Altmış kişilik uzun siyah masanın konukları dünyanın tasarım alanında en önemli adları

"Taş parçası denir geçilir ama hepimiz biliyoruz ki öyle değil.

Taş parçası dediğin ona bakan gözle canlanır, yattığı uykudan ona değen elle uyanır.

Sizin sayenizde yüzyıllardır Marmara Adası’nın bir köşesinde uyuyan o taş parçası, taş parçası olmaktan çıktı ve bizleri bu masanın etrafında buluşturdu.

Hepinize geldiğiniz ve ona ruhunuzu kattığınız için teşekkür ederim."

Bunları söylerken o kadar heyecanlı ki sesi titriyor.

Sonra geçip yerine oturuyor.

Ona bakarken ben kimseyi boşuna sevmem diye düşünüyorum.

Daha doğrusu boşuna severim de boşuna beğenmem.

Altmış kişilik uzun siyah masanın konukları şaka değil, dünyanın tasarım alanında en önemli adları.

Kimler yok ki?

MoMA’nın koleksiyonunda eserleri bulunan Campana Brothers’dan Jean Paul Gaultier’nin defileleri için de tasarım yapan Jurgen Bey’e, % 100 Design Tokyo’nun bu yılki kreatif direktörü Michel Young’dan Centre George Pompidou koleksiyonunda yer alan Konstantin Gricic’e, dünyaca ünlü Türk sanatçı Haluk Akaakçe’den gene dünya çapında pek çok koleksiyonda eserleri bulunan Aziz Sarıyer, Defne Koz, Marcelo Rosenbaum, Autoban, Marcio Kogan, Arthur Casas, Tanju Özelgin, Paola Navone, Matali Crasset, Arif Özden, Gökhan Avcıoğlu, Simon Heijdens, Jason Miller’e onlarca isim.

Bir iki eksik hepsi orada.

Hepsi kalkmış ertesi gün 3 numaralı Antrepo’da açılacak sergi için gelmiş.

Hepsi serginin nasıl olacağını, neler yapıldığını, altı ay önce ellerine aldıkları o taş parçasında kimin hangi düşü görüp ne yarattığını merak ediyor.

Masanın konukları sadece sanatçılar değil.

Dünyanın bu alanda en önemli dergisi sayılan Wallpaper’ın baş editörü gibi uluslararası basınla Murat’a bu projesini gerçekleştirmesi için arka çıkan İhracatçılar ve Mermerciler Birliği gibi kurum yöneticileri de var.

Kısaca Block sergisine imza atan, arka çıkan, ter döken, emeği geçen altmış kişi.

İnsanın sesi de içi de titrer.

Kim kurduğu düşün gerçekleştiğini görür de titremez ki?

Hele ki bu düş herkesin yapılamaz dediği bir düşse.

Hele ki deveye hendek atlatmak bile bunun yanında hiç kalır cinsindense.

Yemek devam eder ben yanımdaki yöremdeki ile çan çan ederken, bir taraftan da tanıdığım ilk günden beri heyecanıyla beni büyüleyen bu küçük adamı düşünüyorum.

Geçen yıl tam da bu zamanlarda HAAZ galerisini gezerken söylemiştim: Bazı insanlar dünyaya ufuk açmak için gelirler. Bunu da bile isteye, görev bilinciyle değil sadece varlıklarıyla becerirler. Heyecanları bulaşıcıdır. Onların yanındayken sizin dünyanız da genişler. Kendinizi daha önce düşünmediklerinizi düşünürken bulursunuz. Düşleriniz renklenir, insana durduk yerde bir deli cesareti gelir. Yapamayacağınız bir şey, aşamayacağınız bir engel yokmuş gibi hissedersiniz.

UFKU NASIL TARİF EDERSİNİZ?

Ufku çizgiyle değil düşlerinizle tarif edersiniz.

Çok değil iki yıl önce evinde, pişirdiği levreği yerken bana HAAZ’dan söz ettiğinde ne yalan ortaya çıkacak şeyin ne menem bir şey olduğunu kavramamıştım. Bir tasarım mekanından söz ediyordu. Sun Plaza’nın altında açacağı bu mekanın yaşayan bir yer olacağını söylüyordu. Sadece bir showroom değildi anlattığı. Dünyaca ünlü tasarımcıların eserleri orada sergilenecek, HAAZ onları yapanlarla alanların birbirlerine değdikleri bir yer olacaktı.

İyiydi de nasıl olacaktı?

Sonra HAAZ açıldı.

Orayı gezdiğimde, gidip kendi gözlerimle gördüğümde ne demek istediğini anladım.

Zaten böyle düşler kelimeye gelmez.

Kelimeler, tanımlamalar düşleri yaralar.

Ete kemiğe bürünmelerini, düşü kuranın düşü olmaktan çıkıp hayata geçmelerini beklemek gerekir.

HAAZ açıldıktan sonra Murat elbette durmadı.

Bir projesi daha vardı: HAAZ yemekleri.

Birlikte neler yapılabileceğini konuştuk.

Sonra o bir yana ben başka yere savrulduk.

Geçen yaz Bodrum’da ayaklarımızın suya değdiği mehtaplı bir gecede bana kendisini heyecanlandıran bir mermer işinden söz etti. Tıpkı HAAZ’ın açılışından önceki gibi. Bir şey vardı tamam da tam anlamıyla neydi? Bıraktım, deşmeye anlamaya çalışmadım. Adım gibi emindim. Nasıl olsa yapacağını yapacak bize de ağzımızı açıp şaşırmak kalacaktı. Bekleyelim ve görelimdi.

Sydney dönüşü Feride aradı. Ve Block sergisinden söz etti. Unutma dedi. Yaz bir kenara ayın 14’ünde HAAZ’da akşam yemeğindeyiz. Ama elini sen de taşın altına sokacak, yemek için bize yardım edeceksin.

Zaten gecem gündüzüme karışmış, zaten afallamışım hayal meyal olur dediğimi hatırlıyorum.

Sonraki günlerde Block’un Murat’ın yazın söz ettiği mermer sergisi olduğunu anladım. Marmara Adası’ndan çıkarılan ve başka yerde bulunmayan mermer, dünyanın en önemli tasarımcılarına verilmiş onlardan bir tasarım yapılması istenmiş. Gelmiş, mermere değmiş ve düş kurmaya çekilmişler. İhracatçılar Birliği işin sponsoru olmuş. Mermerciler Birliği sanatçıların gördükleri düşü hayata geçirecek Türk ustaları bulmuş, çizimler gelmiş ve her biri burada, İstanbul’da onları işleyecek ustalara teslim edilmiş.

Sonra 3 numaralı Antrepo’yu sergi alanı olarak düzenlemişler.

Şimdi sıra bizde: Ne yenecek?

O uzun masa nasıl düzenlenecek?

Bir an bile tereddüt etmedim.

Yemek Konyalı’dan, masa düzenlemesi Hiref’ten dedim.

Sağolsunlar, kırmadılar.

Ebru ve Güvenç o upuzun masanın ortasına konulacak bakır sahanları, tarihi Anadolu tarihi kadar eski, Anadolu insanının yüz yıllar boyunca şarap içmek için kullandığı, soğuk şarabı soğuk, ılık şarabı ılık tutan Amanos çamurundan yaptırdıkları kadehleri yolladı.

Banu ve Mehmet ve elbette Aydın Usta, kısa zamana sıkıştırılan bu ricamı kırmayıp her biri yiyen herkese parmak ısırttıran o mükemmel yemekleri yaptı.

Hepsi sağolsun, varolsunlar.

En büyük teşekkür de Murat’a.

Benim Patavi arkadaşıma.

N’olur düş kurmaya devam et.

Et ki bize de bulaşsın.

Ufkumuz çizgiyle değil düşlerimizle sınırlansın.
Yazarın Tüm Yazıları