ÖĞRENCİLİK yıllarımı saymazsak Avrupa Birliği’ni izlemeye 1980’de başladım. 24 yıl insanlık tarihinde kısacık bir süre, insan hayatında ise önemli bir dilim.
‘Geceyarısı Ekspresi’ni, ‘Yol’ filmini Brüksel sinemalarında seyrettim. 1980 ile 90 arasında Avrupa ülkelerine 500 bine yakın Türk siyasi mülteci geldi. İşkence suçlusu bir ülkeden geliyorduk. O yıllarda Avrupa’da Türk olmak çok; ama çok zordu. Yıpratıcı bir süreçti.
Türkiye-AB ilişkilerinin çeyrek yüzyıllık seyri dur kalk banliyö treni hızıyla oldu. Zaman zaman bunun sonsuza kadar devam edecek bir yolculuk olduğu duygusuna kapıldık. Tren bir türlü son durağa ulaşmıyordu.
* * *
1990’da ‘Bir Avrupa Rüyası’ adlı ilk kitabım çıktı. ‘Türkiye’yi bir gün AB’ye alırlarsa Müslüman olduğu için alacaklar’ öngörüsü dahil bugün hálá ne söylüyorsak hepsi o kitapta vardı. Yani çok fazla değişen şey yok.
1997’de ilişkiler buzdolabına konulduğunda kahroldum. Hem ruhen, hem de mesleki olarak yapılan bir yatırımın sıfırı tükettiğini görmek korkunçtu. Elimde 17 yılın birikimi ve artık beş para etmeyen bir uzmanlık alanım vardı.
İki yılda buzlar eridi, 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye aday ilan edildi. Tam sevinirken Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizine girdi. ‘Oğluma Avrupa Mektupları’nı o dönemde yazdım.
3 Ağustos 2002 günü TBMM, idam cezasının kaldırılması ve Kürtçe öğrenim ve yayın dahil koskoca bir reform paketi kabul etti. Unutulmaz bir gündü.
Zina tartışması sırasında neredeyse depresyona girdim. Erdoğan geri adım attığı an ise eşimi dostumu arayıp kutladım.
6 Ekim 2004’te AB Komisyonu, Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiğini belirterek üyelik müzakerelerinin başlamasını tavsiye etti. Oğluma ve bu ülkenin tüm çocuklarına karşı mahcup olmayacaktım.
Türkiye’nin Avrupa projesini savunmuş olan bütün bir kuşağın da aynı şeyleri hissettiğini biliyordum. Bu ülkenin aydınları sürekli olarak bir sonraki kuşaklara değerlerini ve ideallerini aktaramamakla suçlanmıştık. Sanık sandalyesinden nihayet kalkıyorduk.
Üzerimden büyük bir yük kalkmıştı.
* * *
Avrupalı Yeşil siyasetçi Daniel Cohn-Bendit’e göre Avrupa bir mucizeler kıtası. Birinci mucize, İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa ve Almanya’nın barışmasıydı, ikincisi ise 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı. Üçüncü mucize de Türkiye’nin üye yapılmasıyla Avrupa’nın geçireceği devrim. Avrupa Birliği, Türkiye’nin üyeliğine gidecek yolu açarak kendi kendine meydan okuyor.
Dünyada risk almadan gerçekleşen hiçbir ilerleme yok. Ülkeler için de, kişiler için de bu böyle...