Paylaş
Çok uzun zaman sonra ilk defa Ankara’ya gidebildim. Yoğunlaştırılmış şekilde, ailemi gördüm.
Oğlumla bu şekilde baş başa tatil derseniz, sanırım bir ilkti.
İnsanın 2 çocuğu olunca, sürekli hep beraber bir şey yapması gerekmiş gibi geliyor.
Sonra anlıyorsun ki, aslında bi biriyle bi biriyle yalnız kalmak süper bi şey.
İlla maaile bi şey yapman gerekmiyor. Kişiye özel, kendine özel bi şeyler yapabilmek de herkese çok iyi geliyor.
Herkes aslında içinden geleni yapabildiği sürece rahat oluyorsun.
Ailecek takılıcam baskısı olmayınca, sanki daha bi aile oluyorsun.
Doğallaşıyor bi şeyler.
Bunu anladığımdan beri, herkes özgür.
Ha sanmayın ki bu dağılmak demek. Tam tersine, bi yaş geliyor ve herkesin öyle takılma dönemi başlıyor. Nasıl olsa sonra yine toplanıyorsun.
Bana bu arada “buluşalım...” diye yazan tüm okurlarımdan da çok özür dilerim. Beceremedim.
Yani öyle çok şey vardı ki yapmak istediğim, sanırım ilk önceliği aileme doymak, oğlumla yalnız kalmak ve onunla bi şeyleri onun istediği şekilde yapmak vardı.
O yüzden beni affedin. Anlarsınız biliyorum.
Bir daha gelicem ama. O zaman tamam.
***
Oğlum bu kısa tatilimiz boyunca yazdan yaza yaşayabildiği memleketimiz adına, çocuk kalbi ve gözüyle bir takım tespitlerde bulundu.
Size de yazmak istedim söylediklerini.
Hem kendime hatıra olsun, hem ona...
Bunlardan birincisi twitter yasaklandığı dönemde başlayan tartışmanın, İstanbul uçağına bindiğimiz andan itibaren kabus gibi üzerime çökerek devam etmesi.
Twitter’ın nasıl yasaklanabildiği,
Bir iletişim ortamının yasaklanmasının nasıl akla gelip düşünebilir olduğunun anlaşılmazlığı,
Ve oğlumun son noktayı:
“Ben twitter’ın yasaklandığı bir ülkeye gitmek istemezdim…” diyerek koyması.
Bu arada, çocuğun twitter hesabı filan yok.
O bir Instagramcı.
Sonra sıra geldi youtube yasağının tartışılmasına.
Önce şunu söylemem gerek, benim çocuklarım nadiren televizyon seyrediyorlar. Garip bir şekilde playstation gibi şeylerle de pek alakaları yok.
İnanın bunun tam nedenini bilemiyorum.
Aldık koyduk arkadaşları geldiğinde oynarlar diye, ancak arkadaşları isterse oynuyorlar. Yoksa aletler ve oyunlar süs niyetine duruyor orada.
Karı-koca bizim de hiç ilgimiz yok bu oyunlarla, ondan mı bilmem.
Bizim zamanımız bilgisayar başında geçiyor.
Çocukların da.
Ama onlar daha çok film, dizi ve youtube’da bir şeyler izlemek için bilgisayar başındalar.
Youtube hayatlarının çok önemli bir parçası.
Her şeyi youtube’da izliyorlar. Her şeyi.
Youtube onların televizyonu gibi.
Aslan Cem youtube yasağıyla ilgili olarak da beni çok yordu :)
“Youtube Türkiye’de yasak ve Türkiye’ye giden uçaklar yine de dopdolu. Bunu hiç anlayamadım… Demek ki, çok turistik bir ülkeyiz, ya da henüz yabancılar bu yasağın farkında değil” dedi. Bu cümleler üzerine ne Türkiye’nin jeopolitik konumunun önemi kaldı konuşmadığımız ne de Turizmin bizim için olan önemi.
“Yaza kadar youtube açılmazsa Ablamla çok sıkılırız…” diyerek olayı bağladı.
Yoksa ölecektim açıklama yapmaktan, derin sorularda boğulmaktan.
Anıtkabir ziyaretimiz sırasında yaşadığım trajikomediyi ise anlatabilmem mümkün değil.
Kurtuluş Savaşı’na dair bildiklerim filan yetmedi. “Allah’ım” diyorum, “keşke önceden iyice bi çalışıp bilgilerimi tazeleyip geleydim...”.
Uçak sayılarını kıyaslıyor, kayıpları karşılaştırıyor, Atatürk’ün savaş stratejileri hakkında binbir detay soruyor, dönemin liderleriyle karşılaştırıyor...
Ecel terleri döktüm eksik ve yanlış bilgi vermemek için.
Çocuk öyle ince detay soru sordu ki, eve döndüğümüzde merhaba diyen ilk kişiye kafa atasım vardı. Dilimde tükürük kalmamıştı resmen.
En sonunda konu hakkındaki tüm filmleri izlemeye, olası tüm kitapları okumaya karar verdik.
Ne yalan söyleyeyim, ilgisi ve ciddiyeti acayip hoşuma gitti.
Ben müze, anıt gezmeyi deli severim. Hiçbir yeri pas geçmem.
Benimle gezenler fenalık geçirir.
Demek böyle oluyormuş :)
Bu arada, Anıtkabir’ib koridorlarında yürürken lastik ayakkabısının “vıck vıck” ses çıkarmasına taktı kafayı. Ben ilk başta buna niye bu kadar takıldı anlamadım.
Ne zamanki bana dönüp “Anne ayakkabılarımın nesi var anlamadım. Ben saygısızlık yapmak istemiyorum; ama yürürken ne yaparsam yapayım bu kötü ses çıkıyor, burada bu sesi çıkartarak yürüdüğüm için çok özür dilerim. Bi daha başka bir ayakkabıyla gelmeliyim...” dedi, işte orda kopmuşum.
Koptum tabi.
Benim de ayakkabım o acayip sesi çıkartıyordu ama, ben hiç öyle düşünmemiştim.
Birden yüzüm kızardı.
Bu arad, bizim Aslan Cem şu kadarcık sesten saygısızlık oluyor mu diye tasalanırken, çocuklarını ziyarete getiren bazı annelerin diğer çocukları ezerek, azarlayarak, sırada bekleyen diğer büyük ve çocuklarla didişerek insanları ite kaka “hak yemesi”ne şahit olmak beni acayip gerdi.
Sürekli sıraya aradan kaynak yapan bir annenin, çocuğu aynı şeyi yapınca çocuğunu azarlaması ise beni bitirdi.
Kadın çocuğa dönüp “Nerden öğreniyosun bu saygısızlığı bilmem..” diye bağırınca, Aslan Cem’le birbirimize baka kaldık.
“Annesinden...” diyecektim, diyemedim.
Keşke deseydim. İçimde kaldı. Hala aklıma geldikçe sinirleniyorum.
***
Sonra ben TEGV Samsun Eğitim Birimi’ndeki çocuklarımla buluşmaya, şahane “Renkli Kalemler” projesi dahilinde çalışmaya fırladım gittim, o anneannesiyle Dubai’ye döndü.
Size projeyi anlatıcam. Bu sayede 2.kez Samsun’da buluyorum kendimi.
Şu ülkede o kadar çok güzel proje gerçekleştiriliyor ki çocukların geleceğine dair, hangi birini yazacağımı şaşırıyorum aslında.
Dahası, bunca güzel gönüllü ve kurum bir arada ileriye dönük şahane şeyler yaparken, nasıl olup basında bunlar bu kadar az yer buluyor, hiç anlamıyorum.
Bir de buna içerliyorum!
Samsun’daki 10 yaşındaki çocuklar da Youtube yasağına çok içerlemişti. Konuyu kendileri açtılar v susmak istemediler.
Sadece 1 tanesi Youtube’un yasaklanmasından mutluydu; çünkü ablasının elinden düşmüyormuş, şimdi ablasının yüzünü rahatça görebilir olmuş.
İşte şu son günlerim böyle “düşünceler düşünceler düşünceler” halinde geçti.
Uçaktan indiğim gibi bu yazıyı yetiştirmek için koştura koştura yazdım.
Geri dönüp okuyamadım.
Hmmm...
Zaten ben uzun uzun ve daldan dala yazmayı da özlemişim.
Yonca
“Ana-oğul anıları”
Paylaş