Paylaş
Bir yazı yazdım. Başlığı şuydu:
*
“Parlamentomuzla gurur duyuyoruz.”
*
Meclis’in Filistin Devlet Başkanı’na ev sahipliği yapmasını, bütün partilerin ortak tutum almasını, bütün milletvekillerinin konuşmayı ayakta alkışlarla karşılamasını falan övdüm.
Ardından da şöyle dedim:
*
“Amerikan Kongresi’nde Netanyahu’yu ayakta alkışlayanlar, bunun utancını hep yaşayacaklar. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Abbas’ı alkışlayanlar ise bunun gururunu hep yaşayacaklar.”
*
Sanırım benim maşallah dediğim üç gün yaşamıyor.
Sabah bunları yazdım, öğleden sonra Parlamento karıştı.
*
Parlamentoda hakaretlerin savrulduğu, yumrukların konuştuğu, kanın aktığı bir günün ertesi günü...
“Parlamentomuzla gurur duyuyoruz” başlıklı bir yazı, pek münasip kaçmayacaktı.
Çektim yazıyı.
*
Bir gün önce dünyaya örnek olacak mazlumdan yana destansı bir tutum.
Bir gün sonra hakaret, yumruk, kavga, kan.
Ah parlamentomuz ah!
İKİSİNİ DE KONUŞALIM
AHMET ŞIK’IN TUTUMU: ORTALIĞI KARIŞTIRMAYA BAYILIYOR
EPEYDİR adı duyulmuyordu Ahmet Şık’ın. Pek olay çıkarmıyordu.
Bunun eksikliğini hissetmiş olacak ki çıktı ve ortalığı karıştırıverdi.
Böylece “Geleneksel Ahmet Şık odaklı ortalık karıştırmalar” silsilesine yeni bir halka daha eklenmiş oldu.
*
“Hırsızlar! Teröristler! En büyük terör örgütüsünüz! Hanedanlık mafyasıyla devlete çöktünüz!” falan diye ağzını doldura doldura hakaretler savururken ölçüsüz tepkilerle karşılaşacağını tabii ki biliyordu Ahmet Şık.
*
Ama bir şeyi daha biliyordu:
Bir kesim de “Helal olsun be Ahmet Şık, acayip yürekli bir adamsın, ne şahane hakaret ettin” diyecekti.
Bir kesimden bu sözleri işitmek, bu alkışı almaktı amacı Ahmet Şık’ın.
Oynadığı asıl yer, orasıydı. Oradan alacağı övgülere odaklanmıştı.
Ölçüsüz hakaretlerinin temel nedeni buydu. Bu nedenle sesini yükseltip alçaltıyordu.
*
Eskiden Ahmet Şık’ın öfkesinin bir samimiyeti vardı, o açıdan etkileyici olabiliyordu.
Ama artık kalmadı öyle bir samimiyeti.
O artık “Dur ben bir ortalığı karıştırayım” profesyonelliğinde.
ALPAY ÖZALAN’IN TUTUMU: SAVUNULACAK TARAFI YOK
BAZILARI ağır hakaretlere maruz kalmayı, bir tahrik nedeni sayıyorlar.
Alpay Özalan’ın kürsüde konuşan Ahmet Şık’a yumruk atmasını da....
“Tahrik vardı, hakaret vardı” falan diye savunuyorlar.
*
Hiç katılmıyorum bu yaklaşıma.
“Tahrik” gerekçesiyle şiddeti mazur göremeyiz.
Çünkü bu yaklaşım, “tahrik vardı” diye önüne gelenin önüne gelene şiddet uyguladığı hukuksuz bir ortamın doğmasına yol açar.
Bunun sonunda da kamu düzeninden falan söz edilemez.
*
Peki hakaret karşısında ne yapılacak?
*
Tepki gösterilecek. Bağırıp çağrılacak. Protesto edilecek. Masalara zarar vermeden sıra kapaklarına vurulacak. Şahsın cezalandırılması istenecek. Özür dilemesi istenecek.
*
Yapılmayacak tek şey var:
Şiddete başvurmak...
*
Hiç öyle bin dereden su getirmeye gerek yok.
Alpay Özalan’ın yaptığı yanlıştır. Savunulacak tarafı yoktur.
AYDEMIR AKBAŞ
KOMŞUMDU. Bazen rastlardım kendisine.
Teklifsiz konuya girerdi hemen. Siyaset konuşmaya bayılırdı.
Yaşına göre gayet iyiydi. Dinçti. Kafası zehir gibiydi.
*
Şöyle bir baktım hayatına.
Sanatının zirve yaptığı dönem, tiyatro sahnelerinde olduğu dönemmiş.
Tiyatroculuğu, sinemacılığının çok ama çok ötesindeymiş.
Allah rahmet eylesin.
Paylaş