Zeynep Atikkan: Tarih, sembolik yasayı da yazar


Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

BAŞBAKAN Bülent Ecevit, ‘‘Fransa'nın kararı, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini etkilememeli’’ derken çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor.

Kuruluşundan itibaren Avrupa fikrinin şekillenmesinde Fransız ‘‘avangard çizgilerinin’’ belirgin izleri oldu. Zaten Avrupa fikri başta Almanya ile Fransa arasındaki husumete son vermek için ortaya atılmıştı. O dönemin bazı Fransız devlet adamları, kendi çağlarının ötesini görüyorlardı. Siyasi atılımlarda bazen çekingen davransalar da, politik tasarım konusunda aktiftiler. Bugün ise Avrupa'nın gelecek projesinde Fransız siyasi vizyonunun epey sendelediğini görmek gerekiyor. Yani Fransa, son zamanlarda Avrupa mimarisinin ‘‘statükocusu’’ görünümü veriyor. Avrupa demek ‘‘Fransa demek’’ değil. Tek başına Almanya veya İngiltere de demek değil kuşkusuz. Türkiye, kendi AB politikasının ne olduğuna karar verirse, Başbakan Ecevit'in bu sözleri tabii ki çok akılcı ve anlamlı!

* * *

Günümüzün çok bilinmeyenli ortamında (özellikle genişleme perspektifinde) AB tasarımı öyle bir noktadaki ‘‘yaratıcı ve atak olan’’ Avrupa adına inisiyatifi ele geçiriyor. AB tartışmasının temalarını belirliyor. Fransa'nın dönem başkanlığı sonunda Nice'te yapılan zirve, bunun en iyi örneği oldu. Nice zirvesi, AB'nin kendi iç dengesinde Almanya'nın ‘‘meydan okuyuşuna’’ dönüştü bir bakıma. Alman Dışişleri Bakanı J.Fisher'in Avrupa Federasyonu kavramını ortaya atmasından sonra Almanya, ‘‘Avrupa fikrinin avangardı’’ kimliğini cesurca ortaya çıkarıyor artık. Ekonomik üstünlüğüne rağmen İkinci Dünya Savaşı sendromu sonucu yıllarca politik anlamda etkisiz kalan Almanya sanki bugün rövanşını alıyor.

Kısaca, AB'nin siyasi oluşumunda Almanya'nın sesi duyuluyor. Çok farklı siyasi geleneklerden gelen Chirac ve Jospin'in yönetimindeki Fransa ise bu noktada tıknefes kalıyor. Fransız basınında, okur katılımıyla gerçekleşen ‘‘forumlarda’’ pek çok Fransız'ın, siyasetin bu nefes darlığından son derece rahatsız olduğunu gözlemek mümkün.

Çünkü Türkiye'de olduğu gibi Fransa'da da ‘‘iki ayrı dünya var’’. Birisi yeniliklere, internet çağının gerçeklerine vs.'ye açık. Bu kesim, küreselleşmenin Avrupa değerleriyle birleşerek daha insani olabileceğini düşünüyor. Fransız şirketleri zaten daha şimdiden küreselleşmenin önemli aktörleri arasındalar.

Bir de ‘‘diğer Fransa var’’. ‘‘Modernleşmeyi’’ ıskalayan, statükonun pençesinde kıvranan. Chirac gibi. Bu Gaulliste siyaset adamına ‘‘demodelik’’ kostümü pek yakışıyor. Bu arada Sosyalist Fransız Hükümeti'nin AB politikasında sergilediği ‘‘statükoculuk’’ da azımsanabilecek gibi değil. Farklı siyasi geleneklerden gelenlerin bu ‘‘demode beraberliği’’ (cohabitation) evlere şenlik bir görüntüye dönüşüyor.

‘‘Demodeliklerini’’ AB'nin şekillenmesinde ‘‘test’’ eden bu zihniyetin modern Fransa'nın refleksleriyle pek iletişim kurduğu da söylenemez.

‘‘Kin’’i teşvik eden bir zihniyet, modern çağ ile irtibat kurabilir mi?

‘‘Benim tarihim tarihçilere, sizinki benim parlamentoma’’ demek, eşitsizliğin ve haksızlığın tescili değil midir? Eşitsizliğe ve haksızlığa prim veren bir anlayış, dünyanın yeni dönem siyasi oluşumunda saygın bir aktör olabilir mi? Sözü ciddiye alınır mı?

* * *

Bilimi, politikaya ve küçük hesaplara alet etmiştir bu zihniyet. Bugünün dünyası, bilimin bu şekilde horlanmasına tahammül edebilir mi?

Yasayı çıkartanlar, ‘‘sembolik karardan’’ söz ediyorlar. Parlamentolar ne zamandan beri simgesel yasa çıkartıyorlar? Modern ‘‘hukuk’’ta buna yer var mı?

Bir şeyleri kaybediyor Fransa. Kaybolanlar arasında gidermesi en kolay olanı ‘‘ihaleler’’ elbette. Ya itibar kaybı? O bir kere gitti mi?

Çağını yakalayamayan zihniyet ‘‘kin’’i teşvik eder. ‘‘Kin’’i teşvik etmekle meşgul olanlar AB mimarisinin baş tasarımcısı olma özelliğini de yitiriverirler!

Tarih kitapları da bunu yazar.

Yazarın Tüm Yazıları