Yönetmek, sanat ve maharet işi bunun için işi ehline vermeli

Devlet, toplumların yaşadığı coğrafya üzerinde, ortak kültür, tasa, kıvanç ve irade birliğinden oluşan yüksek bir yönetim aygıtıdır.

Hukuku olan, felsefesi olan, yaşama arzusu ve hedefleri olan canlı bir mekanizmadır. Bir devletin en önemli ve olmazsa olmaz şartı, iyi bir yönetime sahip olmaktır.

Yüce dinimiz, iyi bir yönetimin ancak ehil ellerle kurulup yaşatılabileceğini öngörmektedir. İnsanlığın yaşadığı tarihi hakikatler de bize bunu söylemektedir. Devletlerin yükseliş ve çöküş sebeplerinin altında ise daima iyi, ya da kötü yönetim örneklerinin var olduğunu görmekteyiz.

Nisa Suresi'nin 58. ayetinde Allah, bize emanetleri ehline vermemizi, insanlar arasında adaletle hükmetmemizi emrediyor. Bu ayetin inişine sebep olan olay şu şekilde gelişmişti:

Mekke'nin fethinden sonra Allah'ın Resulü, bineği üzerinde Kábe'yi tavaf ettikten sonra içeriye girmek istedi. Kábe'nin anahtarı, atalarından Osman ibn Talha'ya intikal etmişti. Allah'ın Resulü, Osman'dan anahtarı istedi. Osman anahtarı vereceği sırada Hazreti Peygamber'in amcası Abbas, bundan böyle anahtarın kendisine teslim edilmesini ve uhdesinde bulunan sikayet (hacılara su verme) hakkı yanında, sidanet (Kábe bekçiliği) hakkının da kendisine verilmesini istedi. Osman ise bu haktan yoksun kalmamak için uzattığı anahtarı geri çekti. Aynı şey iki kere oldu. Allah'ın Resulü üçüncü kez isteyince Osman, ‘‘Allah'ın emaneti olarak veriyorum’’ dedi. Allah'ın Resulü içeri girdi, Kábe'yi putlardan temizledi ve çıktı. Osman ibn Talha'yı çağırdı, ‘‘Osman, işte anahtarın, bu gün vefa ve iyilik günüdür’’ dedi, sonra da yukarıda sözünü ettiğim Nisa Suresi'nin 58. ayeti indi. Yüce Allah bu ayette şöyle buyurdu:

‘‘Allah, size emanetleri ehline vermeniz, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size böylece ne güzel öğüt veriyor. Doğrusu, Allah işiten, görendir...’’

Ayetin inişine sebep olan bu olayda -görüldüğü gibi- Allah'ın Resulü, Kábe'nin anahtarını amcasına değil, babadan atadan bu işin sahip ve erbabı olan zata vermiştir. Çünkü Osman, bu işi hakkıyla yerine getiriyordu.

Allah Resulü bu konuda şöyle buyurmuştur:

‘‘Müslümanların bir işine bakan kimse, o işi daha iyi yapacak biri varken bir başkasına verirse Allah'a, Resul'üne ve müminlere hıyanet etmiş olur.’’

O halde, yöneticilerin her işin başına dostluk, akrabalık, soyluluk gibi saikler gözetmek yerine, o işi en iyi bilen ve daha iyi yapacak olana vermeleri, aklın, vicdanın ve dinin gereğidir.

İki kişi, Allah'ın elçisine gelip kendilerini emir (yönetici) tayin etmesini isteyince Peygamberimiz, ‘‘Biz, işimizi isteyene ve mevki düşkününe vermeyiz’’ diye buyurmuşlardır.

Kıyametin ne zaman kopacağını soran birini Allah'ın elçisi, ‘‘Emanet zayi olduğu zaman kıyameti gözetle’’ demiş, ‘‘Emanet nasıl zayi olur?’’ sorusuna karşılık olarak da ‘‘İş, ehli olmayanların eline geçerse kıyameti bekle’’ buyurdu.

Toplumların ve devletlerin kıyameti ise izmihlaldir, çöküştür. Bu çöküşü hazırlayan sebeplerin başında kötü yönetim gelmektedir. İşi ehline vermeyen, devletin imkán ve makamlarını her türlü adalet ve vicdan ölçülerinin dışında eşe, dosta, akrabaya ikram eden yönetim...

Yönetmek, sanat ve maharet işidir. Tıpkı bir orkestra gibi... Bu orkestranın iyi bir şefi olmalı, onu vücuda getiren enstrümanlar arasında ahenkli ve uyumlu bir frekans birliği sağlanmalıdır. Notalar bunun için vardır. İyi bir yönetici bu notaları iyi okuyabilmeli, enstrümanları çalacak olanları da her şeyden önce nota bilgisi olan insanlardan seçmelidir. Kötü çalınan bir enstrüman, orkestranın bütününü ve icra edilen eseri nasıl sevimsiz hale getirirse, kötü yönetilen bir ülke de tıpkı bu orkestra gibi milletin en büyük eseri olan devleti tanınmaz hale getirir.

Osmanlı Devleti'nin üç kıtada 19 milyon kilometrekarelik coğrafya üzerindeki asırlarca süren ‘‘süper devlet’’ hükümranlığı, hep bu iyi yönetimlerin eseridir. O yönetimlerde Sokullu gibi vezirler, Zembilli Ali Efendi gibi sözünü padişahtan esirgemeyen din adamları, Sinan gibi mimarlar, Molla Hüsrev gibi ilim adamları, Baki gibi şairler vardır. Fatih, İstanbul surlarını delecek olan topları işinin ehli olan bir Macar ustaya döktürmeseydi o kutlu fetih gerçekleşebilir miydi?

Osmanlı'nın çöküş dönemi, diğer bütün faktörler yanında bir yönetim dramıdır. Topluma adalet dağıtan kadılıkların bile rüşvet ve iltimasla dağıtıldığı bu dönemin karakterini, bakınız aynı yöntemlerle işbaşına getirilmiş bir köse vezirin şahsında nasıl tavsif ediyor şair:

‘‘Üç tuğlu vezir olurdu evvel

Üç tüylüsü şimdi oldu peyda.

Üç tüy ile üç tuğu var kıyas et,

Devlet ne idi, ne oldu hálá.’’

Arapça'da bir söz var: ‘‘Halkın dili hakkın kalemidir. Halk konuşur, hak yazar.’’ Toplumların kaderi de böyledir; halk nasıl bir yönetimi kendisine layık görürse, Allah da onun başına öyle bir yönetimi getirir.

Bugünkü yazımızı yüce Mevlana'nın şu sözleriyle tamamlayalım:

‘‘Allah vücuda göre baş yaratır. Hiç gördün mü, vücut tilki olsun da baş insan olsun. Vücut tilki ise baş da tilkidir.’’

İyi, ehil, adil ve doğru bir yönetimi tesis etmeden o ülkenin beka ve yükselme davasına hizmet etmek, onu yüceltmek, onun koyduğu hedeflere ulaşmak mümkün değildir.
Yazarın Tüm Yazıları