Paylaş
‘Oynatmaya az kaldı’, ‘Avuçiçi kadar’ gibi şarkılarıyla evlere konuk olan, caz müziği Türkiye’ye sevdiren, dinleyicilerin aileden biri gibi gördüğü Fatih Erkoç’la Bodrum’da buluştuk, eski albümleri karıştırdık...
“1971’de, 18 yaşımdayken İstanbul Gelişim Orkestrası’yla albüm çıkardık.”
1) Repertuvarında Türk sanat müziği de pop müzik de var. Kendinin icra etmeyi en sevdiği alan da caz… Bu bir tesadüf değil. Hamurunda hepsinden bir parça var! Fatih Erkoç, 1953 yılında İstanbul’un Fatih ilçesinde müzisyen bir baba ile ev hanımı bir annenin ilk çocuğu olarak dünyaya geliyor. Kendinden dört buçuk yaş küçük bir de kardeşi var; Sinan. Baba müzisyen olunca iki kardeş de çok küçük yaşlardan itibaren müzikle tanışıyor…
‘Çocukluk yılları…’/“Babam Hasan Erkoç Türk müziği ve klasik batı müziği dinlerdi. Her ikisinde de armoni ve akorlar var. Müziğin tınısından kalitesini hemen anlardı. Babam udi olduğundan ben de konservatuvara başlayana kadar evde Türk sanat müziği dinledim…”
SÜNNETİME ZEKİ MÜREN GELMİŞTİ
Erkoç, “Babam udiydi. Türk sanat müziği icracısıydı. Hem İstanbul Radyosu’nun icra heyetinde görevi vardı hem gazinolarda dönemin ünlü assolistleriyle çalardı” diye başlıyor anlatmaya: “Öyle ki Zeki Müren bizim sünnetimize gelmişti. Zarf içinde 200 lira vermişti de bana o para az gelmişti (gülüyor)! Bana 3-4 yaşlarımdayken açık artırmadan bir keman alınmıştı. Evdeki taş plaklardan duyduğum taksimleri kemanla taklit etmeye çalışırdım. Çocukluğum kemanla ‘gıy gıy’ yaparak geçti.”
Yapımcı Koral Sarıtaş ve Raks Müzik’le çıkardığı, onu meşhur eden ilk albümü...
İLK KONSER EVİN PENCERESİNDEN
Erkoç, ilk konserini ilkokul ikinci sınıftayken verdiğini anlatıyor: “Pencereden mahalle arkadaşlarıma konserler verdiğim olurdu. Bir gün öğretmen keman çaldığımı öğrenmiş. Bana ‘Hadi çal!’ dedi. Çok utangaç olduğumdan izleyicilerle arama bir kara tahta koyması şartıyla kabul etmiştim!” Bugün profesyonel hayatta 50 küsur seneyi geride bırakmasına, rağmen utangaçlığının halen devam ettiğini söylüyor! Annesi Nakiye Hanım, oğlunu İstanbul Belediye Konservatuvarına kaydettiriyor. Hocaları, Erkoç’un iri yarı yapısına uygun olarak ona trombonu veriyorlar. Fatih Bey, devam ediyor: “Babam kemanla devam etmemi istiyordu ama parmaklarım keman çalmaya uygun incelikte değildi. Konservatuvarda klasik batı eğitimi veriliyordu ama her sınıfta piyano olduğundan biz öğrenciler yasak olmasına rağmen yabancı, pop müzikleri ve arada caz da çalardık…”
OKULDAN KAÇIP SAHNEYE ÇIKARDIK
Bu ‘kaçak’ organizasyonlar Erkoç 16 yaşına geldiğinde biraz daha ilerlemiş: “Büyük sınıftaki ağabeylerden biri bir akşam tuttu beni kolumdan ve ‘Hadi Liman Lokantası’na işe gidiyoruz!’ dedi. Sene 1967… Yatılı okuduğumuzdan geceleri kaçabilmek için okul bekçisinin cebine beş lira rüşvet koyardık! Bu orkestrayla 2-3 sene çalıştım. Hem piştim hem piyasa müziğini içime sindirmiş oldum. Bu arada fizik ve tarih-coğrafya derslerinden sınıfta kalınca kızdım ve yedi senedir devam ettiğim okulu bıraktım. Tam zamanlı piyasaya giriş yaptım. Özdemir Erdoğan orkestrasından teklif gelmişti. Kısa süre orada çalıştıktan sonra İstanbul Gelişim Orkestrasına girdim. Gala’da, Fenerbahçe Altın Raket’te cover’lar, zor parçalar çalardık. 1971’de, 18 yaşımdayken orkestrayla bir albüm de çıkardık. Çok heyecanlı ve zevkli bir dönemdi…”
SENE 1999/Kardeşi Sinan Erkoç’la...
2) İYİ CAZ İNSANI AĞLATIR
Bu tam zamanlı ‘piyasa’ dönemi Erkoç’un cazla daha haşır neşir olmasına da vesile olmuş: “Davulcu bir Cankut (Özgül) ağabeyimiz vardı. O beni caza yönlendirdi. Miles Davis parçalarını dinlerken ağlardı. Cazcıların doğaçlamada anlattıkları hikâye o ruhu algılayanları ağlatır. Doğaçlama Türk ve halk müziğinde de var... Cazda nasıl kural ve armoniler varsa Türk müziğinde de makam var. O makama uyarken başka şeye geçip sonra tekrar eski şarkının makamına geçmek cazdaki gibi bir maharet işi... Evdeki Türk müziği ve okuldaki klasik müzik eğitiminden sonra cazın insanları özgür bırakan, doğaçlamaya izin veren yanını çok sevdim...”
SENE 2006/Bodrum’da motor kullanırken...
3) NORVEÇ’TE GECE YARISI GÜNEŞLİ KONSERLER
Erkoç askerliğini de hem orduevinde çalarak hem de Erol Pekcan ile cazı daha da keşfederek geçiriyor. 1975’te bir konser teklifi için gittiği Norveç’te tam 11 yıl kalmış! O yılları şöyle anlatıyor: “Bir nisan günü dünyanın en kuzeyindeki liman kasabası Hammerfest’e gittim. Emin Fındıkoğlu ile birkaç ay Norveç’in farklı kasabalarında çaldık. Gece 12’de restorandan çıkardık; tepede güneş! Gece yarısı güneşine alışana kadar çok uykusuz kaldım. Birkaç ay sonra sonra Norveçli bas sanatçısı Tommy Dots’un orkestrasıyla 11 yıl elimizde bavul kasaba kasaba gezip müzik yaptık. Hayatımdan memnun değildim ama insan her koşula alışıyor. Gemilerde çaldık, farklı insanlarla tanıştık. Norveçliler bizdeki rafine eğlence kültürüne sahip değildi. Çok içki içiyorlardı. 11 yılın sonunda beş kuruşsuz Türkiye’ye döndüm...”
SENE 2017
FAVORİM PİYANO
“Öğrencilik yıllarımdaki asıl enstrümanım trombondu. Onunla beraber saz ve piyano çalardım. Ben enstrümanların hepsini severim ama hangisi en önemli dersen sana ‘piyano’ derdim. Çünkü piyanoda, biraz yeteneğiniz varsa, bası, akorları, melodiyi tek enstrümanda çalabilirsiniz. Sesi de en güzel enstrümanlardan biridir…”
Kariyerinin ilk yıllarında...
4) 48 YAŞIMDA ÜNİVERSİTEYE BAŞLADIM
Erkoç, 1986’da ayağının tozuyla önce Kuşadası Şarkı Yarışması’nda, Norveç’te yaptığı bir besteyle ödül aldı. Adı yeniden müzik camiasında duyulmaya başladı… Bu arada TRT Hafif Müzik Caz Orkestrası’na girdi. 1992’de çıkardığı ‘Ellerim bomboş’ albümü onu bir anda ülke çapında meşhur etti. Kulüpler peşine düşünce memuriyetten istifa etti. Özgür kalınca ilk iş yıllar önce yarım bıraktığı konservatuvara döndü! Erkoç anlatıyor: “Liseyi bitirememiş olmak içimde bir ukdeydi. Konservatuvara müracaat ettim. Önüme 30 ders koyup ‘Bunları bir ay içinde vermen lazım!’ dediler. Deli gibi çalıştım ve hepsini verdim. Öğretmenlerden biri, ‘Fatihciğim süper müzisyensin, devamını getir…’ deyince sınava girdim. 48 yaşında üniversiteye başladım! Sınıf arkadaşlarım 17-18 yaşlarında çocuklardı! Başta garipsediler ama sonra çok takdir ettiler. 52 yaşımda da diplomamı aldım.”
5) FATİH ERKOÇ AKADEMİ…
“2012’den itibaren İstanbul beni yormaya başladı. Trafikten motosikletimle gezemez oldum. Yazları Bodrum klasik haline geldi. Kışlar için de eşimin memleketi Bursa’ya taşındım ve ‘Fatih Erkoç Sanat Akademi’ isimli müzik okulunu kurdum. Amacımız hem çocuklara oyunlarla bir müzik altyapısı oluşturabilmek hem de müziği hobi olarak yapmak isteyenlere bir alternatif sunmak... Türk sanat müziği söyleyen koromuz geçen ay Makedonya’da 16. Uluslararası Folk Dansları Festivali’nde Türkiye’yi temsil etti.”
Fatih Erkoç’u Bodrum Zai’deki konseri öncesi yakaladık… Erkoç, “Pandemi yüzünden yaklaşık 2 sene kimse konsere gidemedi, barlar kapalıydı. Şimdi bir anda her yerde festival ve müzik var. Bu kadar çok konser hiç olmamıştı” diyor.
YENİ ŞARKILARDA MELODİ YOK
1990’ların pop şarkılarının bugün de aynı ilgiyi görmesini nasıl değerlendiriyor? Diyor ki: “Çok iyi işler de çıkıyor ama şarkılar kimlik değiştirdi. Melodi neredeyse yok oldu. Onun yerine bir şarkıda üç dakikalık ‘riff’ler (tekrarlanan akor) oluyor. Bana göre Çin işkencesi gibi!” Peki ya caz müzik? Erkoç’un yanıtı: “Eskiye kıyasla bugün çok daha fazla ve iyi caz müzisyeni var. Teknolojinin gelişmesiyle caz dünyası evlere girdi. Eskiden bir taş plak bulabilmek için göbeğimiz çatlardı. Şimdi internetten en iyi caz müzisyenlerinden enstrüman dersi alabiliyorsunuz. Üç, beş kereden sonra kulaklar kötü müziğe dinlemeye tahammül edemiyor! Caz, mekanlar için de bir kalite göstergesi…”
AİLEMİZDEN BİRİ GİBİ…
İlk ‘hit’i ‘Ellerim Bomboş’un üzerinden 30 yıl geçmiş… O günden bugüne Fatih Erkoç’un sürdürülebilir başarısının sırrı nedir? Şöyle yanıtlıyor: “Gelen iltifatlardan yola çıkarak kanaatim; sahici olmak… Ben hep sahici oldum. Kalplerde ve beyinlerde ‘Bu çocuk bizim aileden biri…’ duygu ve düşüncesi yarattım. Bunu hesaplayarak, ölçerek biçerek yapmadım. İçten olmanız lazım. Dinleyicilerime karşı hep nazik oldum. Mesleği iyi icra ediyorum ve bir diğer sır da çalışkanlık. Kendinizi sürekli geliştirmeli ve samimi olmalısınız. Genç müzisyenlere tavsiyem de kendilerini önce iyi müzisyenlere beğendirmeye gayret etmeleri. 1999’da müzisyenlere yönelik bir albüm çıkarmıştım. 30 bin sattı. Zamana göre az bir satış ama müzisyenlerin gözünde benim saygınlığımı arttırdı…”
Paylaş