YER İstanbul’un göbeğindeki bir SSK hastanesi, yıl 2000.
Umut adı verilen erkek bebek 1 kilo 200 gram, 27 santim boyunda doğuyor. Bir hafta sonra, Umut 1 kilo 300 gram olduğunda "sağlık durumu iyidir" denilerek taburcu ediliyor.
Eve getirilen bebek şişmeye başlıyor; çünkü bağırsakları gelişmediği için tuvaletini yapamıyor. Baba Hasan Karagöz, bebeği bir buçuk ay daha kalacağı SSK hastanesine geri götürüyor.
Hastanede iki bebek, bir kuvözü paylaşıyor. Diğer bebekten Umut’a menenjit bulaşıyor.
Umut şanslı bir bebek; çünkü çok uyanık bir babası var. Hasan Karagöz her gece saat 12’de hastaneden çıkıp evine geliyor. Sabah dörtte eşinin sütüyle tekrar hastaneye dönüyor. Sabah da normal saatte işbaşı.
Genç baba bu sırada bebeğinin belinden ikinci kez sıvı alındığını fark ediyor; çünkü ilk alınan kaybolmuş. Bunu araştırırken menenjitli bebeğin belinden sıvı alınmayacağını öğrenip başhekime çıkıyor. Hastane karışıyor. Bu arada bebeğin başında normalin üstünde büyüme olduğu görülüyor.
Devlet hastanesine güvenini yitiren Hasan Karagöz elde ne varsa döküp bebeği özel hastaneye getiriyor.
Umut bebek bugün Şişli Mareşal Fevzi Çakmak İlköğretim Okulu’nun başarılı öğrencisi.
* * *
Ankara Zekai Tahir Burak Doğum Hastanesi’nde prematüre bebeklerin ölümü üzerine "Erken Doğum Ergenekonu" diyebileceğimiz yeni bir tartışmanın içinde bulduk kendimizi. Önce hastane suçlandı. Sendikalar devreye girdi. Her şey bitti, YÖK’le eski kavgası olan kesim tıp fakültesi kontenjanlarını artırmadığı için bu kurumu hedef aldı. Seçim sandığı içinde bebeğinin cansız bedenini taşıyan babaların görüntüsü içimizi sızlattı.
Kuvöz sayısının yetersiz oluşuna ise benim görebildiğim kadarıyla sadece kendi de bir prematüre bebek babası olan gazeteci Serdar Çelikler’den başka parmak basan olmadı.
Meslektaşımız, "Kuvöz bağışlayalım" çağrısında bulundu.
Gelgelelim kuvöz de tek başına çözüm değil. Sorunun kaynağını Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP’nin Sağlık Bakanlığı Reform Projesi’nde çalışmış olan Canan Konuk sayesinde buldum. Türkiye’deki asıl sorun, hastanelerdeki bakım eksikliği. Bir diğer deyişle "hemşire sayısının azlığı". Doktorlar iyi, ama hasta başına düşen hemşire sayısı çok düşük. Batı standartlarında kuvözdeki her bir bebekten bir hemşirenin sorumlu olması gerekiyor. Bizdeki gibi sekiz bebeğe bir hemşire bakınca erken doğanları yaşatmak mucize.
* * *
Prematüre bebeklerin hepsi Umut kadar şanslı değil. Hipertansiyonu olan, havale geçirmiş, gebelik toksemisi yaşayan pek çok kadın erken doğum yapmaya devam edecek. Ankara’daki prematüre bebek ölümleri bize bir ders verecek mi, önemli olan bu. Hemşire sayımızı artırıp bakım hizmetlerimizin kalitesini düzeltmemize yarayacak mı?
Ne yazık ki ders çıkarmak bize göre değil. Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davasında AKP’ye verdiği mesajın yerine ulaşmaması bunun en son örneği. Bebekler için de duyarsızlık sergileyebiliriz. Bu memleketin düzelememesinin nedeni, herkesin bildiğini okumaya devam etmesi. Meşrebimizde ders almak yok.