Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Müslüman Hintli Katolik Filipinli

9,5 yıldır çok uluslu bir şirkette, çok çeşitli milletten, dinden, dilden, ırktan insanın olduğu bir ortamda çalışıyorum. İnsan böyle bir ortamda çalışınca, ister istemez, bambaşka bir insana dönüşüyor. Gelişiyor da diyebiliriz.

Haberin Devamı

İnsan, eskiden o çok önemsediği bazı “kriterlerin” milletler, dinler, ırklar, ve kültürler arası farklılıklara göre kimisi için anlamsız, kimisi için terbiyesiz, kimisi içinse dalga geçilesi şeyler olduğunu görünce hele, hoşgörüsü boyut değiştiriyor. Gönlü genişliyor. Hepimizin beden dili farklı. Yaptığım bir hareket başkasına hakaret gibi dururken, öbürü kahkahalar atabiliyor. Mesela ilk zamanlar Hintli arkadaşların tüm ayak tırnaklarının 5 santim uzun olmasına ve hep çok acayip renk ojeler sürüp ofise cam topuklu parmak arası terliklerle şıkır şıkır gelmelerine, kaşlarının arasına yapıştırdıkları “bindi” denen şeyleri evde bırakmadıklarına; ofise biz Türklerin o kıyafetle onları işe “asla” almayacağı şekilde giyinip gelmelerine hayret ederdim. Öte yandan hayret ettiğim bir başka şey de, kimsenin bu durumda bir anormallik görmemesi, hatta bu konuyu fark etmemesi ve bunu mevzu bahis etmemesi olurdu. Oysa bizde bunlar büyük dedikodu, küçümseme, beğenmeme, görüşmeme haline kadar gidebilen şeylerdi. Bir bendim koca ofiste bunları gören. Bir bendim bunlara hayret eden. Bir bendim her sabah işe “gri-siyah takım elbiseyle” gelen ve bunun böyle olması gerektiğini düşünen. Bir bendim bunları bir şey sandığım için esas yadırganması gereken. Ama beni de kimse yadırgamadı. Nasılsam öyle oldum. Kimse beni takım elbiseli iş kadını görüntüm için işe almadı. Hintli arkadaşlarımın çoğu geleneksel kıyafetleriyle işe geliyorlar. Pakistanlı ve Hintliler iyi anlaşıyor. Almanlar ve Fransızlar da herkesle gayet iyi arkadaş. Mısırlılarla Lübnanlılar hep inceden bir çekişme ve rekabet içinde. Bangladeşli çok alem, sabahları mutlaka soğanlı bir şey yer. Bir kere burnuma mandal taktım, o günden beri mutfağa gidiyor, sağolsun. Ganalı mühendisimize tapıyoruz. Eritreli de var, Kanadalı da. Bir Türk benim. Hiçkimseyle tek bir sorunum yok.

Müslüman Hintli iki genç kadın arkadaşımın ikisini de aileleri, kendi geleneklerine göre, görücü usulü evlendirdi. Bir tanesi kocasını daha önce hiç görmeden evlendi. Bir tanesi azıcık tanıma şansı elde etti. Kızlar bu durumdan hiç memnun olmadılar. Çok üzüldüm. Çok zor günler geçirdiler. Katolik Filipinli bir başka arkadaşım Hintli Hindu bir adamla evlenmeye kalkınca iki aile birbirine girdi. Çok üzüntü yaşadılar. Aileler onları reddetti. Ama evlendiler. Bir bebekleri olacak. Çok mutlular ama çok üzgünler. Aileleri hala onlarla konuşmuyor. Moral veriyoruz. Müslüman Hintli ve kocasını görmeden evlenen kızlardan biri, kocasından eziyet görüyormuş. Boşanmak istiyor. Başta anne babası boşanma ardından kendinden yaşça çok büyük, yaşlı bir adamla evlendirilmeye hazır olması şartıyla kabul ediyordu. “Vazgeçme!” dedik, “İşin var, ayaklarının üzerinde durabilirsin” dedik. Ailesi de yumuşamaya başladı. Bugün ruj sürüp işe gelmiş. Mutlu olduk. Dubai’nin yerlisi kadın arkadaşım ise işe başladığından beri 5 çocuk doğurdu, 6. ya hamile. Kocası hiç çalışmıyor. Kadın sürekli Türk dizilerini seyredip bir gün kocasının ona Behlül gibi davranmasının hayalini kuruyor. Pakistanlı ve çok iyi bir mühendis olan iş arkadaşımın karısı üniversiteyi birincilikle bitirmiş bir kadın. Ama bizimki karısının çalışmasına asla izin vermemiş ve bunu övünerek anlatır. Arada bir toplandığımızda, karısına “Nasılsın?” derim, karısının yerine bizimki atlar cevap verir: “Evde çocukla meşgul işte. Çok mutlu. Çocuğun büyüdüğünü göremeyecekti yoksa. İyi ki çalışmıyor.” der. Ama mesela benim çalışmama saygısı var. Tipik çifte standart. Anlaşamayız çok, ama uzatmayız konuyu. Alman’ın ağzı bazen beş karış açık kalıyor olanlar karşısında, İngiliz şoka filan giriyor arada. Fransız sürekli anlamak istiyor, bin tane soru soruyor. Yine de çok anlayamıyor. Malezyalı arkadaşımızın babası daha yeni vefat etti. Apar topar ülkesine gitti. 40 gün yas tuttular. Gelenekleri gereği tüm saçlarını kazıdı. Saçlarının çıkmasını bekliyor şimdi. Kızı ilk defa aşık olmuş. Azıcık bozulmuş. “Kıskanma sakin ol...” dedik. Geçen hafta Hindistan krikette dünya şampiyonu oldu, ofise kendi tatlılarından getirdiler, elle yedik afiyetle. Yalnız Ganalı bir yemek getirdi, acısından hastanelik olmadığımıza şükrettik. Diğer Hintli arkadaş hani kafasında sarığı ile dolaşan hintlilerden. Onlar asla tüylerini saçlarını kesmezler. Arada bunun esprisi oluyor, en çok o gülüyor. Mısır'da olaylar çıktığında, Mısırlı arkadaşımızın ailesi orada tatildeydi, çocuğu sakinleştirmek için ne yapacağımızı şaşırdık. Fransızın tepesi en çok Sarkozy’e atık. Her gün ona kızıyor. “Boşver!” diyoruz. Bizim hep atık. Fransız bu ortamda şaşkına döndü zaten. Bir başka arkadaşım Müslüman Lübnanlı ama kocası Hristiyan Lübnanlı. 3. çocukları oldu. Sorun yok. Herkes iyi. Aile hiç karışmamış onlara. Şanslı olduklarının farkındalar.

Anlayacağınız, dünyanın bir köşesinde, başka başka hayatları benzer şekilde yaşıyoruz. Kiminin sorunu çok. Kiminin hiç yok. Keşke bütün bu hayatları dünya genelinde de şirket bünyesindeki gibi; “kurallara uymazsan asayiş bozulur, birine yanlış davranırsan, saygısızlık yaparsan, itham da bulunup rahatsızlık verirsen işine son verilir” gibi kurallar koyarak barış içinde yaşatabildiğimiz gibi birarada yaşatabilsek. Keşke kıyafete, saça başa, tırnağa, ojeye, takım elbiseye etikete takılmadan birbirimizle geçinebilsek. Keşke tüm çifte standartlara bir son verebilsek. Keşke kadınlar üzerindeki şu baskıyı dünyanın her yerinden kaldırıp atabilsek...Tarihe gömebilsek.
Keşke... Keşke diyeceğimize, bir an önce birbirimizle arkadaş olabilsek. Sen, ben, o, şu, bu kavgasına acilen son versek...
Ne güzel olur değil mi?

Yonca
“ütopik”

Yazarın Tüm Yazıları