Aslında tanımın haklı yanları da yok değil: Kış aylarının karanlık, kasvetli ve kısa gündüzlerini; soğuk, üşütücü, uzun ve bitmez tükenmez gecelerini eğer siz de “isteksiz, halsiz, mutsuz ve yorgun” geçiriyorsanız... Daha güne başlarken -neredeyse yataktan bile kalkmadan- yeniden bastıran ağır bir uyku arzusu ya da baş ağrıları, gerginlik duygularıyla uyanıyorsanız... Gün boyunca o güneşsiz kış günlerini odaklanma sorunu, çalışma isteksizliği gibi depresif işaretlerle yaşıyorsanız tabii ki sizin de aklınıza “Acaba depresyona mı girdim?” sorusunun gelmesi son derece normaldir.
Diğer taraftan kış mevsiminin bir ölçüde bunaltıcı taraflarının da olduğu doğrudur. Soğuk, güneşsiz, ışıksız ve sisli kış günleri bazen sınırda bir ruhsal çöküntünün sinsi tetikleyicisi bile olabilir. Bana sorarsanız bu değişimleri “depresyon” yerine “kışa özgü mevsimsel duygu durumu bozukluğu” olarak tanımlamamız daha doğru olur.
Peki, böyle bir durumu önlemek ya da düzeltmek için neler yapılmalı? Yanıtı bir sonraki kutuda bulabilirsiniz...
İYİ BİLGİ
KIŞ DEPRESYONUNU ÖNLEMEK İÇİN...
1- Eviniz ve işyerinizde aydınlığı arttırın, perdeleri sonuna kadar açın odanıza daha çok ışık girsin.
2-
“Hayatlarımızın ne kadar kısa ve zamanımızın ne kadar sınırlı olduğu ile yüzleşmek aslında kişisel değişiklikler yapmak da dahil olmak üzere yeni yılda yeni şeyler yapmak için vazgeçilmez bir ön koşuldur.”
Oliver Burkeman’a yürekten katılıyorum. Kendi adıma ben de her yeni yıla “Merhaba” demeden önce, bir önceki yılın son gününde -ki her yıl için o yılın en sevdiğim günüdür-, eskilerin tabiriyle “amel/iş defterimi” açar “neleri yapıp yapamadığımı, hangi hataları ve günahları ya da iyilikleri veya sevapları başarabildiğimi” önümdeki kâğıda tek tek yazar; gelecek yılın -ömürler kısa zamanlar belirsiz de olsa- hedeflerini yeniden belirlemeye çalışırım. Bunların bazıları -ister istemez- bir önceki yılın eksik kalanları, bazıları da bir sonraki yılın “hesaba yeni katılanları” olur.
2025 yılı için de böyle bir hazırlık yaptım, notlar çıkardım, köşe taşları belirledim. Müsaade ederseniz onları yeni yılın bu ilk sabahı ve gününde sizlerle de paylaşayım. Hazırsanız buyurun...
Bu kararların bir kısmını da muhakkak ki sağlığımızla ilgili değişimler oluşturur. “2025’e hazırlanırken daha iyi ve daha sağlıklı bir yaşam için sağlıkta temek hedeflerimiz neler olmalı?” sorusunun yanıtının bana sorarsanız tek cümlelik bir özeti var: Mutluluğumuzu korumak! Nedeni net ve açık. Mutluluk puanlarımız giderek ve hızla düşüyor. Mutluluğumuzun dayanakları olan pek çok şey biz farkında olmadan bir bir buharlaşıyor. Bu nedenle Osman Hoca’ya sorarsanız 2025 için öncelikli sağlık hedefiniz “MUTLULUK MESELESİ” olsun.
Peki, 2025 sağlıkta bize neler getirecek? Ne gibi değişimlere yol açacak? Hazırsanız buyurun...
VARAN BİR
Bunun “birinci nedeni” bizi hastalıklardan koruyan bağışıklık sistemlerimizin eşit güçte olmamasıdır. Diğer önemli nedenler ise “yaptığımız işler/mesleğimiz” ve “iyi ya da kötü olabilen yaşam tarzı tercihlerimiz”dir (alkol, sigara kullanıp kullanmadığımız). Örneğin eğer hastanede çalışan biriyseniz hasta insanlarla daha sık temas ettiğiniz için; eğer bir anaokulu veya ilkokul öğretmeni iseniz kalabalık sınıflarda korunmasız çocuklarla baş başa olduğunuz için mikrobik hastalıklara daha sık ve kolay yakalanmanız beklenen bir sonuçtur. Diğer taraftan kalabalık ortamlara girip çıkma sıklığınız, maske kullanımı ve aşılanma dahil koruyucu önlemleri alıp almadığınız bağışıklık sisteminize uygun bir yaşam tarzı oluşturup oluşturmadığınız da önemli ayrıntılardır. Bitmedi! Başka detaylar da var.
İYİ BİLGİ
GENETİK, STRES VE ENFEKSİYON YÜKÜ DE ÖNEMLİ
Neden bazı insanların diğerlerinden daha sık ve çok viral veya bakteriyel enfeksiyonlara (grip, COVID, soğuk algınlığı, tonsilit, farenjit, sinüzit, zatürre) yakalanma şansızlığı yaşadığı sorusunun önemli bir yanıtı da “genetik yatkınlık”tır. Bazı insanların antimikrobik bağışıklık gücü diğerlerinden genetik olarak daha zayıf olabiliyor. Diğer taraftan “STRES FAKTÖRÜ”nün de mühim bir belirleyici olduğu kesin. Mesela, ağır fiziksel ya da ruhsal stresler beklenmedik bir zona enfeksiyonunu davet edebiliyor. Daha sonraki yazılarımda anlatacağım “SÜLEYMAN DEMİREL’İN 28 ŞUBAT STRESİ ZONASI”nın sebebi o dönemde yaşadığı yoğun psikolojik streslerdi. Akut ya da kronik olması fark etmiyor stresin her türlüsü bağışıklık tepkilerimizi baskılayarak beklenmedik enfeksiyonları bile davet edebiliyor.
Çok daha önemli bir faktör ise “enfeksiyon yükü”dür. Eğer enfeksiyon yükü fazla bir ortamda korunmasız bir şekilde kısa bir süre dahi bulunacak olursanız -aldığınız aşırı mikrop yükü nedeniyle- bağışıklığınız ne durumda olursa olsun mikroplarla olan savaşı siz kaybedersiniz.
KISA BİLGİ
Sağlıklı bir ömür sürmek ve kaliteli yaşlanmak için yapabileceğimiz en önemli yatırım yaşam tarzı yanlışlarımızı azaltmak, doğru iyi hayat alışkanlıklarımızı çoğaltmaktır. Bunun yolu da öncelikle yaşam tarzı seçimlerine odaklanmaktan geçer. Eğer beslenmemizde, uyku, egzersiz ve stres yönetimimizde bazı basit ve bilinen doğruları ısrarla uygulayabilirsek daha iyi yaşar, daha güzel yaşlanırız. Peki bu önerilerimin bilimsel kanıtları da var mı? Var! Hazırsanız buyurun...
VARAN 1
DOĞRU BESLENİN
İsterseniz gelin bugün aynı ihtiyacı duyan ve mesleki yaşamı neredeyse 50 yıla yaklaşan bir hekim olarak benim de bu hesaplaşmanın bir bölümünü yapmama izin verin. Hesaplaşmam mesleki uygulamalarımızla ilgilidir ve sadece benim kendimle hesaplaşmamla da sınırlı değildir. Ayrıca biraz sonra özetlemeye çalışacağım o hesaplaşma aslında modern tıbbın da çoktan yapması gereken önemli bir hesaplaşmadır ve umarım bu hesaplaşma arzum ve yazdıklarım bazılarını fazla üzmez veya kızdırmaz. Hesaplaşmanım konusuna gelince...
BANA GÖRE
MODERN TIBBIN YANLIŞI NE
Bana sorarsanız modern/güncel tıbbın en büyük hatalarından biri, birdenbire ortaya çıkan “akut hastalıklar” ile neredeyse on yılları bulan bir süreçte yavaş yavaş ilerleyip bedeni ve ruhu adeta çürüten “kronik hastalıklar”ı birbirine karıştırması, çözümü ikisinde de aynı yöntemlerde aramasıdır. Modern tıp günümüzün en önemli sağlık sorunları olan ve benim zaman zaman “mahşerin dört, beş hatta altı atlısı” olarak tanımladığım kronik hastalıklar ile mücadelede zaman çizelgesinin yanlış ucunda yer almayı ısrarla sürdürmekte ve bu hastalıkların (şeker hastalığı, kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, obezite, nörodejeneratif hastalıklar -Alzheimer, Parkinson-, kanserler) önlenmesi, teşhisi ve tedavisinde affedilmesi güç hatalar yapabilmektedir.
Mesele koruyucu tıbbı unutup, hatta bir kenarda bırakıp kronik hastalıkların teşhisi ve tedavisinde hastalıklar ortaya çıktıktan, hatta iyice yerleştikten sonra harekete geçme yanlışından ibarettir. Yani modern tıp “ormanda yangın çıktıktan sonra yangını söndürmeye, yağmurda ıslandıktan sonra sizi kurulamaya” çalışmaktadır. Oysa bedeninizdeki yangını önlemek de sizi yağmurda ıslatmamak da mümkündür ve bir sağlık görevidir. Örnek mi?
Ayrıca şu bilgi de kesin: “Bu dünyada değişmeyen sadece ve sadece 2 şey var: Vergiler ve ölüm.” Bu son cümlenin sahibini hatırlayamadığım için özür dilerim ama 40 yılı aşan hekimlik tecrübemin ve 30 yılı geçen “kaliteli yaşama ve yaşlanma” eğitimimin neticesi olarak şu cümlemi bir kenara siz de rahatlıkla bir kenara not edebilirsiniz: “Sağlıklı ve keyifli bir ömür sürmenin ve mümkünse de bu ömrün size bağışlanan süresini uzatabilmenin en etkili yolu yaşam tarzı seçimlerinizdir.”
Araştırmalar, bir kişinin sağlıklı ve uzun bir ömür sürmesinin en fazla yüzde 20’sinin genetik olarak belirlendiğini -bu rakam son yıllarda yüzde 7’ye kadar düşürüldü-, yüzde 80’inin ise büyük ölçüde beslenme, uyku, egzersiz, huzur, sosyal ilişkilerin gücü ve yaşadığınız çevre ile kurduğunuz ilişkilere yani yaşam tarzı faktörlerine bağlı olduğunu göstermektedir.
Başlıktaki sorunun yanıtına gelince... Yaşlanma sadece fiziksel ve ruhsal bir süreç değildir. Beden ve ruh yaşlandıkça içimizde süre giden birçok sistem de yaşlanmadan nasiplenmektedir: Bağışıklık yaşlanması, hormonal yaşlanma ve metabolik yaşlanma bunların en önemlileridir.
VARAN 1
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİMİZ DE YAŞLANIYOR
Yaşlılığın kaderini ve kalitesini belirleyen en önemli değişimlerden birinin bağışıklık yaşlanması olduğu kesindir. Bağışıklık sisteminin yaşlanması, vücudun sürekli olarak iç ve dış antijenik uyarılara maruz kalmasının bir sonucudur. Bağışıklık sistemini yaşam boyu etkileyen “antijenik yük” ve “oksidatif stresler” her birimizin bireysel “bağışıksal savaş ve güç” geçmişini oluşturur. Diğer taraftan bağışıklık sistemimizde ilerleyen yaşla birlikte ortaya çıkan güçsüzlük ve dengesizlikler bedenimize yönelik dış (mikroplar, alerjenler, toksinler) ve iç (kanserler, otoimmün saldırılar) saldırıların tanınması ve yok edilmesinin etkinliğinde de bir azalmaya yol açar. Ayrıca aynı değişimler kanımız, hücre, doku, organ ve sistemlerimizde “iltihabi/enflamatuar” süreçleri devreye sokar.
Neticede de beden beklenenden daha hızlı bir yaşlanma sürecine girer. Yaşlılığını takip eden herkesin bu nedenle bağışıklık yaşlanmasının ne durumda olduğunu bilmesinde fayda vardır. Zira gençliğinizde 2-3 günde işinize, gücünüze ara vermeden bile atlatabildiğiniz sıradan soğuk algınlıkları yaşlılığınızda karşınıza muazzam bir zatürre depremi olarak çıkabiliyorsa bunun nedeni bağışıklığınızın kötü yaşlanmasıdır.
Zira kronik hastalıklara yakalanarak yaşlanan bir nüfus her ülke için dayanılması güç hatta imkânsız “sağlık yükü ve giderleri” anlamına da geliyor. Bu nedenle de sadece işin ekonomisini çözmeye çalışan ülke yöneticileri değil, yaşam süresindeki bu önemli ve süregiden artışın yol açtığı kronik hastalıkları tedavi etmekte görevli benim gibi sağlık uzmanlarının da konuya daha farklı bir açıdan bakmaları zorunlu hale geliyor. Bu arada ortalama ömür süresini uzatmayı birinci görevi gibi düşünen ve kabul eden bazı sağlık uzmanları bile yaşlanan nüfus sorununa çözüm için çareler arıyor. Bana sorarsanız çare aslında önümüzde net ve açık olarak duruyor. O çarenin özeti ise tek cümleden ibaret: SÜREYİ BIRAK KALİTEYE BAK!
NET ÇÖZÜM
SÜREYE DEĞİL SAĞLIĞA ODAKLANALIM
Eğer 60’lardan 70’lerden hatta 80’ler, 90’lardan sonra bile “sadece hayatta kalmak değil, ayakta da kalmak” istiyorsak, hastane köşelerinde, poliklinik sıralarında, bakımevlerinde, sağlık sorunlarımıza çare arayarak ömrümüzü tüketmekten kaçınmayı hedefliyorsak mevcut sağlık stratejilerimizde önemli bazı değişiklikleri şimdi, hemen, hiç beklemeden yapmamız ve “hastalık tedavisine odaklı mevcut tıp” yanında “sağlığı koruma odaklı geleneksel tıbba” da yeniden dönmek zorundayız. Bu işin ilk adımının da “doğru yaşam tarzı seçimleri” olduğunu unutmamalıyız. Araştırmalar sağlıklı yaşam ve yaşlanma ile uzun, formda ve fit dinamik bir ömür sürebilme ikilisini bir arada yürütebilmenin net ve açık çözümünün herhangi bir yaşta ama mümkün olduğu kadar da erken bir dönemde yapabileceğimiz yaşam tarzı tercihlerinde olduğunu gösteriyor. Aynı araştırmalar bir kişinin hem sağlıklı hem de uzun ömürlü olma şansını yakalamasının “sadece yüzde 20’sinin genetik olarak belirlendiğini”, buna karşılık neredeyse “yüzde 80’inin ise büyük ölçüde beslenme, egzersiz, uyku ve benzeri yaşam tarzı faktörlerine bağlı olduğunu” gösteriyor.
BİR UYARI