Paylaş
Aslında bu çocuğun ve ailenin Hint olması pek önemli bir detay değil. Çocuk ve aile. Baba ve çocuk hatta olayın özünde.
Çocuk en fazla 15 aylık. Paytak paytak koşturuyor. Dubai de bu ara hava sürekli güneşli ama güneşe bakıp ince giyinirsen üşüyorsun, kalınca giyinirsen ter basıyor.
Koşarken fark ettim ki, aslında sahil tarafı tamamen güneş altında olduğu için daha sıcak. Zemin güneşten ısınmış. Ayaklarım ısındıkça içim de ısındı.
Aslında çıplak ayak yere basarsan anlayacaksın ki yerler ılık ve bir çocuğun çıplak ayak dolaşmasında sakınca yok.
Bütün dolaşmaya gelen büyüklerse sımsıkı giyinmişler. Spor yapanlarsa cıbıl cıbıl. Yüzenler, koşanlar, dolaşanlar her biri başka mevsimde yaşıyor sanki.
Çocuk çorapla yere basıp ayağı ısındığından, sürekli yere oturup çorabını çıkartmaya çalışıyor. Babası da sürekli çorabını çekiyor ve kızıyor.
Dışarıdan bakınca o kadar iyi anladım ki baba ve çocuğu; ama onların bunu anlaması çok zor o an, bunu da biliyorum.
Çocuk: “Babacım yerler sıcak. Çorap fazla geldi” diyecek, ama konuşamıyor ki daha.
Babası da, “hava soğuk üşütürsün, çıkartma çorabını” diyor ha bire.
Çocuğun dünyasında onca hareket maratona bedel bir terleme ve ısınma demek. Ama baba çocuğun gittiği mesafeyi 3 adımda aheste atabildiğinden o hâlâ soğuk hissediyor.
Dünya’dan Mars’a bir durum yani.
Sonra çocuk baktı çoraptan kurtuluş yok, pıtır pıtır koşmaya başladı.
Çocuğun tepkisinden, babanın da ses tonundan anladığım kadarıyla, öyle bir “dur!” dedi ki baba; çocuk sanki duvara çarpmışçasına küt diye durdu.
Oysa alabildiğine uzun, gayet güvenli, yumuşacık bir zemin ve mekandayız. Çocuk motor takıp koştursa bile 10 büyük insan adımıyla anında yanındasın.
Endişeye gerek yok.
Çocuk da ne yapsın, döndü sola, yürüyüş zemininden kuma iniş için olan basamağın önüne geldi ve kuma inmeye yeltendi.
Babası bir bağırdı ve çocuk öyle bir korktu ki, ben de korktum!
Çocuk o basamaktan kuma inse ne olur ki?
Çorapları kum olsa, silkelersin gider.
Düşse, yaralanmaz.
De ki yaralandı, ağlar.
Sarılır öpersin geçer. De ki o yara kocaman iz bıraktı. Çocuk bir gün sorar;
Baba, bu yara nasıl oldu?
Bir gün sahile gitmiştik.
Sen kendini kumlara attın koşmaya başladın, düştün. Bu iz oradan.
Çok güzel güneşli, ama serin bir gündü. Hey gidi günler! Küçücüktün şu haline bak kocaman oldun.
Başımıza gelen en masum, en stresten uzaklaştıran şeydin.
Çocuk kuma inemedi.
Babası gitti aldı. Bu tarafa gideceksin der gibi yaptı. Çocuk azıcık durdu. Başladı yine koşmaya.
Bu dünyanın sana ait olmadığını öğrendin çocuk.
Kuma basamazsın. Sahilde 25 adım olan özgürlüğü yaşayamazsın.
Yerin sıcaklığını sen bilemezsin, ben sana ne dersem odur. Ben bilirim senin için en doğruyu. Sen benim dediğimi koşulsuz kabul edersin.
Biz buna ben büyüğüm sen küçüksün diyoruz bu düzende.
Benim senden öğrenecek, seni olduğun gibi görecek; senin bu doğayı, kendini tanıma sürecini sabırla yaşayacak zamanım ve halim yok!
Çok işim var. Ben meşgulüm ve endişeliyim. Benim işim çalışmak ve endişe etmek.
Sadece seni hiç de kötü olmayan şeylerden korurken, esas korkulacak şeylere karşı zayıflatmaya kitlendiğimin farkında değilim.
Bunları düşünecek hal bırakmadı ÇEVRE bana.
Seni kendini koruyacak donanımı elde etmen için özgür bırakmaya cesaretim yok.
Dahası, sen belki kuma zaten inmeyecektin. İnsen de sevmeyecektin, geri dönecektin yola.
Belki 10 adım daha koşsan dönüp kucak isteyecektin. Yorulacaktın. Seni sen yapan tercihlerini sana bırakmadan ben senin adına karar verdim. Oldu bitti.
Seni tanıma şansımı kaçırdığım yetmedi, senin kendini tanıma şansını hırsız gibi istemeden senden izinsiz çaldım gitti.
Özür dilerim çocuk...
İstemeden yaptım. Sen benim en değerli varlığımsın. Ben sen iyi ol istedimdi...
Hey çocuk ama bak şimdi.
Baban suçlu değil.
Sen de değilsin. Kimse değil. Bir gün elbet o kuma kendi başına ineceğin, kimseye itaat etmeyeceğin, kendi tercihlerini yapacağın yaş gelecek.
Hatta belki sen o hakkı elde etmek için çok uğraşacaksın ama bil ki buna değecek. Belki sen benden daha erken yaparsın. Belki bunlar aklına gelmez, takmayan bir tip olursun. Her ne olursan ol, bil ki elbet o SEN olursun.
Bak ben kaç yaşımdayım, 43. Hâlâ kendimi tanımaya, neyi sever bu Yonca bulmaya çalışıyorum.
Elalem tasası yaşamadan gönlümü, kendime iyi ve doğru geleni nasıl bulur da yaparım ona çabalıyorum ki, ben yaparsam beni gören de yapabilsin diye. Bana bakan çocuğum en azından rahatlasın diye. Kendini bulacaksın.
Bu işin yaşı başı yok. Güven kendine.
Bu yazıyı okuyan herkese, anne baba çocuk olmak gerekmiyor illa.
Belki siz de kuma inemiyorsunuz, o sesini duymadığınız görünmez güç yüzünden.
Elinizi kalbinize koyun. Ben öyle yaptım o çocuğu izlerken. Gözlerinizi kapatın. İki üç belki 33 nefes alın. Canınız ne istiyormuş bir bakın.
Yapın anasını satayım! Neyse o şey... Yapın onu!
Yonca “asi köpek”
Paylaş