Beni en çok güldüren ve düşündüren bölümleri ise yapay zekâ ile ilgili olanlardı. Bülent Bey’in kendi kedisi ve diğer kedilerin özelliklerini aktardıktan sonra yaptığı tespitlere bakalım öncelikle:
“Kedi sahiplerinin yapay zekâyla tanıştıklarında hiç yabancı olmadıkları duygularla karşılaşacaklarını düşünüyorum. Robotlar bizi bu dünyadan gönderseler bile gezegenimizi kedilerle paylaşmak zorunda kalacaklarını düşünmek bana tuhaf bir haz veriyor. Kedilerin yapay zekâlı bilgisayarlara yenik düşeceğini hiç sanmıyorum. Sonunda bu mücadelenin iki kazananı olabilir. Şimdilik biz insanlar sayesinde çoğalan bu iki türün, insanları aradan çıkarıp birbirleriyle simbiyoz ilişkisi içinde mutlu yaşam sürdükleri bir dünyanın bilim kurgu romanını yazmak isterdim.”
Eczacıbaşı bu bölümde yapay zekânın hızla gelişmesine dikkat çekiyor ve insanların yapay zekânın yararlı mı yoksa zararlı mı olduğuna yönelik tartışmalarını da hatırlatıyor. Kitaptaki bir başka deneme yazısında dile getirdiği tespit de hayli düşündürücü:
“Yapay zekâ dünyamızı etkisi altına aldıkça duygusal zekânın önemi daha fazla ortaya çıkacak.”
Devamı daha da ilginç:
“Bir gün yapay zekâlı robotlar yönetim görevleri için iş başvurusunda bulunursa biz onları Eczacıbaşı’nda bir sınava sokacağız! İçlerinde tüm kuralları her zaman eksiksiz uygulamak yerine istisnalar yapabilen, gerektiğinde hepsini bir kenara bırakabilenler varsa onların başvurularını değerlendireceğiz. O zamana kadar gerçek liderle yolumuza devam edeceğiz.”
İşin şakası yok. Bir kare fotoğraftan film yapan, sesimize şarkı söyleten, bir dili anında başka bir dile çeviren, satranç oynayan, sesi yazıya, yazıyı sese çeviren, makale hatta kitap yazabilen yapay zekâ tüm kaleleri bir bir ele geçiriyor. Yapay zekâ ile birlikte yeni iş dallarının, mesleklerin türeyeceğine kuşku yok ama aynı zamanda yapay zekânın bazı meslekleri yok edeceği de bir gerçek. Geçtiğimiz günlerde iş insanı Sani Şener’e sordum:
“Yapay zekâ sizin yaptığınız işleri yapabilir miydi?
Cevabı: “Yapamaz ama beraber yapabilirdik. İyi de yapardık” oldu.
Bu görüşe katılıyorum. Şimdilik yapay zekâ ile el ele yürümek zorundayız. Bu durum İK süreçleri için de kaçınılmaz. Bakın, bu yazıyı yazarken Jobylon internet sitesinde ilginç bir yazı ile karşılaştım. “Yapay zekâ İK sektörünü nasıl değiştiriyor” başlıklı yazıda “İK liderlerinin yüzde 76’sı, önümüzdeki bir ila iki yıl içinde yapay zekâyı benimsemezlerse, onu benimseyen kuruluşlar kadar başarılı olamayacaklarına inanıyor” tespitinde bulunulmuştu.
Yazı önemli bir saptama ile sonlandırılmıştı:
“İnsan kaynaklarının geleceği yapay zekânın ilerlemesiyle yakından bağlantılıdır. Yapay zekânın İK uygulamalarını dönüştürmeye devam etmesi, işe alım, yetenek edinimi ve çalışan yönetimini daha verimli hale getirmesi muhtemeldir. İK profesyonelleri, daha dinamik ve hızlı tempolu bir İK ortamına yol açan, daha akıcı süreçler ve giderek daha fazla veri odaklı bir odaklanma bekleyebilirler. Daha fazla İK departmanı günlük operasyonlarına yapay zekâyı entegre ettikçe, kuruluşlar rekabetçi kalmak için az çok yapay zekâ teknolojisini benimsemek zorunda kalacaklardır. Ancak, yapay zekâ teknolojisinin yakın gelecekte İK profesyonellerine olan ihtiyacı ortadan kaldırmayacağını vurgulamak önemlidir. İK içindeki insan bakış açıları ve deneyimler, yüksek kaliteli bir İK işlevini sürdürmede ve şirketlerin gelişip büyümesine yardımcı olmada önemli bir rol oynar.”
Kısacası yapay zekânın İK süreçlerini ele geçirmesi henüz mümkün değil, yola beraber devam edebilirsiniz.
Ama şimdilik...