Paylaş
Özgecan için matemdeyiz. İsyan ettik.
Belki de canımızı bu kadar çok ve bu kadar sık yakan bu ortak belada, ilk defa bu boyutta birlik olduk.
Ve gün oldu bugün.
Dün bitti yani.
Peki şimdi ne olacak? Bugün ne yapacağız?
***
Birkaç şeye parmak basmak istiyorum.
Tecavüzcü her zaman hasta ve psikopat tanımına uygun olmayabilir.
Kimi zaman kocandır, kardeşindir, arkadaşındır, dedendir.
Hatta kendisi çok eğitimli, parası pulu yerinde olan, sağlam karakterli, güvenilir diye tanımladığın biri de olabilir.
Bir tek sen bilirsin onun ne “mal” olduğunu. Bir tek sen bilirsin onun neler yapabilecek bir “yaratık” olduğunu. Ya da bilemezsin. Başına gelir de anlarsın.
Tecavüzcü dediğin, şiddet seven dediğin, her zaman sana eliyle veya penisiyle de acı vermez. Kimi zaman diliyle, bakışıyla, sözüyle, duruşuyla da tecavüz eder, öldürür, diri diri gömer seni.
Birisi sevdiği adamın kendisini “seni terk ederim” tehdidiyle anal sekse zorladığını anlatıyor. Yıllarca tutmuş bu travmayı içinde.
Şimdi bu kadın tecavüze uğramadı mı yani? Şiddet görmüş olmadı mı?
Bu adamın bu tehditi savurması, kadını istemediği sekse zorlaması şiddet sayılmıyor mu?
Sevdiğin adamın, kocanın mesela, seninle sen “hayır” desen de seninle zorla ilişkiye girmesi tecavüz değil mi?
Yabancılar buna “date rape” diyor.
Biz, kocandır yapar diyoruz.
Şiddet kavramının tanımı nerede başlıyor onu sormak istiyorum ben?
Bir başka olayda kızın dedesi yıllarca kıza tecavüz ediyor. “Kimse bana inanmaz” diyerek kız susuyor. Dedesi öyle saygın bir insan ki!
Kime ne desin? Nasıl inandırsın? “Sen çocuksun” diyecekler, “uyduruyorsun” diyecekler.
Çocuk bilmediği seksin yalanını nasıl uydurur ki?
Onu bırak, biz bu ülkede “annem babam bana inanmaz” diye düşünen, en biriciğine güvenemeyen çocuklar yetiştiriyoruz düşünsenize!
Ne zaman ki kızın ailesindeki bir başka kadına evlendikten sonra vajinismus teşhisi konuluyor, o kızla ikisi dertleşirken ortaya çıkıyor ki ikisi de o dedenin mağduru. Ondan sonrası çorap söküğü; ailedeki bütün çocukların aslında dedenin yatağından geçmiş olduğu gerçeği çıkıyor ortaya.
Ne dersin buna şimdi?
***
Şimdi size soruyorum; dedesinden, ailesinden bu şekilde “ilgi-alaka” görerek yetişmiş çocuklar diyarında tecavüzü, şiddeti “rızası vardır, karşı koyabilirdi, adamı azdırmış hak etti” diyerek hafifleten yargı, acaba çocukken nasıl bir ortamda büyüdü, nasıl bir sevgi gördü?
Çığlık atan çocuğu susturarak büyütüyoruz biz bu toplumda!
Neşeden çığlık atabilen bir çocuğun sesine tahammül edemiyoruz.
Mutluluk çığlığı atmasına izin verilmeyen o çocuk, canı yanarken nasıl çığlık atsın, söylesenize bana!
Beren Saat’in Instagram’da yazdıkları...
Hay alnından öpeyim ben o kadının.
Fatmagül’ün Suçu Ne dizisini deliler gibi hayranlıkla izlediğim, sosyolojik içeriğine övgüler yazdığım, yetmeyip 7 kere izlediğim için benle dalga geçildi. Bu toplumun en kara en yalın gerçeğidir o hikaye.
Tecavüzcü oğluna sahip çıkıp da kadını gömmeye hazır olanların diyarı bu topraklar.
O dizi yayındayken tecavüze uğrayan kadın oyunları çıktı piyasaya. Ona tepki için kimin siyah giyesi, kimin protesto edesi geldi sorarım mesela?
Beren Saat ne diyor?
Lise arkadaşından, mahalledeki abilerden, iş arkadaşlarından, arkadaşlarından, iş yerindeki kelli felli düzgün aile çocuklarına kadar gördüğü, uğradığı tacizden bahsediyor.
Rezilliğe bak, “çok şükür tecavüze uğrayıp öldürülmediğim için şanslıyım yani” diyor.
Şansımız öldürülmemiş olmak öyle mi?
İsterdim ki, Beren, tek tek tek versin o aşağılıkların isimlerini de.
Onlar da çıksınlar adaletin önüne.
Çıksınlar özür dilesinler varsa cesaretleri...
Yani tepeden tırnağa, en yukarıdan en aşağıya cinsellikle şiddet ve sevgisizlik hakim.
Benim de başıma geldi. Senin de.
Bu ülkede tacize, tecavüzün herhangi bir türüne, şiddetin her türlüsüne uğramamış CAN var mı diye düşünüyorum.
Korkarım cevabı çok kötü bu sorunun.
İstatistikler çıkartmış bir arkadaşım dün facebook’ta paylaştı.
Rakamlar çarpık. Rakamlar bir iniyor bir çıkıyor. Güvenesin gelmiyor hiçbirine.
Anana güvenemezken, babana sığınamazken istatistiğe nasıl güveneceksin a be dostum bu ülkede!
Zaten o rakamlar sadece yargıya veya kayıtlara intikal etmiş olanlar.
Peki ya şu anda ben bu yazıyı yazarken, siz de okurken yakınlarımızda bir yerde tecavüze uğramaktan bitap, tacizden katil olmaya hazır, şiddetten cinnet geçirip ölmeye hazır olan onlar ne olacak?
Onlar istatistiklere henüz dahil değiller.
Ben de değilim, Beren Saat de!
Peki ya şiddete maruz kalıp en sevdikleri tarafından bir de “suçlu” bulunarak beter edilenler ne olacak?
Annesi tarafından dedesi savunulan o çocuk ne olacak?
Annesinin ona inanmayacağını sanan o evlat nasıl korunacak?
Hayata nasıl başlamış da nasıl devam edecek?
Babasına söylese bir tekme de ondan yiyeceğini bilen, kapıya konulup tecavüzcüsü ile evlendirilmeye zorlanan o yavru kime emanet edilecek?
Çocukla evlenmek caizdir diyen hoca ne olacak?
Arılar hakkında dahi verecek fetvası olan Diyanet’in cinsel taciz konusundaki fetvasızlığı ne olacak?
***
Biz dün siyahlarımızı giydik. Yas tuttuk. Matemdeyiz dedik.
Peki bugün şu anda ne giyiyoruz, ne tutuyoruz, ne diyoruz, ne yapıyoruz?
Ben işte en çok bu kısmını merak ediyorum.
Balık hafızalı ülkem insanının yıllar yıllar evvel 18 aylık bir bebeğe yüzlerce kez tecavüz edilmesi üzerine cinnet geçirdiği günleri unutmuyorum.
O haber de günlerce manşet olmuştu.
Muş-tu!
“N.Ç olayı”
Artık bir “olay” ismi olarak arşivlerimizde referans noktası olarak yaşıyor.
Öyle mi değil mi?
Münevver peki?
Türkiye’nin, kimi zaman şehvetine kapılarak bir polisiye dizi izler gibi yaşadığı bir romandı sanki!
Bu coğrafya, bakın sadece Türkiye diyemiyorum, şiddet ve tecavüzün, ucuz roman olduğu bir coğrafya.
Sevgi yok bu coğrafyada.
Kin nefret öfke var.
Olay olduktan sonra cinnet halinde şiddete şiddetle cevap vermek için yanıp tutuşma şehveti var.
***
Yıllardır yazıyorum ben de bu konuda. Çocukların eğitimi, gençler, engelliler, doğa vesaire için birçok konuda aktivistim.
AKTİVİSTİM bakın.
Alnım açık da öyle yazıyorum çok şükür.
Ne görüyorum biliyor musunuz?
İnsanların acımasızlığını. Umursamazlığını. Pasif çığırtkanlığını.
Artık içim almıyor kuru kuru isyan eden insanları.
Kuru kuru delleniyor yine diyorum.
Çocuklar için çok üzülür; ama gel bak bu çocuğa yardımcı olabilirsin dersin, yüzü düşer. Eli yüzü biraz daha düzgün, burnu sümüksüz bir çocuğa el atmak ister.
Burun kıvırır. Çocuğun anasını beğenmez, ailesini tatsız bulur.
Biz çocuk seviyoruz derken de ayrımcıyızdır.
Gençler dersin… Boş bulur, gereksiz görür gençler için bir şey yapmayı. Anası babası yapsın, devlet yapsın der.
Engelli dersin, “ay içim almıyor, çok üzülüyorum ben” der, geçer gider.
Doğa dersin, acıyacak acındırılacak demagoji yapılacak bir konu olmadığından, “o kadar kendini yormasan da olur” diye bakar sana.
Birisi vahşete kurban gidecek ve 3 gün fenalık geçirecek, sonra mı? E sonrası başkasının işi.
Yazar yazsın, polis tutuklasın, adalet cezasını kessin.
İyi de olay oraya gelmeden iş aslında düşüyor başa, ama yok kendini yorası yok o kısmında işte.
Uçlardayızdır.
Galeyana gelir, sonra unuturuz.
Duygu sömürüsü üzerinden prim yapar bazı yazarlar.
Ağlatarak satarız işi, filmi, hikayeyi.
Edebiyatımız bunun üzerine kuruludur. Sonuç odaklı olalım dersin, sesini kısarlar. Sıkıcısındır. Vur kaç değildir bahsettiğin şey. Zordur. Emek ister. Uzun vadelidir. Yatırım gerektirir.
Gönül ister.
Çok şıktır yoksa giydiğimiz siyahlar. Matemimiz de icabında gösterişlidir.
Ama bizim matemimizi göremeyecek halde kadınlar vardır orada bir yerde. Ne okuması vardır, ne yazması. Ne sesi vardır duyuracak, ne sosyal medyası, ne telefonu.
OIsa kaç yazar. Kitlemiş odaya gitmiş birileri. Ölümü bekliyor, bitsin çilesi diye.
Oysa yaşamak, eğitim almak, nefes almak HAK ve ÖZGÜRLÜK olduğu için uğrunda bir şey yapmamız gerekir.
Kimse ölmeden, öldürülmeden, tacize tecavüze uğramadan ne yapacağımızı düşünmemiz gerekir, ve bu yüz yıllardır gerekir. Çünkü 3 günde çözülecek hikaye değildir. De işte gelecek için çok sabırla, azimle hemen dünden çalışmaya başlamış olmak da gerekir.
CANa olan oluyor, biz idam ve işkence istiyoruz.
İsyan ediyoruz.
Olan olduktan sonra!
Ben, bir adım sonrasını ve bir adım öncesini düşünüyorum. O kısımlarında aktivist olalım istiyorum.
Dün giydiğim siyahı bugün çıkarıp hayatıma devam ederken, bir sonraki sefer yine siyah giyip çıkaracak olduğum günü beklemek istemiyorum.
Sosyal Medya’da isyankar görünüp arkamı dönüp “tamam en azından millete karşı görevimi yaptım, şimdi işime bakayım” cı zihniyetten bıkkınım.
Dayanamıyorum.
Instagram’da siyah giyme olayının ucunu neye bağlayacağız diye merak ettiğimi, ve düşünceli olduğumu, bu kadarının beni kesmediğini yazdım.
Kimi takipçi kızdı. Kızılmasına da razıyım, yeter ki düşünelim.
Kızdığımız ben olayım. Bana kafa tutalım, bana geçirelim.
Ben siyah giymeyelim demiyorum, ben siyahı giyelim ve BİR DE bu konuda öyle bir adım atalım ki, bir daha o siyahı giymek zorunda kalmayalım istiyorum.
Tecavüzün, tacizin, şiddetin olmadığı bir coğrafya için adımlarımızı ciddi kararlı uzun vadeli atalım istiyorum.
Bakın,
Bu ülkede kız çocukları değil, erkek çocuklar da, hayvanlar da mağdur.
CAN mağdur.
Bu bir.
İkincisi bu ülkede mağdur olan çocuğun yanında durmayı bilmeyen aileler dolu. O çocuğa inanmayan, suçlu bulan zihniyet dolu.
Yetmez, bu zihniyete yataklık eden bir yargı, adalet sistemi, töre, gelenek, berdel artık adı neyse var da var.
Adet tecavüzü, şiddeti olağan kılmak olmuş.
Kemikleşmiş bir “kılığına, yaşam tarzına göre hak etti” algısı var.
Eşeklerin kılık kıyafet tarzı mı var da eşeklerle cinsel ilişkiye giren adam var?
Basında da bir acayiplik var. Hatta çok acayip bir basın var.
Kadınları en çok biz kollarız, onlara biz sahip çıkarız diyen gazete bile her gün kadın cinselliği üzerinden yayın yapıyor.
Kendi gazeteme de kızdığım çok oluyor.
Her baktığın yer kadın bedeni üzerinden politika dolup taşıyor. Ya giydiğim, ya giymediğim, ya selülitim, ya yanlışlıkla açık kalan fermuarımız olay!
Kadınlar da kadınlara sahip çıkmıyor.
Kardeşim seversin sevmezsin o kadını. Söz konusu olan böylesi önemli değerlerken, o kadın her kim olursa olsun kanının son damlasına kadar yanında olursun.
Ve ben bunu söylerken, mağdur olan türbanlı bir kadınsa burun kıvıracak başı açık kadınlar olduğu gibi, başı açık olduğu için umursanmayı hak etmediğini düşünen türbanlı kadınlar da var.
Anne var kızını oğlu dövse, oğluna oh iyi yaptın diyen.
E şimdi, kadınlar bile birbirleri hakkında bu kriterlere göre ayrımcılık yaparken,
Çocuk konusunda “burnu sümüklü, Doğulu, kimin çocuğu belli değil” vesaire diye ayrımcılık yapılabilirken,
Özgecancağızımızın katili ve tecavüzcüsü o adamın masum çocuğunun fotoğrafı bile çarşaf çarşaf yayınlanıp o çocuğun suçsuzluğu göz önünde bulundurulmaz ve ekstradan damgalanırken,
Koca bir toplum idam ve işkence için şiddet için dönemsel çığırtkanlık yaparken,
Ve ve ve ve...
Sorunun özü, kökü doğan bebekle onu yetiştiren ailede başlarken,
Biz dün siyah giydik, bugün çıkardık da ne oldu diye sorarım işte ben.
Bana dünden sonraki bugün ve hatta yarın ve gelecek sene bugün ne yapmak istediğini, nerede olmak istediğini söylesene esas sen.
Ben illa onu yap bunu yap şunu yap diyemem sana.
Senin koşullarını, imkanlarını, ortamını, ne yapıp ne yapamayacağını bilmiyorum. Sana ahkam kesemem. Sana emir veremem. Seni bir şey yapmaya zorlayamam.
Meydanlarda kadına şiddete karşıyım diyen kadına dayak atıyorlar baksana!
Burası, kadını kollamayı kadının kolunu kırmak olarak anlayan vahşilerin cenneti.
Senin adına o adımı ben atamam. Ama...
Aklımdan şunlar geçiyor, şu fikirleri verebilirim sana;
1- Eğitimin hangi konuda? Hemşire misin? Doktor mu? Akademisyen mi?
Yakın çevrende yardımcı olabilecek olduğun, gönüllü zihniyetle fayda sağlayabilecek olduğun bir kişi vardır en azından diye düşünüyorum. O kişiye yardımcı ol. Hijyen anlat. Korunmayı anlat. Okumayı öğret. Becerin neyse o konuda destek ver. Acil durumda arayabilecek olduğu yerleri öğret. Sen de bir durum olduğunda ne yapman gerektiğine dair bilgili ol. Bunları sor ve öğren. Öğrendiklerini paylaş. Koşulsuz ve ayrımcılık yapmadan yap bunu. Beklentisizce... Gönülden.
2- Öğretmen misin? Emekli misin? Bankacı mısın? Memur musun? Ev kadını mısın?
Türkiye’de her konuda çalışan, emek ve gönül veren yüzlerce kurum, kuruluş SİVİL TOPLUM KURULUŞU var. Kimisi çocuklar için, kimisi engelliler için, kimisi kadınlar için, kimisi doğa için emek veriyor. Gönüllülere ihtiyaçları var. Onlara başvurup çalışıp iyileştirmek istediğin konuda aktif çalışabilirsin. Bunun için para vermen gerekmiyor. İlla bağış yapman da gerekmiyor. Zaman ayırman ve gönül vermen gerekiyor.
Gönül bedava! Zaman mı sorun? İnan bana o zamanı yaratırsın icabında, ve canın bu kadar yanıyorsa o konuda. Zamanı bahane eden gönülsüzlüğün olmasın. Sorgula bunu da. Açık ol en azından kendine karşı kendi başına kaldığında.
3- Paran var, iş sahibisin, sorumluluk sahibisin, insansın ama ne yapacağını bilemiyorsun? Sivil Toplum Kuruluşları ile çalış. Bağış yap; kurumsal veya bireysel fark etmez. Miktar da fark etmez. Şirket çalışanlarını yönlendir, bilinçlendir. Onlara bu konuda farkındalık için seminerler verilmesine ön ayak ol. AÇEV gelsin sana kendini anlatsın. Kadın ve Çocuk eğitimi için ne yapılabilir öğren. Hatta kadına ve çocuğa şiddet konularında nasıl bilinçlendirme çalışmaları yapıyorlar öğren, anlat, anlattır. Bilginin yayılması için çalış. Bir kişi bilse bunları kardır.
Koruncuk çocuklarını sahiplen.
Ağaç diktir.
TOG Gençlerinin sosyal sorumluluk konularında çalışabilmeleri için kaynak ve ortam sağla.
Bilim Kahramanları’na destek ver.
Sana hiç koymayacak bir rakama ne kadar çok kadın ve çocuk için bir şey yapabileceğini duy ve şaşır. Gözünü korkutmasın önyargılar ve duydukların. Aç konuş birinci elden öğren. Neler yapabileceğini sor.
Bil bunları. Bilmek bile sana iyi gelir. Aynı şekilde, Kadın ve Kadına şiddete farkındalık adına çalışan STK’lar ile işbirliğine gir. Ellerinden tut. Seslerine mikrofon ol.
Harekete geç.
Sevgili Okur,
Yıllarca pasif çığırtkan yaşadım, insana bindirdiği vicdani yükü bilirim. Bir şey yapasın vardır ama tek yapabildiğin bağırmak çağırmaktır. Huzur vermez o insana. Yıllarca yazarak dellendim, konuşarak dellendim, arkadaş sohbetlerinde astım kestim, yıllarca söylemimle nefis çığlıklar atıp gaza geldim, gaz verdim.
Ama işte ucunda bir şey var mıydı derseniz, yok. Yoktu.
Yonca nefis konuşuyor, nefis deşarj oluyor, süper rahatlama sağlıyordu.
İsyan mı? Hemen edeyim. Laf sokulacaksa en önce ben sokayım. En asi, en cüretkar edayla özgürlük mü savunulacak en önde ben olayım. Fikir mi, hep var.
Cesaret mi? Allah’ına kadar.
De sonunda somut olarak ne yaptım, ne geçti elime, kime ne fayda sağladım diye baktığımda inanın hep 3 günlük şak şaktan başka bir şey olmadığını gördüm. Kendimi, egomu tatmin ettim.
Beni çok seven daha çok sevdi, gıcık olan iyice gıcık oldu.
Bana yaradı yani nefis isyanlarım. Beni yükseltti.
Ha şimdi, bunları yazarken rahat yazıyorum evet. Çünkü oturduğum yerden yazarak, siyah giyip çıkararak sonuçsuz iş yapmayı kestim. Bir sonraki adıma geçtim.
Ben YONCA kişisi, elimden gelen neyse onu aktif olarak yapıyorum.
Bağış mı yapabiliyorum o an, onu yapıyorum. Bağış yapacak birilerini mi biliyorum, onu harekete geçirmek için çabalıyorum.
Gönüllü mü olmam gerek bir yerde, oluyorum. Bilgimi, yetimi, kabiliyetimi bir konuda farkındalık yaratmak, o konuda insanları harekete geçirmek için mi kullanabiliyorum, hemen yapıyorum.
Rakamsal veya ruhsal, manen veya madden gönülden bir şeyler yapıyorum.
Dahası, ben Yonca ne işe yararım ve sonucu nereye yarar onu buldum, biliyorum o konuda da durmuyor emek veriyorum.
Ne işe yararım diye bulmak için çok uğraştım. Kolay değil o kısmı, biliyorum. Kendimi sorguladım. Kimler neler yapıyor izledim. Sormaktan, utanmaktan, başarısız olmaktan çekinmedim.
Rezil olmaktan da, taşlanmaktan da ürkmüyorum. 1 kişi veya 1 lira diye bakıyorum.
1 kişiyi kurtarabilirsem iyi bir başlangıçtır diyorum. Hedefler uzun vadeli ve küçük boyutlarda diye küçümsemiyorum hiçbir çabayı. Damlaya damlaya göl oluyor evet.
Yapamadığım şeyler için de, yapıyormuş gibi takılmıyorum.
Yapamadıklarım için utançla, boynumu eğip özür de diliyorum.
Kendimi kandırmaktan vazgeçtim.
Gerçeklerimle yüzleştim.
Ha şimdi son bir şey daha demek istiyorum.
Kadına şiddet konusunun da, bu güne kadar en büyük en önemli değerlerimiz gibi politik oyunlarla ayağa düşmesini görmek istemiyorum.
Nitekim Gezi’den de nemalanmak, prim yapmak da “moda” oldu, onu da gördük değil mi?
Kadına şiddeti bayağılaştırıp “hak etti” gibi söylemlerle olağan kılarak nemalanan yandaş mantığı da var nitekim.
Ha işte bu konu öyle bir konu değil.
Buna izin vermeyelim.
Bu konu orada burada atarlanarak prim yapmakla övünüp nemalanacağımız veya ayağa düşüreceğimiz bir konu değil.
Bir kadının tecavüz ve cinayete kurban gitmesi üzerinden yapılan her türlü politika, kadına sözle de tecavüz edilebildiğinin meşrulaşmış örneğidir.
Bunun da altını çizelim.
Yonca
“siyah beyaz”
Paylaş