NEVVAL Sevindi’ye Bilgi Üniversitesi’nin Dolapdere kampusunun önünde rastladım. O da benim gibi, bir dönem ders verdiğim bu üniversitenin kurucularından Latif Mutlu’nun davetine icabet etmiş, eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yapacağı konuşmayı dinlemeye geliyordu.
Nevval’i önce sosyal antropolog kimliğiyle tanıdık, sonra da gazeteci ve yazar. Benim dikkatimi, 90’lı yıllarda birlikte katıldığımız bir televizyon programında iç göçten söz edilirken, "İzmir’de yaşıyorsan roka nedir bileceksin" dediği için çekmişti. Sonra dost olduk, birlikte KA-DER’i kuranlar arasında yer aldık. Nevval şimdi İstanbul 1. bölge DYP adayı. Umarım liste başı olup seçilir de Meclis’e renk ve hareket gelir.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın İstanbul’da Yaşam Kültürü sempozyumunda, "İstanbul göçleri içinde eritip yeni bir kimlik yaratacaktır" denmiş. İzmir ve rokadan çağrışımla, umarım bu yeni kimlik İstanbullu olmanın bazı özelliklerine baskın çıkmadan kazanılır. Roka ve İzmir’den çağrışımla Kanlıca yoğurdunu, İnci’nin profiterolünü, paskalya çöreğini bilecek mi yeni İstanbullular? Hakkaniyetli davranmak gerek bu noktada da ama mesele ocakbaşına otururken lüferi unutmamak.
* * *
Nevval’le bunları konuşamadım, çünkü Demirel’in yaptığı konuşmadan sonra tanık olduğum protestoların biçimi ve içeriği karşısında nutkum tutuldu. Neyse ki salonu dolduran öğrencilerin diğer dörtte üçü konuşma ve tartışma adabından yoksun değildi de ortalık toparlandı.
Protestocuların siyasal söylemi ve sorulan bazı sorular karşısında yüreğim sızladı. Bu öğrenciler, Demirel’in 45 senedir bu ülkeyi yönettiğini sanıyorlar. Burası diktatörlük mü ki aynı insan bizi 45 yıl boyunca yönetsin? Demirel’i Amerikancılıkla da suçluyorlar. Demirel iki darbe gördü, ikisinde de arkasında ABD yoktu, ama Sovyetler’in Aliyev kanalıyla kendisine darbenin geleceğini önceden fısıldadığı rivayet edilir. Kaldı ki düşmanın bile olsa konuşacaksın.
* * *
Gençlerin yakın tarih hakkında bu denli bilgi yoksunu olup dezenformasyona açık olmalarının suçu kimde? Herhalde internette değil. Birinci mesele, Türk eğitim sisteminin sorgulayıcı ve araştırmacı bireyler yetiştirememesi. İkincisi ise genel anlamda tartışma adabından yoksun olmamız.
Beğen beğenme, demokratik yoldan seçilmiş bir eski cumhurbaşkanına mikrofonu kapıp bildiri okur gibi kaba bir üslupla hakaret etmek marifet mi? Bunun yerine eleştirel düşünceleri farklı kelimelerle ve sakin bir sesle dile getirmeyi bizim çocuklar neden beceremiyor? Bunun daha etkili ve saygın bir yöntem olacağı neden onlara öğretilmiyor?
Protesto edilen kim olursa olsun bu üslubu onaylamak mümkün değil. Yıllar önce yabancı bir üniversitede Yunanlı öğrencilerin her türlü edepsizliği yapıp Prof. Mümtaz Soysal’ı Kıbrıs konusunda konuşturmadıklarına tanık olmuştum. O gün bugün herkesin her yerde konuşma hakkı olduğuna inanırım.
Şablon kafalarla bir yere varamayız. Hakkaniyet her konuda esastır.