Paylaş
Daha çocukken, tenisle başladı.
Tenisten soğumamın nedeni birini yeneceksin ya da biri seni yenecek ve o zaman başarı sayılacak denmesiydi. Ayol ne güzel vuruyorduk işte şurada topa!
Sonra okul ve dersler geldi. Birileri mutlaka senden başarılı. Sen de birilerinden başka bir konuda başarılısın. Ama yok kardeşim. Koymuş birileri kriterleri illa ya başarılısın ya başarısız.
Okul bitiyor, yıllar geçiyor
o da ne?
En başarılı tip hayata küsmüş; sınıfın en tembeli veya yaramazı diye yıllarca öğretmen, arkadaş, aile, mahalle, toplum baskısına maruz kalmış tip başarılı olmuş ve hatta mutlu.
Trajikomik olan şu; aynı 7 mahalle bu sefer de “ulan bu da adam oldu ya, pes!” gibisinden kinayeli takdir halinde.
Yani ne yapsan yaranamadığın bi hayat kurgusu.
Öğretmen benim için “hayal gücü güçlü” dediğinde, “eyvah yoksa derste hayallere mi dalıyor” endişesi olmuştu.
O geçti;
Neden bütün arkadaşlarım gibi uluslararası ilişkiler veya işletme okumak istemedim diye “ETRAF” dertlendi.
Sorguya çekildim.
“Canım istemiyor” benim için çok harbi bir cevaptı, etraf
küstahça buldu.
İnanın gayet çok uluslu bir yapım ve çevrem var ve hepsiyle de ilişkilerim iyi.
Kocaman kurumsallarda işletme okumamış olsam da yıllarca çalıştım, her işi öğrendim.
Başarılı oldum.
Koca şirketi işletirsin aldığın eğitimle; ama aynı eğitimle evini, özel hayatını aynı başarıda işletip yönetebilir misin emin değilim mesela.
Tüm çevremle bu konularda sürekli tartışıyorum. Genelde her söylenen şeye “karşı” olan benim. “Sakın bunu bizim çocuklar duymasın” denen aykırı anne kişisi de benim.
Çocuklarım kendi rızalarıyla bana o teklifle gelse, bir dakika tereddüt etmem hemen okuldan alır kendilerini ve becerilerini keşfetmeleri için onları özgür bırakırım.
Kızıma teklif de ettim.
Profesyonel olarak dans ediyor.
Bunca saat dans yanında okul onu ekstra yoran, yıpratan insanüstü bir mesai.
İleride bir gün okula dönmek istese zaten imkanı olacak biliyorum.
Bir şeyi öğrenesin geldi mi, merak edip istedin mi, zincirle bağlasalar tutamazsın zaten.
Öğrenmenin harbi yaşı başı zamanı engeli yok.
Kızım istemedi. Arkadaşlarını özleyeceğini, bu şekilde devam etmek istediğini söyledi, saygı duydum.
Kimse çocuklarına güvenmiyor. Fikrini sormuyor.
Güven yok, güven.
Bence en güvenilecek yapı çocuk. İçinden geleni filtresiz, samimi söyleyen bir varlık.
Fikrini sorsan söyler hemen.
Ne isterse bir desin. Bırak bir desin rahatça. Sonunda ölüm yok.
Ben çocukken Erol Evgin’le evlenecektim. Olmadı.
Kızım 10 yıl önce dansa başladığında, sakın gönderme diyenler oldu.
Yahu sen kimsin de benim çocuğum hakkında bana endişe veriyorsun? Ayol çocuk belki 1 sene sonra bırakacak. Belki de önemli bir yere gelecek. Sana ne? Bana ne? Hayat onun!
Çocuğun sıkılma, bırakma, karar değiştirme hakkı da yok.
Sanki anası babası kendi doğduğu gün ne yapacağını bulmuş da; çocuğundan aynı hızı bekliyor.
“Sen sevdiğin şeyi bulana kadar kaç kere fikir değiştirdin?” Cevap: “ohoooo, dolu.”
E tamam. Bak çocuk da arıyor, bulacak işte.
Bu kargaşada çocuğun ne sevdiğini anlaması da imkansız. Zaten hemen tepesine başarı baskısı binecek, keyif için yapması engellenecek.
Yok takdir aldı, alamadı.
El kadar bebe yahu ne takdiri! Sor bakalım o sana verecek mi takdir?
Arkadaşlar geçtiğimiz perşembe Dr. Özgür Bolat, hurriyet.com.tr’de “Takdir ve Teşekkür Belgesi vermek saçma mı?” diye olağanüstü nefis bir yazı yazdı. Bana bunları yazdıran o yazıdır. Okuyun. Okutun.
Altına imzamı atarım. Demek isteyebileceğim her şeyi demiş.
Spora dair de düşündüğüm bir şeye azıcık değinmiş.
Dünyanın en doğal en az riskli hareketi olan koşmanın bile cılkı çıkarıldı bu ortamda. Bu da çok ayrı, çok derin ve günlerce tartışıp yazabileceğim bir konu.
Ama sonra.
Çocuklara güvenmek, inanmak için belge melge beklemeyin.
İnanın, güvenin.
Nokta.
Yonca “alaylıcan”
Paylaş