Rahmetli Turgut Özal “Benim memurum işini bilir” dediğinde ne gürültü kopmuştu hatırlıyor musunuz?
Bugünlerde, Kamu Yönetimi Genel Müfettişi Leandros Rakincis’in devlet ve kamu çalışanları ile ilgili hazırladığı 2008 raporu için de Yunanistan’da gürültü kopuyor. Rapora bakılırsa Ege’nin bu yakasında da bazı memurlar “işini biliyor”. İşte rapordan örnekler:
Öğretmen, üniversiteye giriş sınavı sorularını çalıp özel bir dersaneye verdi. Belediye başkanı çingenelerin yaşadığı 10 dönümlük bir araziyi temizlemek için 500 bin Euro istedi. Devlet hastanesinde çalışan bir doktorun 36 banka hesabında toplam 2 milyon Euro para çıktı. Bazı vergi müfettişleri naylon faturalar sayesinde 100 milyon Euro KDV iadesi aldı. Tapu-kadastro dairelerinde bazı memurların 500 bin-1 milyon Euro arasında banka hesapları olduğu tespit edildi. Bazı doktorlar Yunanistan dışında off-shore şirket kurdu. Hastalardan aldıkları rüşveti uluorta almak yerine bu şirketin hesabına yatırmaları istendi. Belediye memuru yabancı göçmenlere kısa süreli ikamet belgesi vermek için adam başı 300-500 Euro rüşvet alıyordu. Liste uzayıp gidiyor. Vatandaşa “Bugün git yarın gel”, tarzı muamele, bu diyarda da devlet memurluğu terminolojisi kapsamında. Devlet dairelerinde uzun kuyruklar alışılmış manzara. Ne dersiniz? Türkler ile Yunanlılar arasında sadece müzik, sadece cacık, sadece köfte mi benziyor?
Korfu’dan çıkan duman iyiye işaret
Kendi kriterlerimle gezmeye ve keşfetmeye fırsat bulamadığım Korfu Adası’ndaki Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) dışişleri bakanları gayrı resmi toplantısında, uzun bir süredir atalet içindeki Türk-Yunan ilişkileri kış uykusundan uyandı. Gerek Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaları, gerekse Yunan kaynakların verdikleri bilgiler (Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani açıklama yapmadı) görüşmenin hayli verimli ve samimi bir ortamda geçtiğinde birleşti. İlk sonuçları görmek için Bakoyani’nin muhtemelen Ağustos ayının ikinci yarısında gerçekleştireceği resmi Ankara ziyaretini beklemek gerek. Davutoğlu’nun açıklamaları üslup açısından da, içerik açısından da hayli ilginç, hayli farklıydı. Kendisine “Yunan tarafı Heybeliada Ruhban Okulu konusunda bir talepte bulundu mu? Sizler Batı Trakya Türk Azınlığı’nın sorunlarını gündeme getirdiniz mi?” diye sordum. “Onlar görüşlerini, biz görüşlerimizi aktardık” diye başlayan bir cevap yerine, “Türk-Yunan ilişkileri artık masanın iki tarafında oturan ve sürekli talepte bulunan sert aktörler görüntüsünden çıkmıştır. Görüş ayrılıkları, negatif konuların veya uygulamada karşılaştığımız tüm zorlukların bir işbirliği zihniyetiyle halledilmesinde mutabık kaldık. Azınlıklar iki ülke ilişkilerinde köprü oluşturmalıdır. Eğer ortada bir sorun varsa bu ortak sorundur. Halletmek için çalışmalıyız” dedi. Ne Heybeliada Ruhban Okulu, ne de Batı Trakya Türk Azınlığı kelimelerini kullandı.
Ege anlaşmazlıkları için de yaklaşımı ilginçti Davutoğlu’nun. “Türk-Yunan ilişkileri kriz ve risk alanı olmaktan tamamen çıkarılmalı. Günlük tartışmalara odaklanmaktansa ilişkilerin üst düzeye çıkarılması ortak hedefimizdir” dedi.
İKİ TARAF DA MAĞDUR
Yunanistan’da son aylarda alevlenen ve gündemin üst sıralarına oturan kaçak göçmenler konusunda da, “İki ülke de transit geçiş noktaları. İkimiz de mağduruz” diye konuştu. Bakoyani cephesinden öğrendiklerim, Davutoğlu ile ilk temastan memnun kaldığı şeklinde. Tarihten süregelen haklı-haksız önyargılar, karşılıklı güvensizlik, iki ülkenin ilişkilere farklı bakışı, farklı hassasiyetler, farklı özellikler mevcut sorunların çözümünü güçleştiriyor. Türk-Yunan siyasi ilişkilerinin ciddi anlamda düzelebilmesi birçok unsurun, oyuncunun ve hatta tesadüfün eşzamanlı devreye girmesiyle sağlanabilir. Aynı siyasi iradeye sahip, muhalefetin ve medyanın tepkilerini göğüsleyebilecek, elini taşın altına koyabilecek iktidarların, aynı zaman süreci içinde işbaşında olmaları gerek. Kimyaları uyuşan başbakanlar, dışişleri bakanları gerek. Geçmişe baktığımızda Türk-Yunan ilişkileri bu açıdan pek de şanslı değildi.