Paylaş
Paris
‘‘Türkiye'nin batıya dönük yüzü, ülkenin siyasi hayatına yeterince yansımıyor. Modernleşmenin gereğini anlamış kişiler, yeterli bir mücadele içinde değiller. Ve Türkiye her geçen gün biraz daha çok sorunlarını çözemeyen bir ülke görünümü veriyor.’’
Bir Fransız bilim adamından duyduğum bu sözlere katılmamak mümkün değil. Sanırım, Hükümet'in Susurluk konusunda sergiliyeceği tutum Türkiye açısından bir sınav niteliği taşıyor. Türkiye'nin moderleşmesini isteyenlerin mücadele gücünü ortaya koyacak biçimde ilerliyor gelişmeler.
Bu sınavda bütünleme falan yok. Ya zıplayacağız ya da sürüngenleşeceğiz.
Bu sınav, Türkiye'nin dünya ligindeki yeni yerini tayin edecek.
‘‘Sicilya tarzı aile mafyası oluşmuş’’ diyor Bülent Ecevit. Yani iki yıldır yazıp çizdiklerimizi tescil ediyor.
Gün, susup oturma günü değil kesinlikle. Çünkü tepkisizlik bu toplumun masum çoğunluğunu da tehdit ediyor artık.
‘‘O işini kılıfına uyduruyor, ben enayi miyim abi?’’ mantığı geniş kitlelere yayılıyor ve her düzeyde Susurluk bağışıklıkları yaratıyor. Yeni susurlukların toprağını güpreliyor.
Başbakan Mesut Yılmaz bugün tarihi bir misyon ile karşı karşıya. Koalisyon ortağının saptadığı gibi Türkiye, Sicilya düzenine mi teslim edilecek? Yoksa Türkiye modernleşme eşiğinden mi atlayacak?
Susurluk raporunu teslim alan Başbakanın bu güne kadar sergilediği tutum şeffaflık beklentisindeki insanları tatmin edici nitelikte değil ne yazık ki.
Görülüyor ki Başbakan Yılmaz, içeriği olmayan bir ‘ciddi adam’ görüntüsü altında rapor ile kendisi arasına mesafe koymaya çalışıyor. Raporu bir siyasi araç yapma çabasında. Kısaca raporu kullanıp Çiller'i siyasetten silme statejisi ile meşgul.
Bu işide Yaşar Okuyan gibi siyasetçilere ihale ediyor. Kendisi de o çok sevdiği sorumlu ve ciddi devlet adamı rolünü oynuyor. Yani stateji gene küçük ayak oyunu ve kasaba siyatseti boyutlarında.
Çillerler siyasetin karanlık aktörleri olarak son yıllarda ortaya çıktılar. Peki ya daha öncesi? 12 Eylül'den bu yana geçen 18 yılın muhasebesi... Bu 18 yılın Susurlukları?
Susurluk konusunda ‘‘suçlu kimdir’’ kadar ‘‘bir ülke nasıl böyle keyfi yönetilir?’’ sorusuna verilecek yanıtlar öneli bencem. Susurluğun simgelediği yapı, eski kominist ülkelere ve üçünçü dünyaya özgü özellikler taşıyor. Yani iktidarı ele geçiren her istediğini yapabiliyor. Ülkeyi yönetenler, pek çok kanunsuz işlem için devletin her kademesinde işbirlikçi bulabiliyorlar.
Hiçbir modern ülkede, devlet mekanizması, kötü niyetle siyasetçiler ile yasadışı işbirliğine girmez. Bunu yapmak isteyenleri, kıstırıp çöpe atan yasalar işler modern toplumlarda.
Biz Susurluk cumhuriyeti yasalarıyla yönetilmeyi daha ne kadar zaman içimize sindireceğiz?
Eğer devlet çıkarı (ne demekse) yasaların üzerinde tutulursa bu zaman içinde kokuşmayı getirir. Türkiye, sizce bu yapısıyla leş gibi kokmuyor mu?
İktidarda görevi kötüye kullanmak mümkün. Ama ancak iktidardan düşenlerin pisliklerinin üzerine gidebiliyor bu düzen. O da yasalar adına değil siyasi intikam için... İşin püf noktasıda bu, bu riyakarlık, bu ilkesizlik.
Çillerler Susurluk olayına karışmamış olsalardı acaba ANAP bu işi kurcalar mıydı? Durum çok açık. Raporun sadece Çiller boyutunun öne çıkartılması bir raslantı olmamalı herhalde.
Bugün yaşadığımız kepazeliği bizim tepkisizliğimiz besliyor. Hepimizin suskunluğu ve seyirciliği nedeniyle bu pislik azmanlaşıyor.
Tarih, bu kadar büyük bir sorumsuzluğu bağışlar mı? Sanmıyorum.
Paylaş