“Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü kör oldum.”

Haberin Devamı

diye boşuna dememiş Cemal Süreya...

 

***

 

Hava soğuk.

 

Üşüyorum.

 

Uçakların inip kalktığı yerdeyim.

 

Ben de uçuyorum.

 

Babamla aynı seviyede, bulutların üstünde.

 

Bana sanki yarım ağız bir gülümseme gönderdi, uçak bile sarsılıp hıçkırıklara boğuldu sayesinde.

 

"Baba ben sana çok kızmıştım, kötü şeyler demiştim… Aslında öyle değildi" dedim. Bir sessizlik oldu havada, sonra "Tamam mı Babacım?" dedim, geç de olsa, kendi içimde.

Haberin Devamı

 

Gözlerimi kapadım, geçmişe gittim.

 

Taaa o güne gittim, gara.

 

Eskilere...

 

Ben trendeydim, babam dışarıda.

 

Tren uzaklaşmaya başlıyordu ki, babamın gözleri, içi mavi, çevresi kırmızı gözleri doldu.

 

"Hadi kızım sağlığını koru" dedi el sallayarak.

 

Gözlerim doldu.

 

Sessizlik oldu havada yine.

 

Bugüne geldim.

 

***

 

Hayatım hep gelip gitmelerle dolu. Yollar hep çok uzak ve hiç bir zaman beni ona götürmüyor, onu da bana getirmiyor. Ben hep yokum. Varken de nedense orada değil gibiyim. Hep mesafe var aramızda. Bir türlü kapanmaz o ara.

 

Haberin Devamı

Kapanmadı zaten, kaldı aramızda.

 

Ben küçükken hayvanat bahçesinde fotoğraflarımı çekip filleri, timsahları gösterirdi bana. Ben de sorardım:

 

"Timsahlar, ben yanlarında olsam beni parçalarlar mı baba?"

 

"Ben seni hiç timsahların yanına koydurur muyum, seni hiç timsahlara verir miyim Yonca?"

 

Yok!

 

Hayatta vermez.

 

Vermezdi asla.

 

Peki ya şimdi neden timsahlarla yalnız bu Yonca?

 

***

 

Arkadaşlarıma hatıra defterimi yazdırıyorum, ona da verdim. Yazdı, altına bir imza attı:

 

"BKB"

 

"Bu ne baba?" dedim.

 

Kahkahalarla "Baba Kıçı Boku” dedi o afacan okyanus mavisi gözler bana.

 

Dehşete kapıldım, herşeye kılım ya.

 

Ama babam, iki ara bir derede, hep aynı şeyi tekrarladı, ısrarla...

Haberin Devamı

 

"Biz annenle birbirimizi çok sevdik siz dünyaya geldiniz. Benim bir kızım, bir de oğlum var bu hayatta. Başka da bir şeyim yok. Sen babanı sevmezsin ama, ben seni çok severim Yonca."

 

Bana o zamanlar bunlar hep kel alaka geldi. İçimden “Sevmez miyim be baba? Hem de nasıl severim!” diye çok dedim ama... Yüksek sesle çıkıvermedi kelimeler, kaldı bağrımda.

 

Ah o ara!

 

O arayı bir kapatabilse o BENliğim, bir gelebilse yanına, bir sarılıp rahatça "Babam" diyebilse... Kıkırdak bir "Baba Kıçı Boku" olabilse, bir yense o isyan eden yüreğini, söyleyebilse sana aslında ne çok şey ifade ettiğini...

 

Ama bunların yerine bambaşka şeyler dedi o bana uzak benin ağzı olmayan dili.

Haberin Devamı

 

Sen beni benden habersiz anlattın sevdin. Ben de seni senden habersiz anlattım sevdim.

 

Bu nasıl işti, ne ben anladım ne de sen...

 

Ve hayatımız böyle geçti, gitti.

 

***

 

Bir çarşamba gecesiydi. İstanbul' dan aradım sesini duymak için. Nasıl da kızgın bana! Belçikalı misafirimiz Hans geldi Ankara' dan İstanbul' a. Öğrenci evimizde bizimle kalıyor ya, başladı babam dırdırlanmaya:

 

“Bunlar bana ters şeyler kızım!”

 

“Sana da herşey ters Baba!”

 

“Bir gelsen de seninle bir konuşsak Yonca...”

 

“Ne konuşcaz yine Baba?”

 

“Yoncacım yapma!”

 

Ama yaptı Yonca.

 

Kapattı o telefonu. Hem de ne kapatmak ama!

 

Haftalardır görmediği, yıllardır özlediği adamı bir kapatışta kapadı o telefonla.

Haberin Devamı

 

Meğer taa uzaklara uğurlarmış ne bilsin o sırada. O son telefonmuş aslında...

 

Onca yıldır kahkahasıyla, hayatla geçtiği dalgasıyla, aklıyla öylesine varmış ki babası Yonca' nın hayatında, işte o andan itibaren, birden bir o kadar da yok oluvermiş.

 

Ne karışan var, ne de görüşen o günden sonra.

 

Kız kızabilirsen şimdi, duvarlara!

 

“Hele bir gitse de, nefes alsam” derken, “Al sana gidiverdi işte! Çok istedin ya! Yap ne yapacaksan, rahatsın” denir olmuş birden.

 

Rahat batar şimdi de.

 

Hayattır sana rahatı batıran, sen o gidişi düşünmedikçe...

 

***

 

Meğer rahatsızlığım dediğim, huzurum ve güvencem-imiş.

 

Rahatım, timsahlarla çevrili bir ada-imiş.

 

Timsahlar, o varken bana korkup sataşamaz-imiş.

 

O yanımdayken, hayatımda görünmez sihirli kalkanlar var-imiş.

 

Babam ortaya “Kızım beni sevmez; ama kazaklarımı giyer, kazaklarımı benden çok sever” derken, kendince havayı yumuşatıp bana kucak açar-imiş...

 

Meğer herşey miş miş miş!

 

Varken elimde imkan ne kalkıp sarıldım, ne de “Yok babacım, ben de seni çok seviyorum” demedim.

 

Ben,

 

Ben var ya ben,

 

Ben itiraf ediyorum ben... Ben babamı kırdımdı ben!

 

Babam 52 yaşındaydı, onu kırdığımda ben.

 

***

 

Ben bütün bunları düşünürken,

 

Birden uçak yine sarsıldı, beni geçmişten şimdiye yanına aldı.

 

İndim o uçaktan.

 

Gittim yanına.

 

Artık çok geç olsa da...

 

***

 

Hava çok soğuktu.

 

Kirpiklerim dondu...

 

Kaşlarım dondu...

 

Suratımın her noktası babamın yanaklarında kaldı.

 

O soğuk odada, babamın yanında,

 

Yanımda onu hiç tanımayan ölüm kadar beyaz bir kadın ve bir adam dolabı açıp babamı soğuk sessizlikten, sessiz sıcağa çıkardılar yavaşça.

 

Benim yanıma...

 

Çenesini bağlamışlar.

 

Kimse bağlayamazdı babamın çenesini! Hep konuşur babam, susmaz asla.

 

Kimse yatıramazdı babamı; yatmış oysa.

 

...

 

O hiç uyumayan, uyutulamayan, Hacıyatmazım, Keltoşum, Babam; gözleri kapalı, genç, kuvvetli, mutlu ama yalnız orada...

 

Benim Babam hem sustu, hem de uyudu

 

1994 10 Aralık' ta.

 

Yonca

“Anısına”

“Sizin hiç babanız öldü mü

 

“Sizin hiç babanız öldü mü

Dinlemek için tıklayın...

 

Bu hikaye Yonca Tokbaş tarafından kardeşi Erşan Fuat Köseoğlu ile birlikte, Radyo Ben dinleyicileri için seslendirilmiştir.

Yazarın Tüm Yazıları