Hüngür hüngür ağladım

Aşağıda okuyacak olduğunuz yazı eski bir yazım.

Haberin Devamı

11 Eylül 2007’de yazmışım.

Durduk yerde karşıma çıktı dün, kalakaldım. Yeniden paylaşmak geldi içimden. Çünkü şaşırdım.

Nedenini yazının ta en sonunda anlatacağım.

***
İş yerime giden sokağa dönmeden önce, tam o köşede, bir okul var. Okullar açılınca her sabah trafik cinneti oluyor o köşede.

Okula gelen çocukların içeri girişine dair ilginç bir sistemleri var, belki ondan.

Okulun kapısına gelen, anayola paralel bir servis yolu var.

Çocuğunu bırakmak isteyen, o yola giriyor. Okulun kapısında arabanızın kapısını açan, çocuğunuza inmesi için yardımcı olan şapkalı cici bir görevli var.

Çocuk arabadan kolayca inip hop okula giriyor. Siz de arabadan indi bindi yapmadan, trafiği daha da fazla tıkamadan basıp gidebiliyorsunuz.

Uzaktan bakınca bu “dur-bekle-kalk-git” olayı “Veliler Resmi Geçiti” gibi duruyor.

Hoş, bir çocuğun annesinden ayrılma sendromu tutunca, 100 metrelik kuyruk oluyor.

Bekle babam bekle.

Ama o kuyrukta bekleyen kimse, ya anne baba olduğu için, ya da gördüklerinin çok ilginç ve seyredilesi bir FİLM olduğunu düşündüğü için, hiç kimse korna çalmıyor!

Çıt çıkmıyor.

Ne o anne, ne de o çocuk, yaşadıkları stresi kornalar yüzünden beşe katlamadan, birbirlerinden bir şekilde ayrılıyorlar... Sabır hakim sokağa...

Ben de beklemek zorunda kalıyorum.

Seyrediyorum, yol veriyorum, gülümsüyorum ve tabi ben de, asla korna çalmıyorum.

Çünkü biliyorum.

Hem o annenin, hem de o çocuğun ruh halini çok iyi biliyorum.

Ben de o yollardan geçtim, geçiyorum ve daha da çooook geçeceğim.

Dün sabah yine aynı noktadaydım işte. Başladım seyretmeye.

Okulun önünde araba durmuş, kapı açılmış, çocuk inmiş; ama görevli içeriye girmesi için çocuğu ikna edememiş. Anne tabiki bu durumda arabadan kendini atmış, içi erimiş gitmiş, yani kadın bitmişşşş çocuğunu ikna etmeye çalışıyor bir şekilde.

Çıt yok.

Ben de onlara bakıp tam ağlamak üzereyken, bir anda kulaklarım hiçbir şey duymaz oldu! Gözlerim karardı, buğulandı.

Önümdeki sahnede ışıklar vardı sanki, karardı...

O sahnede bir O çocuk ve bir O anne kaldı.

İkisi de birbirine sımsıkı sarılmış!

Çocuk ağlıyor. Anne ağlıyor.

Çıt yok.

Anne, yavaşça çocuğunu bedeninden uzaklaştırmaya çalışıyor. İncitmeden ayrılmak için itiyor.

Çıt yok.

Durdum.

Bu sahne, TIPKI  DOĞUM sahnesi dedim...

Şşşşşt çıt yok.

Çocuk; annesinin içinden, güvendiği sıcağından çıkmak, kopmak, ayrılmak istediğinden emin değil. İstekli de değil. Neden istekli olsun ki...

Ama Anne itiyor.

Çünkü artık çıkmak zamanı, hayata gelmek zamanı. Bunu çocuk değil, Anne biliyor. Hayat öyle buyuruyor; “Ayrılmak, bağımsız bir birey olmak zamanı
gelmiştir
” diyor.

Çocuk bir kafasını uzatıyor bir kaçıyor, korkaklık ediyor. Anne ıkınıyor, sıkılıyor, canı çok acıyor; ama itiyor. İkisi de kararsız, ürkek; ama yola devam ediliyor.

Ayrılsak mı, yoksa bir arada, bir ömür boyu yapışık kalsak.

Mı?
O kordon hiç kesilmese keşke.

Mi?
Diye diye, gide gele, gide gele...

Anne itiyor. Çocuk gitmiyor.

O anda, oracıkta hem anneye, hem de bebeğine yardım gerekiyor!

Doğumda nasıl ebe veya doktor yetişirse, okulun önünde de öğretmen yetişiyor acele.

Yavaşça annenin kollarından, öğretmenin kollarına ve bağrına, hastanede de doktorun kollarına geçiş yapılıyor.

Çıt yok yine.

Saygı duruşundayız demiştim ya size, devam ediyor. Kimse ses etmiyor trafikte.

Anne derin ve içli bir nefes alıp bakıyor çocuğunun arkasından. Acılı; ama doğru kararı vermiş olmanın terli hüzünü gözlerinde.

Çocuk da arkasına bakıyor şişmiş, gözlerini zar zor açarak, burnunu çeke çeke. Hastanede hemşirenin, okulda ögretmeninin kollarında, ayakta durmak için hayatta, gidiyor okulunda derse, hastanede muayeneye...

Çıt yok yine.

Anne biniyor arabasına devam ediyor yoluna, aklı da gönlü de kalmış çocuğunda.

Çocuksa dönüveriyor önüne, buharlaşmış, hatta sanki hiç dökülmemiş gözyaşlarıyla, kafasını kaldırıyor dimdik, bir anda arkadaşlarını görüyor bahçede.

Başlıyor koşmaya, kahkahalarla kocaman bir gülümseme gözlerinin içinde.

Koca bir ömür gibi yaşanan, BİR dakikalık saygı duruşu sonrasında, resmi geçit devam ediyor kaldığı yerden sessizce.

Şimdi sıra arkadaki anne ve çocukta.

Sahne yeniden aydınlanıyor, her yer kalabalık, hava günlük güneşlik bir anda...

Ortalık çocuk çığlığı, sevinç ve gözyaşı dolu, hepsi birarada.

Ben de dönüyorum önce solaaa, sonra sağaaaa.

Geliyorum iş yerimin otoparkına...

İniyorum arabamdan, yüzümde bir gülümseme.

İçimde tatlı bir hüzünle, buharlaşmış benim de gözyaşlarım gözlerimde.

Ne de olsa, yine “Okullu bir Anneyim!”

Ben de.
Yonca
“Sancılı”

Haberin Devamı

***
Bu yazıyı bundan 5 sene önce yazdığımda, oğlumuzun da bu sözü geçen okula gideceğini söyleseler inanmazdım... Hayat da inanılmazlarla dolu zaten.
Şimdi, ben de, her sabah o annelerden biriyim o okulun kapısında.

Ufak bir farkla, oğlum kapıyı kendisi açıp “Annecim hadi ben gittim...” diyor ve gidiyor. Bakakalıyorum arkasından binbir çeşit duyguyla.
Yonca
“zamanda yolculuk”

Yazarın Tüm Yazıları