Yurtdışında bir Türk’ün Ermeni meselesiyle ilgili halet-i ruhiyesi

İki yıl önceydi. New York’taki Türk Konsolosluğu’nda bir geceden çıkmıştım ve bir arkadaşımla, toplantıya katılanların buluştuğu bir Türk restoranına gitmiştik.

Sohbet ilerledi ve nereden açıldı bilmiyorum, konu yine Ermeni Soykırımı iddialarına geldi. Bizim masamızda liberal bir avukat oturuyordu. Arka masada ise bu meseleyle ilgili, gösterilere, protestolara katılan, bir aktivist. Ermeniler New York’taki Barnes and Noble’lardan birinde soykırım toplantısı yapmış. Avukatla konuşan aktivist de arkadaşlarıyla bu toplantıyı basmış. Girersin, giremezsin, derken polisle takışmışlar. Gözaltılar olmuş vesaire...
Avukat diyor ki, sizin hiç mi kafanız çalışmıyor. Bir daha böyle bir şey yaparsanız, başınız belaya girince beni aramayın. Aktivist de, ablacım öyle deme, çok organizeydik, üç ekip gittik deyip anlatıyor. İlk ekip atılacaktı zaten, sonra ikinci slogan atacak, üçüncü de bildiri dağıtacaktı. Film gibi...
Sonra artık ne olduysa, üstüme vazifeymiş gibi ben de aktiviste dönüp “İyi yapmışsınız” dedim. Belki birilerinin de bunu yapması gerekiyordur.
Ermeni soykırımı iddiaları konusunda objektif olduğumu düşünürüm. “Sözde” lafını kullanmam. Yaşananların da çok büyük bir trajedi olduğuna, on binlerce ailenin yok olup gitmesinin korkunç bir vahşet olduğuna inanırım.
O konuşma olduğunda New York’a yeni gitmiştim ve makul bir tavrım olduğuna inansam da, o yemekten önce üst üste içinde yer aldığım birkaç ortamda buna rağmen çok dayak yemiştim. Ermeniler yoktu. New Yorklular... Kitap okumuşluğu olan, aydın, aklı başında Amerikalılar. Ve konuyu ben açmadığım halde o sohbetlerde sırf Türk olduğum için söz bir şekilde Ermeni meselesine geliyor ve suçlu olduğum söyleniyordu. Bir oldu, iki oldu, üç oldu ve ben o gece patladım!..
Asla yapmayacağım, şimdi de bir daha asla ağzımı açıp onaylamayacağım bir tavra, sırf daha önce uğradığım muamele yüzünden onay vermiştim. Türklerden de radikaller çıksın ki, benimle daha sakin konuşsunlar diye... Bencilce ve büyük bir ikiyüzlülükle...
Bunu şunun için anlatıyorum...
Bu hafta Amerikan Kongresi’nde Ermeni Soykırımı iddialarıyla ilgili yine bir oylama var, biliyorsunuz. Eskiden yurtdışında okuyan arkadaşlarımın döndüklerinde bu konuda milliyetçi refleksler geliştirdiğini düşünürdüm. Diaspora sendromu derdim. Anladım ki, her zaman işin özünde milliyetçilik olması gerekmiyormuş!..
Konuya ne kadar açık fikirli yaklaşsanız da, Ermeni meselesi çok farklı bir konu. Almanların en az üç kuşaktır birbirine devrederek taşıdığı suçluluk duygusunu, aradaki 100 yılı çıkarıp bu konuda manen en ufak bir miras devralmamış bir kuşağa empoze etmek istiyorlar. Öyle olunca, siz de şaşırıyorsunuz...

İnsan hasta bir hayvandır

Bu iş nasıl çözülür meselesi çok karışık. Bildiğim, Ermenistan’la Türkiye ne kadar yakınlaşmaya çalışıyorsa, iki toplumun buradaki diasporası o derece birbirinden uzaklaşıyor. O derece keskinleşiyor!..
Hafta içi, bir araştırma hazırlamak için taraflarla konuşmaya çalıştım. Örneğin Ermeni örgütlerinden ANCA, Türk gazeteci olduğumu söyleyince değil konuşmak, tanımadan, bilmeden beni kapıdan içeri bile almadı.
ANCA’ya göre daha ılımlı olan Ermeni Asamblesi ise Türk devleti soykırımı tanımadığı müddetçe bir Türk ile olan ilişkilerinde hep bir gerginlik olacağını söyledi.
Nietzsche’den Hegel’e birçok filozofun söylediği bir laf var. İnsan hasta bir hayvandır, diyorlar. İçgüdülerini kaybetmiş, saldırgan bir canlı türü... Sosyal Darwinizm de, bu durumu toplumsal ilişkilerde insanın zayıf olanı yok etme eğilimiyle açıklıyor.
İstesek de istemesek de, hele diasporada, hepimiz bu sarmalın içindeyiz.

Kongre koridorları seks kokuyor

Ermeni oylamasından önce Amerikan Kongresi’ndeydim. Tasarıyı görüşecek komitenin 46 üyesinin hepsinin ofislerine gidip konuştum.
Ayrı bir dünya Kongre. Yüksek tavanlar, mermer zemin, başta sıradan bir devlet binası... Ancak işin içine insanları kattığınızda, ilişkileri düşündüğünüzde, kendinizi paralel bir dünyada hissediyorsunuz.
Sex and The City dizisi, New York’u anlatır. Hippiler ve feminist hareket tabuları yıktığından beri, cinsellik kentin bir sembolüdür çünkü. Ancak Amerikan Kongresi’nde de bana durum aynı geldi. Koridorlar seks kokuyor!.. Farkı, benim New York’ta görmediğim, başka türlü bir ilişki şekliyle...
New York’taki daha şahsiyetli bir cinsellik. Buradaki daha çıkarcı. New York’taki dengeli... Burada kadın seçilmeyi bekliyor... New York’taki dekolte... Buradaki açık saçık... New York’taki snob... Buradaki avam...
Ağır makyajlı, şuh bakışlı kadınlar var içeride. Bir de onları süzen, atmaca gibi dolaşan takım elbiseli erkekler. Milletvekillerinin ofislerinde çalışanlardan lobi yapmak için koridorları arşınlayanlara kadar çoğunda bunu hissediyorsunuz.
Burada senatörlerin, belediye başkanlarının sık sık seks skandalları ortaya çıkıyor ya... Şimdi neden olduğunu daha iyi anlıyorum.

Politika ve hedonizm

Charlie Wilson’ın Savaşı filmini izleyenler, filmin başındaki sahneyi hatırlayacaktır. Wilson, Teksas Milletvekili. Zengin bir işadamıyla, bir jakuzide TV izliyor. Yanında da fahişeler, içki ve kokain... Âlem yapıyorlar.
Politika ve hedonizm (hazcılık) ilişkisine dair şimdiye kadar iyi bir araştırma okumadım hiç. Ancak ben ikisi arasında zamana bağlı doğrudan bir ilişki olduğunu, politikacıların bitleri kanlandıkça ciddi hedonist takıntılar geliştirdiklerini düşünüyorum. Sanki, zaten boş işlerle uğraşıyoruz, bari semeresini görelim gibi...
Bunu bizde de zaman zaman çıkan skandal haberlerinde görebilirsiniz. Sudan çıkmış balık gibi geliyorlar o mermer koridorlara. Gücü hissediyorlar. Bir süre sonra kendilerine sunulanı almaya başlıyorlar. Bazen bir kadın oluyor gelen. Bazen de Charlie Wilson’ın arkadaşı gibi ona âlem öneren bir işadamı...
Fransızlar bu konuda çok daha açık. Politikacıların bir metresinin olması orada neredeyse meşru. Hatta yoksa eğer, politikacı için kötü bir durum. Amerika ve Türkiye gibi yerlerde ise bu iş hâlâ toplumsal bir ayıp. Hâlâ skandal kategorisinde. Amerikalıların farkı, yaşananlar burada daha kolay ortaya çıkıyor.

Buranın kuralları var öğreneceksin

Dediğim gibi başka bir dünya Kongre...
Burada kimse telefonunu açmıyor örneğin. Mesaj bırakacaksın, isterse o arayacak.
Mutlaka bir BlackBerry’n olacak. Her an online olmak zorundasın çünkü. Mesaj geldiğinde, 10 dakika içinde şurada görüşelim dendiğinde, kaçırmayacaksın.
Kimi tanıdığın önemli. O tanıdığına ulaşacak ve almak istediğin randevu için yardım isteyeceksin.
Öğlen yemeklerini Kongre’de yiyeceksin ki, insan tanıyasın.
Bu durumda geyik muhabbetine de açık olacaksın. Amerikan futbolunu bileceksin. Hangi takımın oyun kurucusu kim, istatistikleri ne, aklında tutacaksın. Geyik sırasında da hangi eyaletin ofisiyle konuşuyorsan, söyleyeceksin.
Çoğuna uymadım tabii bunların. En sonunda görüştüğüm basın danışmanlarından biri, kullandığım telefon numarasını da görünce siz New York’tan mı geliyorsunuz, dedi. Evet, niye sordunuz, dedim. “Çünkü randevusuz gelenler, Kongre’de kadife ceketle dolaşanlar ve her istediğiyle istediği zaman görüşebileceğini düşünenler genelde oradan oluyor. Öğreneceksiniz” dedi.
Öğreneceğim, dedim.
Yazarın Tüm Yazıları