Paylaş
Okula gelen çocukları içeri almak için çok ilginç bir sistemleri var, belki ondan.
Okulun dibine kadar gelen bir yol var anayola paralel. Siz o yoldan kıvrılıp okulun kapısına gelince, arabanızın kapısını açan, çocuğunuza inmesi için yardımcı olan şapkalı cici bir de görevli var.
Böylece çocuk arabadan kolayca inip, hop okula giriyor. Siz de arabadan indi bindi yapmadan, trafiği daha da fazla tıkamadan basıp gidebiliyorsunuz.
Uzaktan bakınca bu “dur bekle kalk git” olayı “Veliler Resmi Geçit’ te” gibi duruyor.
Hoş, bir çocuğun annesinden ayrılma sendromu tutunca, 100 metrelik kuyruk oluyor.
Bekle babam bekle.
Ama o kuyruktaki kimse, ya anne baba olduğu için, ya da gördüklerinin çok ilginç ve seyredilesi bir FİLM olduğunu düşündüğü için, hiçkimse korna çalmıyor!
Çıt çıkmıyor.
Böylece ne o anne, ne de o çocuk yaşadıkları stresi kornalar yüzünden beşe katlamadan, birbirlerinden bir şekilde ayrılıyorlar...
Ben de çoğu zaman beklemek zorunda kalıyorum.
Seyrediyorum, yol veriyorum, gülümsüyorum ve tabi ben de, asla korna çalmıyorum.
Çünkü biliyorum.
Hem o annenin, hem de o çocuğun ruh halini.
Ben de o yollardan geçtim, geçiyorum ve daha da çooook geçeceğim.
Biliyorum.
Dün sabah yine aynı noktadaydım işte. Başladım seyretmeye.
Okulun önünde araba durmuş, kapı açılmış, çocuk inmiş; ama görevli içeriye girmesi için çocuğu ikna edememiş, anne tabi bu durumda arabadan kendini atmış, içi erimiş gitmiş, yani kadın bitmişşşş...
Çıt yok.
Ben de onlara bakıp tam ağlamak üzereyken, bir anda kulaklarım hiçbir şey duymaz oldu! Gözlerim karardı, buğulandı.
Önümdeki sahnede ışıklar vardı, karardı...
O sahnede bir O çocuk ve bir O anne kaldı;
Birbirine sımsıkı sarılmış!
Çocuk ağlıyor. Anne ağlıyor.
Çıt yok.
Anne yavaşşşça çocuğu bedeninden uzaklaştırmaya çalışıyor. İncitmeden ayrılmak için itiyor.
Çıt yok.
Birden durdum.
Bu sahne TIPKIDOĞUM sahnesi dedim.
Şşşşşt!
Çıt yok.
Çocuk annesinin içinden, güvendiği sıcağından, çıkmak, kopmak, ayrılmak istediğinden emin değil. İstekli de değil. Neden olsun ki...
Ama Anne itiyor.
Çünkü artık çıkmak zamanı, hayata gelmek zamanı. Bunu çocuk değil, Anne biliyor. Hayat öyle buyuruyor; “Ayrılmak, bağımsız bir birey olmak zamanı gelmiştir” diyor.
Çocuk bir kafasını uzatıyor bir kaçıyor, korkaklık ediyor.
Anne ıkınıyor, sıkılıyor, canı çok acıyor; ama itiyor.
İkisi de kararsız, ürkek; ama yola devam ediliyor.
Ayrılsak mı? Yoksa bir arada, bir ömür boyu yapışık kalsak.
Mı?
O kordon hiç kesilmese keşke.
Mi?
Diye diye, gide gele gide gele...
Anne itiyor. Çocuk gitmiyor.
O anda, oracıkta hem anneye, hem de bebeğine yardım gerekiyor!
Doğumda nasıl ebe veya doktor yetişirse, okulun önünde de öğretmen yetişiyor acele.
Yavaşca annenin kollarından, öğretmenin kollarına ve bağrına, hastanede de doktorun veya ebenin kollarına geçiş yapılıyor.
Çıt yok yine.
Herkes seyrediyor.
Saygı duruşundayız demiştim size, devam ediyor.
Anne derin ve içli bir nefes alıp, bakıyor çocuğunun arkasından.
Acılı; ama doğru kararı vermiş olmanın terli hüzünü gözlerinde.
Çocuk da arkasına bakıyor şişmiş gözlerini zar zor açarak, burnunu çekerek... Hastanede ebenin, okulda ögretmeninin kollarında, ayakta durmak için hayatta, gidiyor okulunda derse, hastanede muayeneye...
Çıt yok yine.
Anne biniyor arabasına devam ediyor yoluna, aklı da gönlü de kalmış çocuğunda.
Çocuksa dönüveriyor önüne, buharlaşmış hatta sanki hiç orda olmamış gözyaşlarıyla, kafasını kaldırıyor dimdik, bir anda arkadaşlarını görüyor bahçede.
Başlıyor koşmaya, kahkahalarla kocaman bir gülümseme gözlerinin içinde.
Koca bir ömür gibi yaşanan, BİR dakikalık saygı duruşu sonrasında, resmi geçit devam ediyor kaldığı yerden okulun kapısında.
Şimdi sıra arkadaki anne ve çocukta.
Sahne yeniden aydınlanıyor, heryer kalabalık, hava günlük güneşlik bir anda...
Ortalık çocuk çığlığı, sevinç ve gözyaşı dolu, hepsi birarada.
Ben de dönüyorum önce solaaa, sonra sağaaaa.
Geliyorum iş yerimin otoparkına...
İniyorum arabamdan, yüzümde bir gülümseme.
İçimde tatlı bir hüzünle, buharlaşmış benim de gözyaşlarım gözlerimde.
Ne de olsa, yine “Okullu bir Anneyim!”
Ben de.
Yonca
“Sancılı”
Paylaş