz yoktur.

Toplumu kemiren ve çürüten en büyük etkenlerden birisi ‘dalkavukluk’tur. Basiretsiz yönetimler ‘halk dalkavukluğu’ dediğimiz popülizmle ülkelerini felakete sürüklerken, sorumluluktan nasibini alamamış aydınlar da ‘iktidar dalkavukluğu’ yaparak işi idare etmeye, servetlerine servet katmaya çalışmışlardır.

Bunun getirdiği hüsranları insanlık daima acıyla, büyük hayal kırıklıklarıyla yaşamıştır. Bizim de çoğu zaman içine sürüklendiğimiz acı ve hüsranların kökeninde hep bu tutarsız ve kişiliksiz duruşlar vardır.

* * *

Tarihimizde, ülkesini ve milletini seven, bu uğurda en büyük fedakárlıkları gösteren pek çok aydın ve bilgine sahip oluşumuz, geçmişimiz için bir iftihar vesilesidir. Hulefa-i Raşidin devrinden itibaren bilginler, fikir ve görüşlerini yöneticilere çekinmeden ifade etmişler, aykırı tutum ve davranışları korkusuzca eleştirmişlerdir.

Bu şeref sadece on sekizinci asırda fikirleriyle Büyük Fransız İhtilali’ni hazırlayan Batılı mütefekkirlere ait değildir. Ondan asırlarca önce İslam dünyasında Süfyan-ı Sevri, İbn Teymiyye, Maverdi, Kadı Ebu Ya’la, İbn Haldun, İbn el-Kayyum el Cevziyye, Nizamülmülk ve daha nice bilginler ve aydınlar, İslam’ın doğruları ve ülkenin yararı konusunda yöneticileri uyarmışlar, görüşlerini eserler halinde telif etmişlerdir.

Ne zaman ki ‘Gül ve Bülbül’ hakkında Sadabad şiirleri yazılmaya başlanmış, ne zaman ki bazı aydınlar ‘bohem hayatı’nın sevdasına kapılmış, o zaman ‘izmihlal’in (çöküş) yoluna ‘inkisar’ın (hayal kırıklığı) çakıl taşları döşenmeye başlamıştır.

Unutmayalım ki bu coğrafyada yaşama hakkımız ve şansımız her yönüyle çok dikkatli bir duruş, anlayış ve çaba içinde bulunmamızı gerekli kılmaktadır.

SORALIM ÖĞRENELİM

Hac görevimi yerine getirdim. Eğlence amaçlı oyun oynamam sakıncalı mıdır?

Bayram Gürler

Bir menfaat sağlamak söz konusu olmaksızın, sadece vakit geçirmek amacıyla oynanan oyunlar insanın vaktini boşa geçirmesi ve genellikle kumara kapı açması düşüncesiyle mekruh sayılmıştır.

Kuran’da ‘amin’ kelimesi geçiyor mu? Bu kelime ne anlama gelir?

İsa Gümüştekin-İZMİR

‘Amin’ kelimesi Kuran’da geçmemektedir. Ancak Hz. Peygamber’in ‘fatiha’dan sonra ‘amin’ dediği ve bunu ümmetine tavsiye ettiği, hadis kaynaklarında mevcuttur. Duanın kabulünü temenni etmek niyetiyle duadan sonra söylenen bu kelime ‘kabul et’ anlamına gelmektedir. Nitekim, Buhari ve Müslim’de geçen bir hadiste ‘Musa dua eder, Harun amin derdi. Siz de duanızı amin ile bitiriniz. Bu suretle Allah onu kabul eder’ denilmektedir.

Kerahat vakitlerinin dakika cinsinden süresi var mıdır?

Ali Demir

1. Güneşin doğmaya başlamasından itibaren yaklaşık 40 dakika geçinceye kadar olan süre içinde, 2. Güneş tam tepe noktasına gelip de henüz batı tarafına eğilmeden, yani öğle vaktinin yaklaştığı bir sırada, 3. Güneşin batmasından yaklaşık 40 dakika önce. Bu üç vakitte farz, vacip, nafile hiçbir namaz kılınamayacağı gibi, kaza namazı da kılınmaz. Sadece o günün ikindi namazının farzı ve cenaze namazı güneş batarken de kılınabilir.

İmam, cemaate ‘tecdid-i imanda bulunalım’ diyor. Bu ne demektir?

Sadi Kızıltaş-İSTANBUL

‘Tecdid-i iman’, imanın yenilenmesi demektir. Bu da iki şekilde olur. Birincisi dinden çıkan bir kişinin yeniden dine dönmesi, yani mümin olması. İkincisi ise bir hadiste ifade edildiği gibi sık sık tevhid (lailahe illallah) kelimesi söylenerek var olan imana süreklilik kazandırılmasıdır. Hocanın yaptığı, bu ikinci şıktır.

Cünup olan kimse yemek pişirebilir mi, pişirdiği yenilir mi?

İbrahim Aşık-MANİSA

Cünupluk maddi değil, manevi bir kirliliktir. Cünup olan kimse namaz kılamaz, Kuran okuyamaz, Kuran’a el süremez, mescide giremez, Kábe’yi tavaf edemez. Bunların dışında yemesi, içmesi, yemek pişirmesi caizdir. Pişirdiği yemek de yenilebilir. Ayrıca, cünup olan kimse Allah’ın adını anabilir, dua edebilir veya dua anlamı taşıyan ayetleri okuyabilir. Cünup olan kimsenin bir an önce yıkanarak bu manevi kirlilikten kurtulması gerekir.
Yazarın Tüm Yazıları