Paylaş
Babamın arkasından yıllarca, ama yıllarca her sene çeşit çeşit yeminler verdim, tövbeler ettim.
“Artık tamam, artık üzülmek yok, artık pişmanlık yok, artık düşünmek yok, artık yargılamak yok, artık kahrolmak yok” şeklinde.
Hiçbir yemin işe yaramadı.
Her babasını kaybedenle yeniden kaybettim babamı ben de.
Acıyı bildiğinden, sanıyorsun ki daha kolay atlatırsın.
Her seferinde hiç tanımadığım kayıplar bile çok etkiledi beni. Ne kadar can yaktığını, ne çok iç hesaplaşma yaşattığını bildiğimden belki de, herkesin acısını da benimki gibi yaşadım.
Arkadaşlarımdan, ailemden utandım kimi zaman, gelip giden duygularım yüzünden. Öyle fena ki bu da! Hep kendini kısman gerek.
Susman gerekiyor, içinden susmak gelmezken.
Kimine göre yeterince üzülmemiş oluyorsun, kimi senin üzüntünü abartı buluyor. Çok saçma. Acıyı da mutluluk gibi istediğimiz şekilde yaşama hakkımız var oysa.
Sonra utanmayı da bıraktım duygularımdan.
Birileri sürekli akıl veriyor, “büyü artık” diye, şımarık filan sanıyorlar seni.
Elinde değil büyüyememek. Şımarık da değilsin. Zaten bunların büyümek veya büyümemekle de alakası yok.
Bir dönem sevdiğini kaybeden hiçbir tanıdığımın yanına gidemez oldum. Böyle de bir hal yaşadım evet.
Hâlâ da biraz öyle.
Kaçıyorum.
Eskiden dışımdan konuşmak yerine, daha çok kafamdan kendimle konuşup, kağıtlarla dertleşirdim.
Bu da değişti zamanla.
İçimdekileri sadece kağıda değil, dışarıya da daha net ve direk olarak söylemeye başladım.
Babam da dümdüz bir adamdı.
Düşüncelerini aynen söylerdi. İnsanı zor durumda bırakabilecek kadar dili gönlü bir insandı. En çok kendini zor durumda bıraktı.
Çok hararetli bir ilişki yaşadım babamla. Kavgası çatışması bol.
O gidince onu ailecek çok daha iyi anladık. Hani öyledir ya...
Ben de kendime karşı daha dürüstüm babam konusunda. Yani ona kızdığım, kırıldığım konularda kesin ve netim. İnsan kaybedince onu, sonsuz haklılık mertebesine oturtup ilahlaştırabiliyor. O da bir garip. Oysa insanca hepimizin hataları oldu. Bitti.
Yıllar sonra, babamın beni ne kadar iyi tanıdığını, gittiği yerden bir şekilde beni görüyorsa, benden memnun olduğunu, gurur duyduğunu düşünebildim.
Bu noktaya, şu cümleyi kurmaya gelmek çok zor bir şey.
Hayatta olmayan babamın onayına ihtiyaç duyduğum yüz bin şey oldu bunca sene.
Hâlâ ihtiyaç duyuyorum onaylanmaya.
Gelsin başımı omzuna koyayım, “İyi gidiyorsun iyi...” desin. Soracak en fazla 3-5 sorum var, sorayım şak diye cevabını versin olay bitsin gitsin istiyorum.
Beni onayladığını bileyim.
Şimdilerde neleri onayladığını biliyorum gibi geliyor.
Gidişinden 22 yıl sonra!
Dahası bütün bunları bilerek öyle ya da böyle kendi kalbimin kararlarıyla ilerliyorum.
Neyse... Her an aşırı duygusal olabilirim, kesiyorum.
Aslında buraya bugün yazmak istediğim şey bambaşka.
Bu 22 yıllık “iç savaş” süresince, bana bir baba olarak, gerçekten her türlü en yakınıma bile ters gelen ama bence çok özgün fikrime, her gönlüme sinen şey için dağları delmeye karar verdiğimde en şahane en dolu dolu onayı veren kişi hep kayınpederim oldu. Prof. Dr. Ayhan Tokbaş.
Benim neşemi, benim kimine göre abartılı bana göre neyse o duygularımı, duygusal iniş çıkışlarımı, çocuk gibi oradan oraya koşturmalarımı yürekten onayladı.
Eğlendi benim o halimle. Anladı beni.
“Kızım sen böylesin. Senin sevginle bahçen bu kadar yeşil, sen olaylara böyle baktığın için hayallerin gerçek oluyor” derken gözlerimin içine baka baka dedi.
Siz onu bırakın daha dün telefonda konuşurken ben ona yine birtakım türlü çeşit kısa ve uzun vadeli hayallerimi nefes almadan anlatırken bana: “Kızım ben sana güveniyorum” dedi.
Pıt diye dedi... Kızım ben sana güveniyorum...
Kayınpederime Ayhan Amca diyorum onu ilk tanıdığım günden beri; ama o bana evlatlarına ne kadar baba olduysa en az o kadar babadır. Kendimi gelin gibi görmedim, elin kızı hissetmedim, gözümden yaş gelse yıkar ortamı bilirim.
Bir gün bile sıfatlara, hitabıma, insanların “aaa sana Ayhan Amca mı diyo hâlâ?” demelerine filan tınmadan, babadır bana.
Ve daha dün yine, babam bana; “kızım ben sana güveniyorum” dedi!
Ayhan Amcaaaaam!
Canımsın.
Teşekkür ederim!
Yonca
“gelin-cik”
Paylaş