Paylaş
Üzüldüğüm için de sürekli azar işittim sağdan soldan, yakınımdan uzağımdan.
Bi kere bu kadar abartılı duygular yaşadığım için azar işittim, hayalperest olduğum için dalga geçildim. Hadi bunlar neyse...
Resmen çevreyi umursamamakla filan asan kesen okurum oldu.
Bu acayip dokundu bana...
Çok.
Olimpiyatları alamamış olmamızın yanı sıra, genelde spora, hayata, bir şeyleri yapma/yapmama şeklimizi eleştirdiğim dünkü yazıma bir dolu yorum geldi kısacası.
Yorumlardan çoğu beni yerden yere vurdu.
Yalakalıkla, hükümet yanlısı olmakla bile suçlandım.
Ya ben ne istedim biliyor musunuz?
Gençlerini bunca zamandır tanımayıp görmezden gelenlerin birden Gezi ile onları tanıdığı gibi, olimpiyatlar olsun, bi şoka da orada girsinler, kendi başına canla başla uğraşan genç sporcularımızı da tanısın insanlar istedim...
O çocuklara gidilecek bi hedef olsun hayal ettim. Onlar için umut çünkü...
Şaka maka 4 senedir düzenli bir şekilde sporu sanki Olimpiyatlara ben katılacakmışım gibi hayallerle filan yaptığım, bir dolu aklını sporla bozmuş insanla bir arada olduğum, ve o ortamdan çok şey öğrendiğim/gördüğüm için belki de, bizim spora bakış ve yaşayış kafamızı da anladığımı, analiz edebilir hale geldiğimi sanıyorum.
Sanıyorum dedim bakın.
Kesin bilgi değil.
Bizde “halk arasında” sporun tanımı: zayıflamaya ihtiyacı olan tarafından artık ne mideye kelepçe, ne ölümüne açlık işe yaramadığında mecburen bi deneyeyim bari mantığıyla yapılan külfettir.
Spor denince akla ilk futbol gelmektedir. Küfür içerir. Futbol oynamasa da 72 saat konuşabilme kapasitesi gerektirir.
Sporcu deyince de profesyonel sporcu anlaşılmaktadır.
Bi insanın 40’ından sonra spora başlaması, andropoz filan olarak değerlendirilir.
Deli diye bakan da var. İşi gücü yok diye düşünen de var.
Yani ya doğuştan olimpik yetenek olacaksın, ya da yan gelip yatacaksın.
Ya hep birinci olacaksın, ya da asla yeltenmeyeceksin.
Olay bu.
“Koşuyorum” dediğinde, “madalya mı veriyolar abi?” filan gibi sorular gelir. “Sen zayıfsın koşmaya ihtiyacın mı var...” denir.
Yarış sırasında “sona kaldın..” diye dalga geçer “destek” olacak halk. “ayakkabına yazık” diyeni de olduydu ben koşarken...
O yüzden ben şunu gördüm, bize spor kafası gelmesi için ciddi bi hedef ve dayatma olması lazım. Belki o zaman doping kontrolü daha ciddi olur. O zaman tesisler olur. O zaman sporcu yetişen çocuklara burslar, ayrıcalıklar, sınav kolaylıkları tanınır filan.
Ama siz beni boş verin.
Dün bir anneden mail geldi.
Siz lütfen onu dinleyin...
Yonca
“üzümlü kek”
“Merhaba Yonca,
Bir solukta yazılmış gibi duran yazınızı bir solukta okudum! İnsan hırsla doluyor bütün bu gerçekler yüzünden. Oysa hiçbir şeyin, gerçeklerin farkında olmadan yaşamak, cehalet, ne büyük konfor!
Oh her şey harika. Yolluyorum çocuğumu özel okula, hafta sonları da baskete gidiyor, daha ne?...
Biz, sporcu çocuk ailesiyiz.
Ne mutluyuz ki, sporu seven, sporun hayatında ne anlama geldiğini bilen bir kızımız var. 10,5 yaşında. Ciddi yüzüyor.
Bu sene haftada 6 güne çıkan antrenmanlar son 3 yıldır onun tek gerçeği. Okuldan antrenmana gidiyor. Eve bazen 18.30, bazen 21.30’ da gelebiliyor. Sınavları da başladı geçen seneden beri; ama mutlu.
Bizim için de önemli olan o.
“Sen istediğin sürece biz sana lojistik destek sağlayacağız..” diyoruz.
Ne yazık ki İstanbul şartlarını o da yaşıyor. Ev-okul yakın; ama kulüp antrenmanları için 1,5 saat yol gidip geliyoruz her gün.
Zorlandığı dönemlerde süreymiş, dereceymiş, hiç önemi yok. Devam etsin yeter ki. Sen sevdiğin için yüzüyorsun diyoruz, gülüp çantasını sırtına atıp gidiyor antrenmanına.
Bu ara çok bunaldık.
Bir yanda romantik bakış açımız; “olimpiyat istanbul’da olsa ne güzel olur, hem kızımız da orada görev alır, belki de yarışanlar arasında olur...” diye.
Diğer tarafta da bütün diğer gerçekler; etik anlayışı çok zayıf, şike, doping, empatiden yoksun hiç çekinmeden yan yollara başvuran insanlığımız.
Rant peşindeki gurupların direnişle karşılaşmadan bol bol inşaat yapacakları gerçekleri.
Futbolu bile tam olarak sevmeyen, diğer sporların adını bile telaffuz edemeyecek nüfusumuz.
Sporun Türk çocuklarının eğitim hayatlarında haftada 1 saatlik beden eğitimi dersi dışında hiç olmaması gerçeği.
3-5 vizyon sahibi ailenin bireysel çabaları, bir takım bölgesel spor müdürü/okul müdürü/sponsor odaklı çabalar ve hala bir şekilde sokağa çıkma lüksü olan çocukların top peşinde koşturmaları dışında çocuklarımız spor yapmıyorlar.
Türkiye'de lise ve üniversite seviyesinde spor bursu veren, akademik olarak da kendini ispatlamış okul yok!
Ve sonuçta sizin de yazdığınız gibi önce liseye girişte, sonrasında üniversite girişinde Bırakmak zorunda kalıyor çocuklarımız sporu.
En iyisi ara veriyor, ama geri dönüş çok zor o aradan sonra.
İste biz, bir avuç küçük sporcu ailesi, olimpiyat meselesi daha ciddi bir şekilde ele alınınca heveslenmiştik, acaba olimpiyatlar alınırsa küçük sporcuları yetiştirmek için imkanlar yaratılır mı, sporu bırakmasınlar diye iyi okullar burs verirler mi diye!?
Sonra olimpiyat için hazırlanan sporsuz tanıtım filmlerini gördük. Oysa Türkiye genelinde bu işi ciddi ele almış spor yapan çocuklara ulaşılsa, onların antrenmanlarına, heyecanlarına yer verilseydi o filmde.
Çocuklara aşılayabilselerdi bu olimpiyat ruhunu.
Zaten hedeflenen de olimpiyat ruhuna sahip, spor seven, spor yapan bir nesil değil mi?
Hedefler başka! Daha kişisel, daha parasal!
Sonuç, hayalleri bırakıp önümüze bakmak.
Biz, siz bugüne kadar olduğu gibi kendi çabalarımızla yapacağız ne yapabilirsek.
Lütfen pes etmeyin, ve ettirmeyin.
Bu ülke insanlarının farklı sporları tanımaları, imkanlar peşinde koşup, sporun, takım ruhunun ne kadar önemli olduğunu anlamaları lazım.
Yoksa sporu sadece futbol ve TV’deki korkunç (sohbet demek bile istemiyorum) konuşmaları dinlemek zannetmeye devam edecekler. Bu ülkede etik nedir, ahlaklı olmak nedir bilmeyen milyonlar yetişmeye devam edecek.
Sevgilerimle.
Paylaş